Yerel yönetimler ve şehre karşı işlenen suçlar

İhsan Aktaş / GENAR Başkanı
13.10.2018

Üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyası kent tarihi açısından dünyanın merkezidir. İlk şehirler burada kurulmuştur. Yakın çevresiyle beraber Anadolu, insanlığın kent tecrübesi açısından zengin bir mirasa sahiptir.


Yerel  yönetimler  ve şehre karşı işlenen suçlar

Anadolu'da herhangi bir şehir yoktur ki, bidayetinden bugüne en az beş altı uygarlığın izlerini taşımasın.

Bizim şehirlerimiz söz konusu olduğunda kuşkusuz Osmanlı şehir modelinin en zirveye yerleştirilmesi gerekir. Kendinden önceki uygarlıkların, Roma’nın, Bizans’ın Selçuklu’nun mirası üzerinde yükselen, eşsiz bir mimari zevki, estetiği, toplumsallığı yansıtması bakımından bugün bile dikkatle incelenmesi gereken bir tecrübedir, Osmanlı tecrübesi. Kendinden öncekilerin mirasını yeniden yorumlarken kendi rengini de şehre verebilmiştir. Bu süreçte ‘agora’nın yerini ‘cami’ almıştır. Kent Osmanlıyla beraber cami etrafında mahalle mahalle yeniden kurulmuştur. 

İstanbul’da en somut haliyle vücuda gelen bu medeniyet tasavvurunun altında, geçmiş medeniyetlerin yanı sıra, Horasan’dan, hatta Endülüs’ten izler bulmak bile mümkündür. İstanbul bu yönüyle Doğu ve Batı kent estetiğinin ve kent kültürünün harmanlandığı ve üst bir senteze ulaştığı ender kentlerden biri olmuştur. Klasik İslam şehirlerindeki hoşgörüye dayalı çok kültürlü toplumsal yapı İstanbul’da da sürdürülmüş, bu durum şehrin gerek mimari, gerek toplumsal açıdan Batı şehirlerinde görülmeyen bir zenginliğe ev sahipliği yapmasını sağlamıştır. Modern öncesi dönemde Osmanlı ve İslam şehirleri bugün bile insanlığın onca hoşgörü, kozmopolitizm söylemlerine rağmen ulaşamadığı bir zenginliği barındırır. Bu şehirler, Batı kentlerinin aksine çok kültürlüdür, çok dinlidir ve çok milletlidir. O yıllarda Batı’da, farklı olana reva görülen muamele ise gettolara kapatılmaktır.

Mekan ve sakin ilişkisi

Daha Selçuklular zamanında kentin idaresi tesadüfi kararlara bırakılmamış, şehir nizamnameleriyle şehir hayatı, bütün yönleriyle denetim altında tutulmuştur. Bu durum kentte yaşayanlarda da bir sahiplenme duygusunun gelişmesini sağlamıştır. Örneğin Sultanahmet çeşmesi aşırı süslü olduğu gerekçesiyle zamanın klasik döneme bağlı mimarlarını isyan ettirmiştir. Yine Roma da uygulanan insanlara karşı işlenen suçlara karşı bire bir ceza kesilirken şehre karşı işlenen suçlara karşı iki kat ceza verme uygulaması Osmanlı döneminde de sürdürülmüştür. 

Osmanlı geleneği kenti mekan ve mekin (mekan edinen) ilişkisi içerisinde bir bütün olarak ele almıştır ve buna yönelik bir şehir felsefesi ortaya koyabilmiştir. Bir şehirde  olması gereken kamusal yapılar (Cami, medrese, tekke, han, hamam, idari yapılar v.) ile sivil mimari unsurlar belli bir nizamname çerçevesinde inşa edilmiştir.

Örneğin Osmanlı devlet yönetimi Şam şehrini doğu için Saraybosna şehrini ise batı için bir model şehir olarak görmüş ve başkentte olan bütün kurumların küçük de olsa bir örneğini bu şehirlerde inşa etmiştir. Yine modellenen bir çarşı bir çok şehirde aynıyla kurulmuştur. Bu açıdan Osmanlı şehirlerinde, Nizamnamelerle oluşturulmuş, modern anlamda tasarlanmış, bilinçli bir  planlamacılık faaliyetinden söz edilebilir.

Tanzimat, siyasal, sosyal, kültürel alanlarda olduğu gibi doğal olarak bunların bir yansıması sonucu şehircilik anlamında da bir kırılmaya yol açmıştır. Yeni ihtiyaçlar ve idari yapıdaki değişiklikler kamu binaları ve kent düzenlemelerinde kendini göstermiştir. Tanzimat kent idaresiyle ilgili mevzuat yeniden gözden geçirilmiş, 17. yüzyıldan sonra kaynak yetersizliği nedeniyle gerileyen şehircilik özellikle Sultan Abdülmecid ve Sultan II. Abdulhamid dönemlerinde yeniden bir imar hamlesine tanıklık etmiştir. Klasik Osmanlı yönetiminde valiler eyaletlere tayin edildiklerinde, askerlerden, danışmanlardan oluşan maiyetleriyle birlikte gidiyor, bu durum onların iaşesinde devlete büyük bir yük bindiriyordu. Tanzimat döneminde çıkan bir yasa ile,  valilerin yalnızca danışmanları ile birlikte atama yerlerine gitmeleri sağlanmış, bunun neticesinde eyaletlerde vergi birikmiş ve bu biriken vergiler kentlerin imarına harcanabilmiştir. Bugün eski Osmanlı şehirlerini ziyaret ettiğinizde 15-16. Yüzyılda yapılan eserler yanında 19. ve 20. Yüzyıl başlarına tarihlenen kamu binalarına rastlamamız bu sayededir.

19. yüzyılda sanayi devrimiyle birlikte Batı şehirciliği de radikal bir dönüşüme sahne oldu. Kentler tarihte görülmemiş bir hızla, demografik ve fiziki olarak büyümeye ve değişmeye başladı. Kırdan gelen işçi sınıfının barınması için apartmanlar, fabrika binaları, yeni kentlilerin ihtiyaçlarını karşılamak için, kamu binaları, sosyal donatı alanları ortaya çıkmaya başladı. Tanzimat döneminde Batı’daki bu gelişmelere ayak uydurmak için kentin dokusunda önemli değişiklikler meydana geldi. İlk apartmanlar, cadde düzenlemeleri bu dönemde ortaya çıktı. Tanzimat’la başlayan süreç Batı etkisinin şehirlerimizde giderek daha belirgin olmasına yol açtı. Cumhuriyet dönemi şehircilik anlamında tamamen Batı tipi şehirciliği örnek alan bir anlayışla yoluna devam etti. İlk dönem Cumhuriyet kadroları bu konuda Batılı ünlü şehir planlamacılarından destek almayı da ihmal etmediler. Paris’in kentsel planlamasını yapan Henry Prost ve ünlü planlamacı Jansen Hermenn Türkiye›ye davet edildi. Henry Prost’a İstanbul’un Jansen Hermenn’e ise Ankara’nın planlanması için vazife verildi.Ankara bir Anadolu kasabası görünümünde olması dolayısıyla inşa edilecek yeni bir başkent için planlama anlamında uygun bir zemin sunuyordu ve Hermenn planını uygulayabildi. İstanbul ise tarihi boyunca oturmuş bir kent hüviyetinde olduğu için büyük zorluklar barındırıyordu. Mesela, Prost tarafından Haliç’in sanayi bölgesi olarak konumlandırılması günümüzde büyük bir öngörüsüzlük ve hata olarak değerlendirilmektedir. Zira sonradan anlaşılacağı üzere kente faturası oldukça kabarık olmuştur.

Şehircilikte Batı tarzı şehircilik ilkeleri benimsenmiş, kültürel ve toplumsal yapı çok fazla dikkate alınmamıştır. Parçalanmış zihinsel yapımız kendisini en fazla şehirlerimizde göstermiştir. bugün dünyanın dört bir yanından şehircilik uzmanlarının merakını celbeden Safranbolu evleri ve hemen yanına kurulan yeni şehrin kamu ve sivil binalarının pespaye haline bakınca gelenekten, üsluptan, kültürden ne denli nasipsiz kaldığımız kolayca anlaşılır.

‘Gecekondu şehircilik’

Birinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik sıkıntılar ve nüfus azlığı nedeniyle Anadolu şehirlerinde fazla bir değişiklik olmadı. 1950’lere gelindiğinde Marshall yardımları ve akabinde yaşanan gelişmeler neticesinde, tarımsal nüfus endüstrileşmenin de filizlenmesiyle kentlere akmaya başladı. Bu kaçınılmaz bir süreçti ve özellikle sol çevrelerin çarpık kentleşmeden Menderes’i sorumlu tutmak amacıyla geliştirdiği argümanların bir değeri yoktur. Kaldı ki, 1950›ye kadar başkent hariç, Anadolu şehirlerinin hemen tamamında planlı bir imar faaliyetinden bahsetmenin imkanı da bulunmamaktadır. 

Cumhuriyet dönemi, yeni oluşan kentsel alanların, eski şehirlere yeni yollar ve yeni binalarla bağlanmasını esas alan bir şehircilik perspektifi benimsedi. Batı tarzı banliyö uygulaması bir kaç istisna dışında hayata geçirilemedi. Bu da özellikle büyük şehirlerin çeperlerinde gelişigüzel bir yapılaşmaya ve yığılmaya neden oldu. Çünkü sanayileşme konusunda geç kalınmıştı ve büyük şehirler, birden bire ortaya çıkan bu yeni duruma hazırlıklı değildi. Özellikle yetmişli yıllarda hızlanan büyük dalgayla yerel yönetimler baş etmekte yetersiz kalınca, şehirlerimiz gecekondu kavramıyla tanışmış oldu. 1990’lara gelindiğinde İstanbul’un neredeyse yüzde 70’i kaçak binalar ve gecekondulardan oluşuyordu.

Kentin çeperlerine sığınmak zorunda kalan insanların kendi kendilerine buldukları bir çözüm olan gecekondu mahalleleri zamanla büyükşehir sosyolojisinin hakim unsuru haline gelen ilçelere dönüşmüştür. Zamanında bilad-i selase olarak bilinen İstanbul, 39 ilçeden müteşekkil dev bir metropol haline gelmiştir.

ANAP dönemi Türkiye’de serbest piyasaya geçişle ekonomik anlamda yeni bir dönüşüme sahne olmuştur. Her ne kadar, iletişim ve altyapı yatırımlarında önemli mesafe alınsa da şehircilik anlamında bir ilerleme kaydedilememiş,rastgele uygulamalar devam etmiştir. Bu dönemde bir ekonomik canlanmadan söz edilebilir. Bu durum, bireysel taşıt sayısında ciddi bir artışa neden olmuş, şehir içi kara ulaşımında yolların önemi daha da artmıştır.

1950’lerde Demokrat Parti’nin bir çok tarihi eserin yok edilmesi pahasına yaptığı Vatan Caddesi ve Barboros Bulvarı düzenlemelerinin ardından kent strüktürünü değiştiren önemli bir adım Dalan döneminde atıldı. Tarlabaşı yolu ve Boğaziçi sahil yolu Dalan’ın yatırımları olarak hafızalara kazındı.

İstanbul için 1994 ruhu

1994 yılı artık İstanbul’un yaşanmaz bir şehir olarak görüldüğü yıllardı. İstanbul›un sokaklarında çöp dağları yükseliyor, sular akmıyor, gazeteler promosyon olarak gaz maskesi dağıtıyor, Haliç’in kokusu şehre bir kabus gibi çöküyordu. Üniversiteler, İstanbul›un yaşanabilir bir kent olmaktan çıktığına, Haliç’in kurtarılmasının imkansızlığına ve bu nedenle doldurulması gerektiğine dair analizler, raporlar yayınlıyorlardı.

İstanbul için umutların tükendiği bu noktada 1994 seçimlerinde Refah Partisi’nden  aday olan Recep Tayyip Erdoğan, kent yönetiminde uygulanabilir vaatlerle seçmen karşısına çıkıyordu. Kampanyasını şu üç temel ilke üzerine oturtmuştu ve çözümünde bu ilkelerin hayata geçirilmesi halinde mümkün olduğunu dile getiriyordu.  İnsan yönetimi, para yönetimi ve kent yönetimi, doğru planlanırsa İstanbul tekrar yaşanılabilir bir kent haline gelebilirdi.

Kültürel belediyecilik

Seçim kazanıldıktan sonra İstanbul’da büyük bir seferberlik başlatıldı. Önce İstanbul’un sokakları temizlendi. Büyük bir sorun haline gelen su meselesi çözüme bağlandı; yeni yollar açıldı, yeşil alanlar çoğaltıldı, hava kirliliğinin önlenmesi için radikal tedbirler alındı, doğalgaz kullanımı yaygınlaştırıldı. Yavaş yavaş İstanbul yeniden yaşanılabilir bir kent haline gelmeye başladı. Refah Parti belediyeciliği bugün bile Türkiye belediyecilik tarihinde bir devrim olarak nitelendirilmektedir. Yereldeki bu başarı, Türkiye’nin genel siyasetinde bugünlerde yaşanan  radikal dönüşümün de altyapısını hazırladı. 1994 ruhunun en çok takdir gören uygulamalarında birisi de yeni başkanın bir önceki başkanın doğru uygulamalarının arkasında durması olmuştur ki bu tutum Türk siyaseti için çok yeni bir yaklaşımdı. Sembolik olarak metro açılışına Nurettin Sözen’in çağrılması Refah Partili başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk siyasi hayatına kısır çekişmelerin ötesinde hakkaniyetli bir bakış getirmesinin neticesidir.

2002’den sonra başlayan süreç, şehirlerin yeniden bütünlüklü bir bakışla ele alındığı dönem oldu. Elbette bu arada bazı hatalar da yapıldı ama başta kentsel dönüşüm olmak üzere şimdiye kadar cesaret edilemeyen adımların atılması başlı başına büyük bir olaydır. AK Parti belediyeciliği 16. Yüzyıldan bugüne şehirlerin en fazla yatırım aldığı dönemdir. Ülkenin zenginleşmesine uygun olarak şehirlere büyük kaynaklar aktarılmış, şehirler fiziki olarak adeta yeniden imar edilmiştir. Altyapı sorunları büyük oranda halledildiği için  sosyal ve kültürel belediyecilik kavramı hayatımıza girebilmiştir.

AK Parti’nin yerel yönetim uygulamaları ilden ile farklılaşmakla beraber parti yönetimi de şehircilik uygulamalarının bazı yönlerini iç eleştiriye tabi tutmaya başladı. Büyük bir kentsel dönüşüm hamlesi başlatıldı. Deprem riski, şehir güvenliği, çevre sağlığı gibi nedenlerle  zorunlu olsa da, cesaret isteyen bir adımdı. Bu süreçte özellikle tarihi dokuya sahip kentlerde parti yöneticilerinin de itiraf ettiği üzere bazı hatalar yapıldı.

Ak Parti, yerel seçimlere kısa bir süre kala, kentsel planlama ve dönüşüm kapsamında elde edilen başarılara vurgu yaparken, özellikle medeniyet değerleri bağlamında hayata geçirilen projelerin muhasebesini de kendi içerisinde yapmaya başladı.

Burada muhalefetin durumu daha sorunludur. Siyasette olduğu gibi yerel yönetimlerde de muhalefet partilerinin iktidar uygulamalarını aşacak bir yenilik ortaya koyamamıştır. AK Parti bir taraftan hizmet odaklı yerel yönetim faaliyetlerine devam ederken, uygulamalardaki eksikliklerden kaynaklanan hataların farkına vararak kendi muhasebesini yine muhalefetin katkısı olmadan yapacak gibi duruyor. Bu noktada AK Parti’nin üzerine düşen, tasarladığımız kentsel alanlarla medeniyet değerlerimizi, yaşadığımız kentlere ve toplum hayatına nasıl yansıtabileceğimiz üzerine kafa yormak olmalıdır.  Sürdürülebilir kentleşme, akıllı şehirler gibi dünyada tartışılan yeni anlayışları da göz ardı etmeden bunu başaracak bir vizyonu ortaya koyacak tek parti yine AK Parti gibi görünüyor.

[email protected]