Yerli ve millî olmak: İşte bizim ortak kelimemiz!

M. Mücahit Küçükyılmaz - Yazar
26.09.2015

Kamus bir milletin namusudur ve biz ezanı, bayrağı, toprağı ifade eden bu namusa ortağız! Yerli ve millî olmak... İşte bizim ortak kelimemiz budur!


Yerli ve millî olmak: İşte  bizim ortak kelimemiz!

Kamus namustur” der Cemil Meriç ve ekler: “Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamus bir milletin namusudur. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa. Eski sözlüğe kızıl bir külah geçirdiğini söyleyen Hugo, tek kelime uydurmamış; sembolizm’in üç silâhşoru de öyle. Ama kullandıkları her kelime yeni. Heyhat! Batı’da cinnet bile terbiyeli.”

Madem “kamus bir milletin namusudur”, o halde gündemi meşgul eden kelimeleri kamusta aramakla yazıya başlayalım. İlk kelimemiz millet olsun, zira birbirinden kopuk insancıklar “millet” olmak için aralarındaki “ortak kelime”de birleşirler: “De ki: Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda ortak bir kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.” (Ali İmran, 64)

Milletin kelime-i tevhidi

Ortak kelimede birleşmenin temel şartı Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamayı öne süren Kur’an, yerine göre din, ümmet ve millet kavramlarını birbirinin yerine geçecek şekilde kullanır. Türklüğü, Kürtlüğü, Araplığı, Çerkesliği, Arnavutluğu veya Boşnaklığı, yani asabiye, kan bağı ve modern ifadesiyle etnik kökeni millet olmanın şartları arasında göremeyiz. Ortak kelimeye, yani kelime-i tevhide gelmeyenlere söylenecek tek söz vardır: “Şahid olun, biz gerçekten Müslümanlarız.” Öyleyse bizi millet yapan şey, evvela Müslümanlıktır.

Peki millet nedir? Eski lügatlere bakarsanız, bir dinden olan insanlar topluluğu... “Sen onların milletlerine tâbi olmadıkça, ne Yahudiler, ne de Hıristiyanlar senden asla razı olmazlar. Ey Habibim, onlara de ki, yol Allah’ın gösterdiği yoldur. Sana gelen vahiyden sonra heva ve hevesine tâbi olacak olursan, Allah’ın azabından seni koruyacak hiçbir dost ve yardımcı yoktur.” (Bakara, 120) Ayette Hıristiyanlık, Yahudilik dinleri “millet” kelimesiyle karşılanır ve yine onlar ortak kelimeye, yani tevhide çağrılır. Modern sözlüklerde ise, millet, Moğolcadan ithal ulus sözcüğünün eş anlamlısı sanılıp ya da öyle sayılıp “çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında dil, tarih, duygu, ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu” olarak tanımlanır. Ulus ise, sözlükte, “Derebeylik düzeninin yıkılışı ve anamalcı düzenin oluşumu döneminde ortaya çıkan, toprak, ekonomik yaşam, dil, ruhsal yapı ve ekinsel özellikler yönünden ortaklaşalık gösteren en geniş insan topluluğu biçimi” olarak yer alır.

Milleti ulusa eşitledikten sonra kaybolan sadece anlam değil, aynı zamanda aramızdaki ortak kelimedir; ulusu oluşturan bireylerin özellikleri arasında tevhid inancına rastlanmaz. Zira ulus, Makyavel ile başlayan, Baudin, Hobbes, Locke, Rousseau ile teorik düzeyde olgunlaşıp Napolyon savaşları sonunda kurumsallaşan modern yönetici-yönetilen ilişkisi bağlamında ‘nation’ın karşılığı olarak Moğolcadan devşirilmiş bir sözcüktür. Leviathan canavarının tekemmül edip yasa ve kılıcı eline geçirdiği, Nietsizche’nin ifadesiyle “Tanrı’nın öldürüldüğü”, meşruiyetin kaynağının gökten yere indirildiği, seküler bir yönetim formunun ifadesidir. Ulusun illa ki Türkçesini arama yolunda sebat edilseydi, herhalde budun sözcüğüne ulaşılmış olurdu. Ama anlaşılan o ki, Orhun Yazıtları’nda geçen budun tercihe şayan bulunmadı.

Hakk’a tapan milletim

Millet ile akraba millî veya ulustan türeme ulusal kelimeleri de modern öncesi ve sonrası döneme ait iki ayrı kavram olarak ayrı yollar izler. Fakat milletin çilesi, anlamının daralması ve ortak kelimenin yok sayılmasıyla bitmemiş, ulusun eş anlamlısı olarak takdim edilmesiyle katmerlenmiştir. Frenkçede ulusalcı ile milliyetçinin aynı kelimeyle, ‘nationalist’ ile karşılanması ithal kavramların girdabında çırpınan Türkiye’yi ve Türk entelijansiyasını iyice trajik bir anlaşılmazlık ve müphemlik içine sokmuştur. Batıda milliyetçiliğin seküler, laik, muhafazakârlığa ve aristokrasiye karşı bir ideoloji olarak doğmasıyla, bizde onun muhafazakârlık ile aynı tanımlama (Milliyetçi-muhafazakâr) içinde yer alması ve din ile birbirini tamamlayan birer cüz sayılması hikâyenin her toprakta ayrı bir tarihi çizgide akmasının sonucudur. Böylece, hem Batı’nın bize bakarken aklı karışmakta, hem de biz Batı’yı kavrayamamaktayız. Ya da onlar bizi yanlış anlamakta, biz onları anlamamaktayız. Oysa kavramları ait olduğu yerlerde kavramaya çalışsak mesele çözülmese bile sadeleşecektir. Bu durumda millet, kadim bir kavram olarak din ile karakterize olan; ulus ise modern dönemde imparatorluk sonrası devlet yapılarının dayandığı dar etnik hamuru ifade eden birer ideolojik ifade biçimi ve tercihidir. Akif bu ayrımın kesin biçimde farkındadır ve o nedenle “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal” diyerek millete “Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imanı boğar/’Medeniyet!’ dediğin tek dişi kalmış canavar?” şeklinde seslenir.

Yerli-yersiz, münasebetsiz

Gelelim gündemdeki tartışmanın ikinci sözcüğüne, yerli kavramına... Eşyayı yerli yerine koymak anlamında “taşınamayan, başka yere götürülemeyen”, bir toprağa ait olmak anlamında “bir yerin ilk sakini olan, otokton” veya “yurt içinde yapılan, bir yurdun kendine özgü niteliklerini taşıyan” ya da “oturduğu bölgede doğup büyüyen, ataları da orada yaşamış olan” gibi farklı ama yine birbirini bütünleyen içerikler taşır. Yerli kelimesinin olumsuzu olan yersiz, vatansız anlamındaki haymatlos ile karşılanabileceği gibi, Sözcü gazetesinin manşetinde görüldüğü üzere ‘münasebetsiz’ sözcüğü ile de ifade edilebilir. Elbette buradaki münasebetsiz ifadesi, mezkur manşeti tanımlarken kullanılabilecek en hafif ifadedir. Zira kamusta bu gibi cürümler için daha sarih ve vazıh karşılıklar var; mesela zenofobi, ırkçılık, faşizm, kafatasçılık gibi... Çoğu etimoloji ve sosyolojisi itibariyle Batı kültürünün insanlığa hediyesi(!) olan bu kavramların hepsini burada izaha çalışmak kamusu kâbusa çevirir, gençleri lügatten soğutur mazallah! O yüzden bu bahsi kısa keselim.

Faşizmin sözcüsü

Cumhurbaşkanı Erdoğan millî ve yerli dediği zaman, bu iki üst kavramın çerçevesini etnik köken ölçeğine daraltanların ufku, olsa olsa, İtalyanca demet veya paket anlamına gelen ‘fascio’dan türetilen Faşizmin izin verdiği noktaya kadar uzanabilir. Birbirine sıkıca bağlı, aynı demette gruplanıp aynı pakete istiflenen, “hangi dünyaya kulak kesildiyse diğerine sağır” kalan, başkalarının acısını yok sayan, kendi demetindekilerin kederini kutsayan marazi bir ideoloji işte! Hele ki, ulusal sol (Nasyonal Sosyalizm) ile birleşip ulusolculuk olarak ortaya çıktığında Faşizmden Nazizme terfi eden yersiz (hem vatansız, hem münasebetsiz), gayrimillî bir ideoloji işte!

Sözcü’nün sözcükleriyle durumu ele alırsak... “Tayyip’e göre bu AKP’liler ne?” başlığının altına Kürt kökenli, sonradan Türk vatandaşlığına geçmiş Batı Trakya Türk’ü, Zaza kökenli, Afgan asıllı Türk vatandaşı ve Ermeni kökenli AK Partili milletvekillerini dizen gazete bir demet Faşizm eşliğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı açığa düşürmenin coşkusunu yaşıyor. Koca Ragıp Paşa’nın deyimiyle, tam bir “şecaat arz ederken sirkatin söyleme” durumu...

Oysa gazetenin saydığı vekillerin tamamı, bu millete ve bu toprağa ait olmak bakımından hem Sözcü’den ve onun arkasındaki malum güç şebekelerinden daha millî ve yerli, hem de Erdoğan’ın kriterlerini tam olarak karşılayan kişilerden oluşuyor. Mesele kökü dışarıda olmak ise, hiç kimse kimi Amerika’da, kimi Kandil’de, kimi İsrail’de yaşayan Erdoğan düşmanlarının eline su dökemez!

Kamus bir milletin namusudur ve biz ezanı, bayrağı, toprağı ifade eden bu namusa ortağız!

Yerli ve millî olmak... İşte bizim ortak kelimemiz budur!

[email protected]