Yerli ve milli olmanın dezavantajları: Vatanını sevmek bizi gerici mi yapar?

Doç. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü
6.03.2020

Yerli ve milli olmak acı çekmek anlamına gelir bu ülkede. İmparatorluğun kaybından acı çekmek, iki yüz yıldan fazladır geri çekilmekten, küçülmekten, dar bir coğrafyaya sıkışmaktan acı çekmek anlamına gelir. Amerikan ve Rus güçlerine istediğimiz gibi karşı koyamamaktan, dünyadaki iktidar odaklarına söz geçirememekten, sınır içi ve sınır ötesi şehitler vermekten acı çekmek anlamına gelir.


Yerli ve milli olmanın dezavantajları: Vatanını sevmek bizi gerici mi yapar?

Demokrasinin en önemli kavramları, halk egemenliği, halkın kendi kendisini yönetmesi ve eşitliktir. Demokrasi eski İngiltere Başbakanı Winston Churchill’e göre diğer tüm yönetim şekilleri hariç olmak üzere en kötü yönetim şeklidir. Başka bir deyişle, demokrasi kötünün iyisidir. Demokrasinin diğer yönetim biçimleri arasında fark gösteren en önemli özelliği ise muhalefetin varlığına imkân tanımasıdır. Demokrasi iktidara muhalif yaklaşımlara ve eleştiriye izin veren yegâne yönetim biçimidir. Ancak bu durum iktidarları, yani hükümeti güçsüz kılar çünkü hükümetler sürekli olarak düşme, düşürülme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar. Bu durumda bazen hükümetler otoritelerini kabul ettirmek için güç kullanmaya, otorite göstermeye ve yasaklamalara giderler. Hükümet, hükümeti temsil eden devlet başkanı sürekli olarak hesap verme konumundadır ve bu konum hükümetin ya da başkanın eylem alanını daraltır, sınırlar. Seçim günleri, bu hesabın görüldüğü günlerdir. Jüri halktır ve yargısını gidip sandıkta verir. Diktatörlüklerin engellenmesi için Batı’nın bulduğu yegâne metot demokrasi metodudur, demokratik seçimler herhangi bir hükümetin şiddetsiz bir şekilde iktidardan uzaklaştırılmasını mümkün kılar fakat bu metot da kimi zaman totaliter bir rejimin iktidara gelmesini engellemeyebilir. Hatta demokratik aracı kullanarak sapkın ruhlu liderler iktidar olabilirler. Halk, çoğunluk yanılabilir. Hemen hatırlayalım, Hitler halktan destek alarak büyük seçim kazanmıştı. Atina demokrasisi Sokrates’i uyduruk suçlamalarla –gençleri yoldan çıkardığı gibi- mahkum etmişti. Atina demokrasisi Melos adasına saldırmış ve oradaki bütün erkekleri öldürerek, kadınları, çocukları köle haline getirmişti. Kısaca söylersek, demokrasi iyiye de kullanılabilir, kötüye kullanılıp yozlaşabilir de. Hatta iyi kurulan demokrasi bir süre sonra yozlaşabilir. Demokrasi, temsil sorunu nedeniyle, iktidarı, halktan yabancılaşmış bir azınlık meselesine dönüştürebileceği gibi, çoğunluğun tiranlığı meselesine de dönüştürebilir. Yine de demokrasi var olan yönetim biçimleri arasında kabul edilen en esnek yönetim biçimidir (bana kalırsa monarşi daha esnekti ruhun şad olsun Alexis de Tocqueville! Ancak burada politik teorinin kabul edilmiş dogmalarını tartışmaya yer yok), toplumsal talepleri toplar ve kendisini buna göre dönüştürebilme yeteneğine çoğunlukla sahiptir.

Muhalefetin mahiyeti

Demokrasinin kırılgan olma hatta yıkılma pahasına muhalefete izin veren rejim olduğunu söylemiştim. Demokrasiler eleştirilmeyi sıkça kabul eden ve yurttaşların iktidara muhalif olabileceği, muhalif olduklarını da önceden belirlenmiş kurallara göre gösterebildikleri tek siyasal sistemdir. Bu durum Türkiye için de geçerlidir ancak bir farkla. Türkiye’deki muhalefetin mahiyeti ve fonksiyonu oldukça değişiktir. Türkiye’de sol muhalefet ile sağ muhalefet arasında temel bir farklılık vardır. Sol muhalefetten olduğunuzda dünyadaki evrensel sol muhalefetin bir parçası haline gelirsiniz ancak sağ muhalefetteyseniz yerelsiniz, millisiniz demektir. (Bu tezini solcu olmanın ne anlama geldiğini sorduğumda sağlığında Hüsamettin Hocamla bolca konuşmuştuk) Bu yüzden şehitlerin ve şehit ailelerinin sesini dünyadan kimse duymaz. Onları uluslararası platformlarda kimse savunmaz. Cumartesi annelerine evet ama Diyarbakır annelerinin feryatlarına kulaklar tıkalıdır ancak Osman Kavala ya da Can Dündar ise mesele, mağduriyetlerin dünya çapında peşine düşülür. 28 Şubat’ta üniversitelerden atılanlar için dünya akademisyenlerinden ne bir destek ne bir eleştiri gelmiştir ama ‘Barış’ bildirisi (!) imzacı akademisyenlere her yerden uluslararası destek yağar. Avrupa’dan temsilciler sürekli gelip HDP’li tutukluların durumlarını, hapishane koşullarını vs inceler fakat kimse PKK teröründen zarar görmüş ailelerle ilgilenmez. Kaybolmuş, zorla dağa çıkarılmış çocuklarını ızdırap içinde HDP’nin kapısı önünde bekleyen ailelere kör ve sağırdırlar. Sorumlu PKK ise görmezden gelinir, sorumlu devletse bu sorumluluk ihmali eleştirilmede en yüksek tonda yapılır. Başörtüsü yasaklarına pek fazla tepki gösterilmezken, etnisite meselelerine, Alevilik meselesine, Gezi parkı meselesine aşırı derece ilgi gösterilmesi de bu nedenledir. Başörtüsü dinsel bir simge olarak evrensel solun gündeminde olamaz. Ama ağaç meselesinden hükümeti düşürme teşebbüsüne doğru evrilen şiddet dolu bir eylem dünya solunun gündemine bir anda oturur. İnsan hakları aktivistleri, sanatçılar, akademisyenler desteklerini esirgemezler, Gezi’nin kutsal ağıdına herkes koro halinde katkıda bulunur. Piyanistler gelip meydanlarda eserlerini icra ederler. Müzikle, sanatla, resim ve grafitiyle onu kutsarlar. Hatta Gezi o kadar kutsaldır ki yargılananlar beraat ettiğinde bir Gezici’nin basın mensuplarına haykırarak ve sevinçle söylediği gibi, Gezi kirletilemez, Gezi yargılanamaz! Eleştirilmesi imkânsızdır üstelik Tanrı bile eleştirilebilirken!

Eğer siyasi mülteciyseniz, ülkenizi, başkanınızı, ordunuzu, polisinizi şikâyet ederek Batı’ya iltica etmek istiyorsanız, ayrımcılığa uğradığınızı, işkence gördüğünüzü söylüyorsanız Paris’in kapısı size açılır ama Aylan bebekseniz denizden karaya vurursunuz. Sizi anca medya malzemesi yaparlar. Suriye’deki savaştan kaçarak Batı’ya doğru göç etmek isteyen mültecilerin kapılar suratına kapatılır, alanlarda bekletilirler, su ve gaz yüzlerine sıkılır, dayak yerler, koşarlarken ayaklarına çelme takılır, küçük mülteci çocuklar tartaklanır. Avrupa sizi kabul etmez ve sürekli geri gönderir. Yerli ve milliysek iltica etme şansımız yoktur. (Zaten niye iltica edelim?)

‘Bu ülkede yaşanmaz’

Sol ve sağ muhalefetin diğer ayırt edici özelliği ise, sağın düzeni tedrici olarak ve demokratik yolları kullanarak değiştirme arzusuna karşılık solun siyasal eleştirisini radikal tarzda devrim arzusuna doğru taşımasıdır. “Devrimin ayırt edici özelliği, siyasal sistemi köklü bir biçimde değiştirip yeni baştan kurmak için iktidarın kitle desteğinde şiddet yoluyla ele geçirilmesidir. (Sartori Giovanni, “Yetkincilik ve Ütopya”, Demokrasi Teorisine Geri Dönüş, Yetkin Yayınları, Ankara, 1996, s.80) Devrimle bir cennet vaadedilir, memleketin bütün sorunları sanki iktidar değişirse bir anda bitecektir. “Her şey çok güzel olacaktır”. Kadim sorunlarımız, Osmanlı İmparatorluğu’ndan devraldığımız sorunlarımız bir anda buhar olacaktır. Dış ülkelerle aramız düzelecektir, istediklerini verme pahasına da olsa. Zaten dış ülkelerle sorunlarımız yerlilik ve milliliğimizden kaynaklanmaktadır. Evrensel olmalıyız.

Yerli ve milli olmak acı çekmek anlamına gelir bu ülkede. İmparatorluğun kaybından acı çekmek, iki yüz yıldan fazladır geri çekilmekten, küçülmekten, dar bir coğrafyaya sıkışmaktan acı çekmek anlamına gelir. Amerikan ve Rus güçlerine istediğimiz gibi karşı koyamamaktan, dünyadaki iktidar odaklarına söz geçirememekten, sınır içi ve sınır ötesi şehitler vermekten acı çekmek anlamına gelir. Tipik bir solcu için bunlar arkaik ve doğu despotizmine ait şeylerdir. Geri kalmışlık, yobazlıktır. O şunu söyler: “Hala adam olamadık.” “Batılı ülkeler gibi neden refah içinde ve sorunsuz değiliz.” “Beyin göçü gittikçe artıyor.” “Bu ülkede artık yaşanmaz”. Solcu kardeşim, baştan beri demokratik sandığı ülkelerin demokrat olabilmek için zamanında nasıl iç savaşlar geçirdiklerini, otuz yıl süren dinler arası savaşları, iki büyük dünya savaşlarını, sömürgeciliği, toplama kamplarını ve soykırımı (Sömürgelerdeki soykırımlardan Yahudi soykırımına ve Bosna’ya), atom bombasını, ölen milyonlarca insanı hatırlamaz. Tarihsel belleği son derece zayıftır. Demokrasi dünyanın her tarafında, ileri demokrasiler dâhil olmak üzere olağan üstü durumlarda sık sık kısıtlanır. Solcu kardeşim, terör durumlarında bu ülkelerin nasıl demokratik despotlara dönüştüğüne gözlerini kapatır. Ona göre Paris’te sopalanan sarı yelekliler Batı’nın demokratik refah imparatorluğuna gölge dahi düşürmez. Bizim sorunlarımızın hepsi yerli ve milli politakalardan, yerli ve milli davranmaktan kaynaklanıyordur. En büyük sorun da yerli ve milli olduğunu sürekli tekrarlayan Başkanımızdır.

Vatanına şükretmeyen...

Varsın, vatanımızı sevmek bizi gerici yapsın. Vatanını sevmeyen kendisini sevmiyordur. Bu satırları, 33 şehidimizin olduğu karanlık bir günde ıstırap içinde kaleme aldım. Vaveylâ! “Gül değil arkasında kanlı kefen. Sen misin, sen misin garib vatan! … Git Vatan! Kabe’de siyaha bürün.” (Namık Kemal). 33 şehidimizle ocaklara düşen ateş biz yerli ve millilerin yüreğine de düştü. Yerli ve milli olmanın, vatanımı sevmenin ıstırabını tutamadığım gözyaşlarımla ve kalemimle avutmaya, alt etmeye çalışıyorum. Vatanına ve vatan için ölen şehitlerine şükretmeyen Allah’a da şükredemez. Allah şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır versin. Allah vatanımızı korusun. Bizi başka ülkelere, hele ki yerli ve milli olmayanlara asla muhtaç etmesin.

[email protected]