Jean Paul Sartre: “Çok uzun olamayan bir zaman önce yeryüzünde iki milyar insan vardı, bunların beş yüz milyonu insandı, bir milyar beş yüz bini de yerliydi. Sözü birinciler söylüyor, ötekiler de öğrenince taklit ediyorlardı.”
Muhammed Berdibek / Ortadoğu Teknik Üniversitesi
Paris saldırısında on iki kişinin öldürülmesi sadece Fransa’da değil dünyanın birçok yerinde tartışma konusu oldu. Saldırıya uğrayan Charlie Hebdo dergisi üç yıl önce Hz. Muhammed’in karikatürlerini yayımlamış; bu nedenle Paris saldırısı ile karikatür olayı arasında paralel bir ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Bu ilişki netlik kazanmasa da Fransa Başbakanı Hollande, eylemcilerin kimliğinden emin bir şekilde yaptığı ilk açıklamadaşunları söyledi: “Biz özgür uluslarız, bu yüzden bizi hedef aldılar.” İlginçtir ki 11 Eylül saldırılarının hemen ertesinde yani bundan on üç sene önce, ABD Başkanı George Bush da aynı ifadeleri kullanmıştı. Bu açıklamaların sonuçlarına ise Afganistan ve Irak işgalleri ile hep birlikte tanıklık ettik. Fransa’nın özgürlük hamlesinin hangi Müslüman ülkede tezahür edeceğini de elbette zaman gösterecek.
‘Özgür değerlere saldırı’
Charlie Hebdo dergisi, üç yıl önce Hz. Muhammed karikatürlerini yayımladığında bunun sonucu olarak İslam dünyasının birçok noktasında ve Avrupa’da eylemler yapılmış; fakat dergi çalışanları ifade özgürlüğüne sığınarak bu konuda hiçbir geri adım atmamıştı. Bunun yanında, trajikomik bir açıklamayla: “Bütün dinler ile dalga geçiliyor, bu anlamda dergi herkese eşit mesafede.” cümlelerini sarf etmişlerdi. Peki hakikat sahiden de bu şekilde miydi?
Fransa’da 1894 yılında yaşanan Dreyfus davasından beri Yahudilere ilişkin bir açıklama veya eylem yapıldığında ortaya çıkan anti-semitist suçlamalar, birçok yazar ve çizerin bu konuda oldukça dikkatli davranmalarını sağlıyor. Nitekim 2008 yılında, Charlie Hebdo çizerinin Yahudilerle alakalı bir karikatürü yüzünden işine son verilmiş olması, derginin çifte standart uygulamalarını açıklamaya yetiyor.
Birçok gazete metninde ve haber bülteninde, söz konusu dergiye yapılan saldırı, Fransa’nın elli yıldan bu yana yaşadığı en büyük saldırı olarak tanımlanıyor. Olayda ölen insan sayısı oniki. Elbette acıları yarıştırmak doğru değil; zira Fransa’nın başta Cezayir olmak üzere Ortadoğu ve Afrika’nın birçok yerinde milyonlarca insanın hayatına mal olan saldırıları ve katliamlarını başka bir acı ile yarıştırmak mümkün değil. Sahip oldukları teknolojik imkanlarla Ortadoğu ve Afrika’nın kaynaklarını sömürüp her yeri kan gölüne çevirmek, sonra da ortaya çıkan etkileri özgürlük ekseninde tartışmak ayrı bir trajedi. Ortadoğu’nun birçok yerinde meşru talepler ile ortaya çıkan hareketlerin kanlı bir şekilde bastırılmasının özgür değerlere saldırı olarak yorumlanması işin kolay tarafı. Ayrıca saldırılar ancak kendi siyasal sınırları içerisinde gerçekleştiğinde insanlığa dair değerleri hatırlayan Fransa gibi ülkeler, özgürlük kavramını hem savunma hem de saldırı amacıyla kullanıyor.
Türkiye ve birçok İslam ülkesinde ise Paris saldırısını gerçekleştirenlerle aynı düşüncede olunmadığının vurgulanması yarışı başlamış durumda. Bıkmadan usanmadan, hemen herkes bir şekilde Müslümanların terörist olmadığını vurguluyor, bununla kalmayıp konuşmalarına başlamadan önce “Paris’teki olay alçakça bir katliamdır.” demeye özen gösteriyor. İzanı olmayan bir mevzunun izah edilme mecburiyeti işte. Diğer taraftan sanki bu eylemler gerçekleşmese Avrupa’daki Müslümanların durumunun çok daha iyi olacağı algısı da var. Halbuki Avrupa’daki ırkçı eylemlerin asıl nedeni; Müslümanların eylemleri değil, bizatihi Müslümanların varlığıdır.
Hal böyleyken ülkemizin aydınlarından makul gelebilecek bir açıklamayı bulamadığım için Yeryüzü Lanetlileri kitabının yazarı Frantz Fanon ve kitaba önsöz yazan Jean Paul Sartre’a başvuruyorum: “Özgür Dünya” ve “Özgür Olmayan Dünya İlişkilerine”: “Çok uzun olamayan bir zaman önce yeryüzünde iki milyar insan vardı, bunların beş yüz milyonu insandı, bir milyar beş yüz bini de yerliydi. Sözü birinciler söylüyor, ötekiler de öğrenince taklit ediyorlardı.” İfade özgürlüğü ve insan hakları, şiddet karşıtlığı gibi Avrupai değerler ve kavramları, Avrupalılardan çok kullanıyor olmamız Sartre’ın ne kadar haklı olduğunu göstermeye yeter de artar.
Sömürge tarihi
1953-1957 yılları arasında, Cezayirde psikiyatr olarak görev yapan Frantz Fanon, özelde Fransa ve Cezayir ilişkilerini genelde ise sömürgeci ve sömürge ilişkilerini şöyle açıklıyor: “Sömürgeci ile sömürge eski tanışlardır. Sömürgeyi yapan ve yapmaya devam etmekte olan sömürgecidir. Sömürgeci gerçekliğini, yani servetini, sömürge sisteminden bulur. Sömürgeci sömürgede, onun dışa vuramadığı bir öfkenin oluşmasına sebep olur.” Birikmiş öfkenin boşaltım alanı Ortadoğu ve Afrika olduğu sürece sorun olarak kabul edilmeği durumlar, Avrupa’nın kendi siyasal sınırları içinde gerçekleştiğinde ise dünyanın bir numaralı gündem maddesi olabiliyor.
Tam bu ortamda, Müslümanların dilemması ortaya çıkıyor. Cezayir’de, Mısır’da Filistin’de meşru talepler ile yola çıkanların bizzat Avrupa ülkelerinin desteği ile alaşağı edildiği bir dönemde, şiddet kullanma tekelini elinde bulunduranların tavsiye ettiği şiddetsizlik kavramının savunulması, bunun doğal sonucu olarak da, ne olursa olsun, Müslümanların şiddete başvurmamaları gerektiği.... Asıl sorunun yorumunu yine Franz Fanon’a bırakmak en doğrusu: “Sizi sömürgeleştirenlerin, sizde yarattığı en büyük yıkım, zamanla sizin kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.”