Yeryüzünde bir inci Ohri

Mustafa İsen / Yazar
15.01.2021

Göle çok yakınsanız önünüzde nazlı nazlı ama asil bir şekilde salınarak yüzen kuğular yemek ya da kahve keyfinize keyif katacaktır. Bu arada büyük bir ihtimalle de bütün isteklerinizi Türkçe olarak anlayacak ve tatlı bir Rumeli Türkçesi ile size karşılık verecek muhataplarınız olacak, şaşırmayın…


Yeryüzünde bir inci Ohri

Hayatımın bana sunduğu imkânlar çerçevesinde epey farklı yerler, şehirler, kıtalar, coğrafyalar gördüm. Burada kaleme aldıklarım bunlardan beni en çok etkileyenler. Tabii bir kısmı coğrafi konumlarıyla bir kısmı tarihi arka planlarıyla bir bölümü de modern yüzleriyle aklımda kaldı. Bunların arasında öyle yerler var ki yukarıda tanımladığım bütün kriterleri barındırıyor bünyesinde. İşte Ohri de bu tür şehirlerden biri. Ünlü Balkan dağları arasında adeta saklı bir cennet. Balkanların dağları kadar bol akarsuları da dillere destandır. Ohri, dünyanın en temiz göllerinden birine ev sahipliği yapması yanında Akdrim ve Karadrim gibi iki nehir yanında Prespa gölünün doğal yer altı kanallarıyla uzun süre yer altından aktıktan sonra Sveti Naum ya da bizim adlandırmamızla Sarı Saltuk türbesinin önünde fışkırarak yüzeye çıktığı alan ve bunlara eklenecek daha küçük örneklerle bir su cenneti. Velhasıl Ohri sudan ibarettir dense şaşılmaz.

Güzeldi, çok istila edildi

Elbette bu kadar güzel bir mekân tarihin çok erken dönemlerinden itibaren fark edilen bir alan olmuş. Roma İmparatorluğu zamanında Balkanlar’ı kat ederek bir ucu İstanbul’a kadar inen meşhur Via Egnatia yolu üzerinde yer almış olması onu kısa süre içinde geliştirmiş. Bu arada çokça istilaya maruz kalmış, Bulgar ve Slav krallıkları arasında el değiştirmiş. Kendi adıyla anılan alfabeyi bulan Kiril ve Metodi’nin öğrencileri Aziz Kliment ve Aziz Naum’un gayretleriyle bölge Ortodoksluğu benimsemiş. Bu yolla şehir bölgedeki dinî hayatın merkezini oluşturmuş ve 1000 yıllarında başpiskoposluk haline gelmiş. Bu dönemde Batı Bulgar İmparatorluğu’na baş şehirlik yapmış. Sonrasında Bizanslıların idaresi altına girmiş.

14. yüzyılın başından itibaren Balkanlarla ilgilenmeye başlayan Osmanlılar Ohri’yi 1385 yılında fethetti. Buradaki Hıristiyan halk, şehrin idaresine anlaşma ile el konulduğu için, yerinde bırakıldı ve sur içindeki yerleşim yerleri korundu. Bunlara ait kiliselerdeki ikona süslemeleri vb. sanat eserlerinin restore edilmesi de Osmanlı devrinde gerçekleşti. Osmanlı yönetimiyle birlikte bölgeye Türk nüfus da yerleştirildi, ayrıca yerli topluluklar arasında İslam dini yayılmaya başladı. Özellikle camiler, mektepler, medreseler, dergâhlar yanında canlı bir sivil mimari inşasıyla Ohri, günümüzde bir kısmını muhafaza ettiği siluetine kavuştu. Elbette anılan kurumları yönetmek üzere bir aydın kadro bölgede görevlendirildi. Ohri bir imparatorluk şehri olarak 527 yıl Osmanlı idaresinde Türk, Bulgar, Makedon, Arnavut, Çingene ve Ulahlardan meydana gelen bir insan mozaiğiyle, arada ufak tefek sorunlar olsa da, asude bir hayat yaşadı. 19. Yüzyılda bozulan dengeler pek çok Balkan şehri gibi burayı da altüst etti. 1912 yılında Sırp Krallığı’nın eline geçti, bu yapının Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ne dönüşmesinden sonra Makedonya’nın bir parçası oldu. Yugoslavya’nın parçalanması sonrası kurulan Kuzey Makedonya Cumhuriyeti’nin önde gelen turizm merkezlerinden biri olarak konumunu devam ettiriyor. Bu siyasi değişimler en çok bölgedeki Türk nüfusu etkiledi. Büyük çoğunluğu anavatana göç etti. Bugün sınırlı sayıda Türk ve Müslüman nüfus yine burada yaşamaya devam ediyor.

Ohri belli ölçüler içinde değişmekle birlikte bir Ortaçağ şehri konumunu bugün de sürdürüyor. Dağları, gölü, uygun iklim koşulları, bol akarsuları, kadim ibadethaneleri ve bizim Safranbolu evlerini andıran sivil mimarisi hala yerli yerinde.

Bu güzel şehirle bolca yolumuz kesişti. Ya da kesişmesi için özel gayretlerim oldu. Oraya, Selanik, Manastır, Resne üzerinden de gittim, Üsküp, Kalkandelen, Gostivar, Kırçova üzerinden de. Ayrıca uçakla da gittim. Uçak dışında hangi yolu tercih ederseniz edin geçtiğiniz mekânlar klasik Balkan coğrafyası olacak, yani dağlar aşacak, derin vadilerden geçecek, sık sık virajlarla ve köprülerle karşılaşacak ama başınızın dönmesinin sebebi kıvrımlı yollar değil manzaranın güzelliği olacaktır.

Sivil mimari korunuyor

Doksanlı yıllardaki ilk gidişimde henüz Yugoslavya dağılmamış, küçük ülkelerde daha bir öne çıkan lüzumsuz bayrak gösterme çabaları ortaya çıkmamıştı. Osmanlı’ya ait pek çok eser yok olmuştu ama Osmanlı dönemi sivil mimarisine ait evler koruma altına alınmış, 2000 yılında göz göre göre yerle bir edilen İmâret Camii yıktırılmamış ve yerine eski kilisenin bir devamı olarak Aziz Kliment Kilise ve Manastırı inşa edilmemişti. Neyse ki Ohri’deki Osmanlı eserleri arasında Ali Paşa, Hacı Hamza, Haydar Paşa, Emin Mahmud, Hacı Turgut, Keşanlı ve Kuloğlu camileri günümüzde de ayakta. Ayrıca Osmanlı dönemine ait Ohri Kalesi’nin bir bölümü, bu kale içindeki imaret külliyesine ait Sinan Çelebi Türbesi, Eski Hamam, Ohri Voska Hamamı, Saat Kulesi ve Ohri Çarşısı da kadim geçmişi hatırlatıyor. Bir yörede uygarlık birikimine sahip çıkacak nüfus azaldıkça onların üretimleri olan eserler de azalıyor, kaçınılmaz olarak. Geride kalan eserlerin birinden özellikle söz etmek istiyorum; Halvetî dergâhından. Makedonya’daki Halvetîler için bu tekke, bitişiğindeki Tekke camii ile beraber çok önemli. Bazı şehirlerde bu tür yapılar asli fonksiyonlarının ötesinde adeta o şehrin kimliğini temsil eden sembol eserlerdir. Bu dergâh da öyle. Dünden Bugüne Balkanlar belgeselini çektiğimiz sırada burası da programımızda yer alıyordu. Dergâhın geniş bahçesinden içeri girdiğimizde bizi alışılmış ya da beklediğimizin dışında bir şeyh efendi ile karşıladı. Karşımızda bize tanıştırılan şeyh, yetmişli yaşlarında, Balkan erkeklerine mahsus uzun bir boy, kravatı ve cep mendili dâhil grantuvalet bir kıyafet, özenle taranmış saçlar, matruş bir yüz ve özellikle boyanmış ayakkabılar. Bizi burada görmüş olmaktan dolayı memnuniyetini anlatıyor, önemli konukların ziyaretleri anısına düzenlenmiş hatıra defterini getirip rahmetli Özal’ın yazdıklarından ne kadar gurur duyduklarını ifade ediyor, bize. Sonra da kahve odasına geçip kahve ikramı ile taltif ediliyoruz. Ekip çekim işleri için hazırlıklara başladığında benim elimden tutup bahçeye doğru yürüyoruz. Biraz ileride şeyh ailesine ait mezarlar var. Onlardan birinin önünde durup belki yaşasaydı o yıllarda benim yaşımda olacak oğlunu birkaç yıl önce bir trafik kazasında kaybettiğini gözyaşları içinde bana anlatıyor. Birlikte Fatihalar yolluyoruz bu genç kayba. Sonra ben onun koluna girip tekrar ana binaya doğruluyoruz. Bu dergahı sonraki yıllarda da defalarca ziyaret ettim. Ama sözünü ettiğim şeyh efendi artık yoktu, ilk görüşmeden bir süre sonra oğluna kavuşmuştu.

‘Bunlarda kolesterol olmaz’

Bir başka gidişimiz Manastır Üniversitesi ile bir işbirliği çalışması içindi. Orada olduğumuzu öğrenen oğlu Gazi Üniversitesi’nde öğrenci Kırçovalı bir velinin başta rektörümüz olmak üzere bizi özel olarak ağırlamak için nasıl çaba gösterdiğini hatırlıyorum. Ev sahibinin sofrada büyük bir kitleyi doyuracak zenginlik ve çeşitlilikteki her yemekten adeta zorla bize yedirme konusundaki gayreti üzerine hocanın, teşekkür ederim benim kolesterolüm var mazeretine, “Abe bunlar Şar Dağı’nın kuzusudur, bunlarda kolesterol olmaz” sözüne hepimiz gülmüştük.

Bir kez de üst düzey bir heyetle birlikte Ohri’de düzenlenen 15. Orta Avrupa Ülkeleri Cumhurbaşkanları Zirvesi’ne katıldım. Buradan aklımda kalan toplantının yapıldığı geniş bahçeli alanın bir köşesinde Sırbistan ve Bosna-Hersek devlet başkanlarının son derece sakin bir biçimde meselelerini müzakere etme görüntüsüdür. İçimden gayrı ihtiyari keşke bu tür görüşmeler araba devrilmeden önce yapılabilse düşüncesi geçti.

Ohri’nin çevresi de kendisi kadar güzeldir. Elbette bu güzellikler başka güzelliklere de ev sahipliği yapar. Bu bölgede yer alan Struga’da Struga Şiir Akşamları adıyla uluslararası bir şiir festivalidir düzenlenir. 1966 yılından bu yana varlığını sürdüren festivalin ödülü olan “altın çelenk” Neruda ve Adonis gibi büyük şairlere verilmiştir. 1974 yılında ise ödül, Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya sunuldu. Avrupa’nın en temiz gölü ünvanını taşıyan Ohri’den doğan Karadrim ırmağının üzerindeki ilk köprüde başlatılan Struga Şiir Festivali sayesinde Makedonca gibi küçük bir dil, dünya çapında kendi tanıtımını başarıyla yapıyor. Bu yolla Struga’ya artık dünya şiirinin başkenti deniliyor. Bu etkinlik dünyanın birçok ülkesine ve Türkiye’ye de bir model oluşturuyor. Nitekim biz de 2000 yılından itibaren yapılan Sapanca Şiir Akşamları’nı biraz bu faaliyetten etkilenerek uygulamaya koymuştuk.

Ohri’nin çevresinden söz edince Sveti Naum Manastır’ndan mutlaka söz edilmeli. Ohri Gölü’nün yaklaşık 10 kilometre uzağında ve ondan 150 metre daha yüksekte olan Prespa Gölü’nün suları doğal yer altı kanalları ile Ohri Gölü’ne akar ve onu besler. Bu akıntının bir kısmı gölün içine akarken bir bölümü de gölün hemen kıyısında yer alan manastırın çevresinde adeta fışkırır ve aynı anda çevrede göller oluşturur. Ortaya çıkan manzara eşsizdir. Bu gibi kutsal mekânlar, bir yatırın değişik adlarla hem Müslümanlar hem de Hıristiyanlar tarafından kutsanması tezine uygun olarak Müslümanlarca Sarı Saltuk türbesi olarak da değerlendirilmiştir.

Ben rüya mı gördüm?

Ohri gezileri sonrasında gördüklerimi yeniden hatırlamaya çalıştığımda zihnim beni sürekli zorlar, yok canım ben her halde bir rüya gördüm ya da bazı şeyleri hayal ettim, derim. Bunun gerçek olduğuna bir türlü aklınız sizi ikna edemez. Coğrafyanın cömertliğini düşünürsünüz. Eee ne var bunda diye itiraz eder bir tarafınız, doğal güzellikler bakımından olağan dışı o kadar çok manzara var ki daha önce gördüğünüz. Bu elbette yetmez. Ama bu mekanlara sanki bu güzelliği tamamlamak için bir ilahi el değmiştir. O yüzden Ohri’den söz edilirken hep şöyle bir hikâye söylenir: Tanrı cenneti yaratırken cennetten bir damla düşmüş ve bundan Ohri Gölü oluşmuş. Ama sakinlerini de unutmayalım, özellikle Osmanlılar bu güzelliklerle ancak bu denli uyumlu olabilecek bir mimari oluşturmuşlar Ohri’de. Oturmak için değil sanki seyredilmek için evler, sadece ulaşım için değil, bizi olumlu anlamda şaşırtmak için yollar, salt ibadet için değil huzur edinmek için mabetler, keyif alınmak için oteller, lezzetin ötesine geçen yeme içme mekânları ve gölgesinde dinleneceğiniz çarşıdaki asırlık çınar.

Ohri’nin Balkan mutfağına ek olarak kendine mahsus bir yemek kültür de var. Gölden lezzetli balıklar çıkıyor, özellikle ben bir çeşit alabalık olan pastrmkayı öneriyorum. Hediye alacaksanız elbette bölgeden çıkan incisi ve sedefi. Yakınlarım bilir peynirle ne denli dost olduğumu, özelikle de keçi peyniri. Kesinlikle iddia ediyorum ki dünyanın en güzel keçi peynirleri, tabii koyun peyniri de, bu bölgede üretiliyor. Fırsat bulunca kaçırmayın, derim.

Göle çok yakınsanız önünüzde nazlı nazlı ama asil bir şekilde salınarak yüzen kuğular yemek ya da kahve keyfinize keyif katacaktır. Bu arada büyük bir ihtimalle de bütün isteklerinizi Türkçe olarak anlayacak ve tatlı bir Rumeli Türkçesi ile size karşılık verecek muhataplarınız olacak, şaşırmayın….

[email protected]