Yine geldi 14 Şubat!

Dr. Hülya Bulut / Marmara Üniversitesi
12.02.2022

Sevgililer Günü geldi çattı; yine tüketiciler olarak omuzlarımızda ağır bir yük ile karşı karşıyayız! Teslim olsak ve kendimizi alışverişin rahatlatıcı terapisine ve büyüsüne bıraksak, bu durumda 6-8-10 aylık taksitlerle kredi kartlarımız dertlenecek! Ufak tefek, mütevazı hediyelerle geçiştirsek kimse aldıklarımızın yüzüne bakmayacak! "Ben bu tüketim çılgınlığına direniyorum, tüketim ahlakı sergiliyorum" diye boş geçmeye çalışsak, çağdışı damgası yiyeceğiz!


Yine geldi 14 Şubat!

Yaş günleri... Anneler Günü... Babalar Günü... Mühendisler, eczacılar, tıpçılar, öğretmenler, girişimciler günü... Tiyatro, müze veya sanata adanmış nice özel günler... Ve tabii 14 Şubat; Sevgililer Günü... Takvimdeki herhangi bir yaprak, birden fazla önemli olayı kutlamak zorunda kalmanın çaresizliğini, hüznünü mü barındırıyor yoksa... Düşünüyorum da acaba özel günleri tanımlamak, onlara atfetmek için yılın 365 günü yeterli oluyor mu? Neyse; işimiz aritmetik değil; "yettiği kadar" deyip bu soruyu kapatabiliriz. Peki ya niyeti sorgularsak? Belki görünürdeki niyetin halisane olduğunu söyleyebiliriz: Yani önem verilmesi, toplumsal farkındalığın artması, istenen kavramlara, tanımlara, konulara özel bir gün ilan edilmesi; sonrasında ise yavaş yavaş bu günlerin hatırlanması, kutlanması, idrak edilmesi beklentisiyle bir sonuca ulaşmanın hedeflenmesi. Belki, "daha ne yapayım, dünya gününü de ilan ettim" savunması, sorumluluktan sıyrılmanın bir yolu da olabilir. Hani bilenler bilir; bir işi, projeyi yapmak yerine savsaklamak isteyenler ustaca bir manevrayla "projeyi ya daha üst bir kurula havale eder ya da projenin bütçesini artırmak isterler ya!". İşte buradaki amaç, yapılması gerekenleri çıkmaza sokarak sorumluluktan kurtulmak ve işi oldurmamaktır.

Tahakküm sorunu

Hadi niyet okumayalım, kimseyi de suçlamayalım. Peki ama örneğin anneler veya babalar gününde hiç anne/baba sevgisi tatmamışlar, yetimler, öksüzler ne olacak? Onları nereye koyacağız? Öyle bir günde onlar neyi kutlayacaklar, kime hediye alacaklar, çiçek götürecekler? "Canım onlar azınlıkta; bir grup insan yüzünden genelin neşesini, mutluluğunu, keyfini mi kaçıralım?" diyenler olabilir. Ama aslında neyi, ne kadar kaçırıyoruz, neyi, ne kadar doğru kotarıyoruz bilemiyorum. Kaldı ki, tek ve mutlak bir cevabın olduğunu da sanmıyorum. Hatta öyle bir çağdayız ki çoğunluğun azınlığa, zaman zaman da azınlığın çoğunluğa tahakküm koyduğu garip olaylara şahitlik ediyoruz. Demokrasi, özgürlükler, insan hakları gibi kavramların fazlaca ters yüz edildiğine, sorgulandığına, gelişmiş toplumların diğerlerini sömürmeye devam ederken bunları araçsallaştırdığına yönelik pek çok tartışmayı okuyor, dinliyor, görüyor ve olan biteni anlamaya çalışıyoruz.

Herkese yarım tavuk

Tabii konunun ekonomik boyutu da var. Kapitalizm dünyasında önce yatırım yapılır ve üretim kapasitesi arttırılır. Sonrasında üretim kapasitesinin azamisi kullanılarak, üretilenlerin piyasada konumlandırılması, satılması, yüksek düzeyde ciroların elde edilmesi amaçlanır. Hedeflenen şey karlılık yoluyla yatırımın geri dönüş süresinin olabildiğince hızlı olmasıdır. Denklem budur! Tabii istihdam, gelir, vergi gibi yan faydalar belki daha da önemli! Ama, Amerikalıları bilirsiniz işte. Hemen her şeyin istatistiğini tutmayı pek severler. Tüketimden telekoma, perakendeden bilime, sanattan spora kadar her şeyin istatistiğini tutarlar. Bazen manuel, bazen de çok iyi yazılmış kodlar ve algoritmalarla elde edilen istatistikler şirket yönetiminde olduğu kadar, başka alanlarda da karşımıza çıkar. Öyle ki, örneğin beyzbol, futbol ve basketbol koçları bile çıkacakları müsabakalardaki stratejilerini istatistiklere göre şekillendirirler. Ama aynı Amerikalılar yeri geldiğinde kendilerini eleştirmekten geri durmazlar: "İstatistiklere göre ABD'de her gün kişi başına yarım tavuk tüketilmektedir!" Bunu izleyen ifade ise oldukça alaycıdır: "Ama kimse dikkat etmez ki; bazıları bütün bir tavuğu yerken, diğer bazıları ise günün sonunda hiçbir şey yeme şansına sahip olmayan sokaktaki evsizlerdir!" Evet, ABD'de milyonlarca insan evsiz barksızdır ve sokaklarda kendi kaderlerine terk edilmiştir. Bu sayının her geçen gün arttığı da bilinmektedir.

Ekonomiyi aşan gün

National Retail Federation'ın (NRF) raporuna göre 2021 yılında ABD'de Anneler Günü'nde 28 milyar dolarlık bir alışveriş gerçekleşmiş. Şüphesiz ki, bütün Amerikalılar'ın bu tüketime katıldığı söylenemez. Bazıları bu özel günü önemseyip kutsarken, bazıları da es geçmiştir. Nitekim kişi başına yapılan harcamanın yaklaşık 220 dolar olduğu hesap edilmiş. Yani basit bir hesapla 130 milyon civarında insan mağazalara koşmuş. Pardon, pardon! İnternet sitelerinin karşısına geçip çoğu e-ticaret'ten sipariş vermiş. Dünün mağazaları, bugünün e-ticareti, yarının metaverse'i...Babalar Günü'ne de hızlıca bakarsak, tutarların yine yüksek olduğunu görürüz: 2021 yılında yaklaşık 20 milyar dolarlık bir harcama gerçekleşmiş. Yine, NRF'nin raporuna göre kişi başına yapılan harcama 175 dolar civarında olmuş. Basit aritmetik bize yaklaşık 115 milyon Amerikalının Babalar Günü'nde harcama yaptığını söylüyor. Oldu mu şimdi!? "Babalar annelerden daha mı önemsiz?" Vallahi haydi bunu köpürtelim biraz, 2022'de harcamayı şöyle bir yüzde 30-40 artıralım da Anneler Günü'nü yakalayalım. Şaka bir yana; Anneler ve Babalar Günü kutlamalarının ABD'de yaklaşık 50 milyar dolara yaklaştığı, satın alma güçlerine bakarak küresel pazar büyüklüğünün ise 120-150 milyar dolar civarında olduğunu tahmin etmek yanlış olmaz. Unutmayalım ki; bu tutar, birçok ülkenin ekonomisinden daha büyük bir ekonomik hacim anlamına gelmekte.

Şükran Günü (Thanksgiving) için yapılandırılan alışveriş çılgınlığı ise belki bir tasarım dehasını içinde barındırıyor. Kara Cuma (Black Friday) ve Siber Pazartesi (Cyber Monday) arasındaki birkaç güne yayılmış, güdülenmiş, çılgın bir alışveriş "deneyimi" öncesi ve sonrasıyla neredeyse 8-10 günlük bir maraton! Şirketler, markalar, yönetimler bu süreye olağanüstü hazırlanıyor; kendi hesaplarına göre 3-4 aylık cirolar hedefliyorlar. Müthiş bir kampanya, fiyatlama, reklam ve çapraz satış örgüsü söz konusu. Tüm bunlardan ne Rolex gibi zamanı farklı gösteren! lüks saatçiler, ne LEGO, Barbie gibi oyuncak markaları geri duruyor, ne de GAP, Levi's, Lacoste, Gucci, ve M&S gibi hazır giyimciler ile Apple, Samsung, Sony gibi akıllı cihaz ve tüketici elektroniği üreticileri. Herkes oyuna dahil olmak için can atıyor! Bundan kaçış, bundan çıkış yok; çünkü çıkılacak son köprüler yakılmış, hedefler konmuş, bu hedeflere bağlı olarak şirket çalışanlarına primler tahsis edilmiş! Unutmayalım ki bu birkaç gün içinde yine NRF'nin verilerine göre sadece ABD'de yaklaşık 230 milyon kişi alışveriş yapıyor. ABD'nin nüfusu 330 milyon civarında; kredi kartı olmayanları, bebekleri, çocukları ve ileri yaştakileri çıkartınca zaten 230 milyon kalıyor! Boşuna "We are ALL in!" (Hepimiz Oyundayız) denmiyor...

Algı, marka ve bol tüketim

Gelelim 14 Şubat'ta kutlanılan Sevgililer Günü'ne (St. Valentine's Day)! İster Britannica veya Wikipedia, ister bir başka kaynağa baktığınızda aşağı yukarı aynı öyküleştirme (storytelling) ile karşı karşıya kalırsınız: "1908 tarihli Katolik Ansiklopedisi'ndeki eski şehitler listesinde, 14 Şubat gününe kayıtlı, inancı yüzünden öldürülmüş üç tane Aziz Valentine geçmektedir. Romantik aşk ile Valentine arasındaki bağlantı tarihi dokümanlarda hiç geçmemektedir ve kimi tarihçilere göre bu sadece kuru bir efsanedir. Valentine'nin onuruna kutlama günü, 14 Şubat 496 yılında Papa Gelasius tarafından ilan edilmiştir. 1969 yılında kilise takviminden Aziz Valentine günü çıkarılmıştır..." Görüleceği üzere, kapitalizmin son mertebesi olan "algı, marka ve bol tüketim" üçlemesi için gerçekliğin aslında pek bir önemi yoktur. Nasıl olsa metin yazarlarının "yaratıcı üretimi" ana akım medya ile çoktan buluşmuş ve bereket, doğurganlık, sevgi, aşk ve romantizmi çağrıştıracak konumlandırma zihinlerimize kazınmıştır.

Sevgililer Günü geldi çattı; yine tüketiciler olarak omuzlarımızda ağır bir yük ile karşı karşıyayız! Yok teslim olsak ve kendimizi alışverişin rahatlatıcı terapisine ve büyüsüne bıraksak, bu durumda 6-8-10 aylık taksitlerle kredi kartlarımız dertlenecek! Yok ufak tefek, mütevazı hediyelerle geçiştirsek kimse aldıklarımızın yüzüne bakmayacak! Yok "ben bu tüketim çılgınlığına direniyorum, tüketim ahlakı sergiliyorum" diye boş geçmeye çalışsak, çağdışı damgası yiyeceğiz! Gerçekten zor zanaat! Birisi bize sormaz mı; "ABD'de insanlar her yıl yaklaşık 30-35 milyar doları boşuna mı saçıyor; dünyada 80-100 milyar dolar boşuna mı harcanıyor" diye? "Aman, herkes akılsız da, bir tek sen mi akıllısın?" derler adama... derler ne yazık ki!

Bazı filmlerde, dizilerde, gazetelerde ve diğer mecralarda zaman zaman bir uyarı dikkatimizi çeker "bu prodüksiyonda ürün yerleştirme vardır!". Muhteşem Yüzyıl'da Hürrem'in taktığı takılar da, Masumlar Apartmanı'nda kullanılan arabalar da çoğu zaman ürün yerleştirmedir. Kim bilir sonrasında hangileri, kaç adet siparişe dönüşmüştür. Artık reklam bütçelerinin harcanma mecraları da fazlasıyla değişti tabii. Eskiden dünyaca tanınan bir aktöre veya aktrise yatırılan milyonlarca dolar, bugün karşımıza daha ziyade ürün yerleştirme, influencer ve dijital reklam olarak çıkıyor. Hele hele o güzel paketler, janjanlı ambalajlar, kırmızı kurdeleler... En çok şaşırdığım, içerlediğim ve sihirli(!) bir başarı olarak değerlendirdiğim husus da şu: Anne sevgisine, çocuksu ilgiye ve aşka hem en temel hem de en fazla düzeyde ihtiyaç duyan Masumlar Apartmanı dizisinin baş kahramanları olan Derenoğlu Ailesi'nin evlenmeye hazırlanan üyelerinin, birbirlerine "tek taş yüzükleri" ile hava atması! Üstelik, varlıklı ama sevgiye aç olmalarına karşın damat adaylarının "az mı ödedi, çok mu ödedi" konusunda birbirleri ile yarışan meraklarının fazlaca gündemde tutulması.

Sürdürülebilir borçlanma

Ana akım dalgaları değiştirecek gücümüz olmasa da, aslında hepimiz kendi kararlarımızdan ve davranışlarımızdan sorumlu değil miyiz? Özellikle, Osmanlı'dan Cumhuriyete geçişle beraber hem beşeri hem de finansal sermayede önemli kayıplara uğramış bir toplum olarak, atacağımız her adım, uygulayacağımız her karar çok daha büyük öneme sahipken! Gerek birey ve aile düzeyinde, gerek şirket ve kurum düzeyinde, gerekse kamu düzeyinde tasarrufları çok düşük bir ülkeyiz. Ama bir o kadar da iştahlı, gelişmeci ve büyümeciyiz. Tamam, kabul, bugünün realitesi bu belki, ama istenen büyüme nasıl sağlanacak? Bugüne kadar olduğu gibi borçlanmayla, özellikle de dış kaynaklı borçlanmayla! Hem "borç yiğidin kamçısıdır!", hem de "ayağını yorganına göre uzat!" atasözlerinin sahibi değil miyiz? Eee bu tezatlık karşısında "bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!" demeyecek misiniz?

Hatta, "ne anladım ben bu işten!" diyerek de işin içinden sıyrılmayın sakın! Evet belki sürdürülebilir bir şekilde borçlanacağız, ama aldığımız parayı hangi alanlara yatıracağımızı daha çok tartışacağız. Artık betona, demire, çeliğe değil, daha ziyade insana yatırım yapacağız. Evet altyapı sorunlarımız vardı ve ihtiyaçlar giderildi. Ama Batı ile farkı kapatmak, refah toplumunu yakalamak istiyorsak eğitime, nitelikli ve şuurlu beyinler yetiştirmeye daha fazla kaynak ve emek harcamalıyız. "Sevgililer Günü geldi çattı, ne yapacağız" diye soranlara; Anadolu irfanının, vicdanının, merhametinin ve ferasetinin bugüne kadar imal edilmiş en büyük tek taştan ve markadan çok daha kıymetli ve çok daha anlamlı olduğunu hatırlatmaya var mısınız?

[email protected]