Yine Pakistan, yine demokrasi krizi

Faruk Önalan / Yazar
15.04.2022

Pakistan demokrasisinin en önemli sorunu, ordunun siyasete yön verme hastalığının devam etmesidir. Pakistan halkı ile Türkiye arasında tarihi, sağlam bir bağ vardır. Hangi iktidar başa gelirse gelsin, bu derin bağ zarar görmez.


Yine Pakistan, yine demokrasi krizi

Pakistan'ın bağımsızlığını ilan ettiği 1947 yılından itibaren, suikasta uğrayan ilk Başbakan Liyakat Ali Han'dan görevden alınan son Başbakan İmran Han'a kadar hiçbir hükümet beş yıllık görev süresini tamamlayamadı. İmran Han güvensizlik oylamasıyla görevinden alınan ilk Başbakan oldu. Eski Başbakanlar Benazir Butto ve Şevket Aziz'e karşı güvensizlik oylaması yapılmış ancak iki isim de koltuklarını muhafaza etmişti.

Cunta ile 33 yıl

75 yıllık Pakistan siyasi tarihinin 33 yılında ülke askeri cunta tarafından yönetildi. Geri kalan dönemlerde ise ordunun siyaset üzerindeki etkisi güçlü bir şekilde devam etti. Hem parlamenter sistemin getirdiği dezavantajlar hem de ordunun pozisyonu, Pakistan siyasi sisteminin demokratik bir şekilde ilerlemesine engel olmuştur. İmran Han'ın 2018 seçimleri sonrasında koalisyon ortakları olan Birleşik Halk Hareketi (MQM) Belucistan Avami Partisi (BAP) yanı sıra kendi partisi Pakistan Adalet Hareketi'nden (PTI) bazı milletvekillerinin saf değiştirmesi hükümetin düşmesine neden oldu. Bu nokta "parlamenter sistemin dezavantajları" başlığının en önemli unsurlarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

İmran Han uzun zaman boyunca Navaz Şerif'in hükümetten düşürülmesi için mücadele etti. Hafızalarda yer edinen 2013-14 protestolarında Han'ın yanında Pakistan Halk Hareketi (PAT) lideri Tahir-ul Kadri de vardı. Ayrıca eski İstihbarat şefi Zahir-ul İslam da destek veriyordu. İmran Han Pakistanlılara sivil itaatsizlik çağrısı yapıyor, elektrik-su faturalarını ödememelerini ve bankalardaki paralarını çekmelerini istiyordu. Başbakanlık yolu 2017'de Pakistan Yüksek Mahkemesi'nin Navaz Şerif'i görevden uzaklaştırması ile açıldı. Bu süreçte Tahir-ul Kadri ve Ordu Komutanı Kamer Cavid Bajva en önemli destekçisiydi. Yüksek yargının Navaz Şerif kararını bir gün önceden "tahmin eden", karar sonrasında da coşkuyla "Mübarek, mübarek olsun. Yaşasın Pakistan Anayasa Mahkemesi" sloganını atan Tahir-ül Kadri'den başkası değildi.

Ancak daha sonra hem Kadri hem de General Bajva ile arası açılmaya başladı. Kadri 8 yıl önceki protesto gösterilerinde hayatını kaybedenlerle ilgili davada (Lahor'da 14 PAT aktivistinin ölümü ve 80'inin yaralanması olayı) ilerleme olmamasından dolayı İmran Han'a cephe aldı. Sert sözlerle hükümete yüklendi: "İktidar koltuğu şehitlerin kanıyla lekelendi. PTI iktidarda. Adalet ne zaman yerini bulacak?" ve Kadri artık siyasi sistemin tıkandığını ve tamamen değişmesi gerektiğine dair söylemlerine hız verdi. İmran Han'ın meclis kararıyla düşürülmesinden sonra takipçileri Tahir-ül Kadri'nin haklı olduğunun ortaya çıktığını haykırmaya başladı. Önümüzdeki süreçte "sistem değişikliği" ile ilgili çıkışlar daha yüksek sesle dile getirilecektir. Elbette bu değişimin çerçevesinin nasıl olacağı ise ayrı bir tartışma konusu.

Ordu komutanı Kamer Cavid Bajva'nın Başbakanlık sürecinde, İmran Han'a desteği söz konusuydu. Sonraki dönemlerde anlaşmazlıklar çıksa da bir şekilde üzeri örtüldü. İlk çatlak Servisler Arası İstihbarat (ISI) Başkanı Korgeneral Faiz Hamid'in başka bir göreve verilip yerine Korgeneral Nedim Anjum'un getirilmesi oldu. (Anjum'un, Britanya Kraliyet Savunma Çalışmaları Koleji mezunu olduğunu belirtmekte yarar var.) Hamid, İmran Han'a yakın bir isimdi. Afganistan'daki yönetim değişikliği sürecinde oldukça faaldi. Hükümet kurma sürecinde, Taliban ile Hakkani Ağı arasındaki sorunları çözmek için gittiği Kabil'de görüntü vermesi bazı kesimlerin tepkisine neden olmuştu. İmran Han bu atamaya bir müddet dirense de General Bajva karşısında "pes etmek" durumunda kaldı.

Asıl kırılma

Asıl kırılma ise Rusya-Ukrayna krizi sonrası yaşandı. İmran Han tarafsız bir politika izleme yolunu seçti. Krizin ortasında Moskova'ya gidip Putin ile bir araya geldi. Başkent İslamabad'da bulunan 20'den fazla yabancı ülkenin büyükelçisinin ortak bir çağrı ile "Rusya'nın kınanması" talebine, "Bizi ne sanıyorsunuz? Biz sizin köleniz miyiz? Ne söylerseniz onu mu yapacağız?" sözleriyle çok sert tepki gösterdi. Hatta aynı mektubu neden Hindistan'a yazmadıklarını sordu. Ki sonuna kadar haklıydı, Hindistan da tarafsız kalmayı seçmişti. Pakistan hükümeti stratejisinin netleştiği bir ortamda Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Kamer Cevad Bajva, ABD ile iyi ilişkiler istediğini belirtip Rusya'nın Ukrayna'da başlattığı savaşı derhal durdurması gerektiğini söyledi. Bu sözler ordu ile hükümeti derin bir görüş ayrılığına sürükledi. Oysaki 2021 sonbaharında Rus ve Pakistan ordusu Krasnodar'da "Drujna (dostluk)-2021 " askeri tatbikatı gerçekleştirmişti. İmran Han bir süredir Orgeneral Bajva'yı görevden almayı planlıyordu hatta "güvensizlik oylaması" sırasında verilen iftar arasında son bir hamle yapmak istedi lakin muvaffak olamadı.

Nükleer caydırıcılık

Sene başında 62 sayfalık "Pakistan 2022-26 Güvenlik Politikası Raporu" hazırlandı. Geniş kapsamlı bu raporda dört başlık ön plana çıkıyor:

l Nükleer caydırıcılık, Güney Asya'nın güvenliğinde kritik bir rol oynamaktadır.

l Hint Okyanusu hızla bir rekabet alanı haline geldi.

l Münhasır Ekonomik Bölgemizin korunması kritik önem arz ediyor.

l Uzay, artık küresel rekabetin yeni sınırı haline geldi.

İlk iki maddede Türkiye faktörü ön plana çıkıyor. "Türkiye – Pakistan nükleer işbirliği" meselesi ve Pakistan donanmasının Türkiye tarafından güçlendirilmesi ile ilgili endişeler. Pakistan, 28 Mayıs 1998 tarihinde, "başarılı ve güvenilir nükleer denemesiyle bölgedeki caydırıcı güç dengesini yeniden tesis ettiğini" açıklamıştı. Bu kapsamda, İsrail eski askeri istihbarat yetkililerin kurduğu Orta Doğu Medya Araştırma Enstitüsü (MEMRI) çekincelerini açık bir şekilde dile getirdi: "Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye Cumhurbaşkanı olarak yükselişi ile güçlenen Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan arasındaki ittifak, Çin Halk Cumhuriyeti'ni de şaşırtıcı bir sessiz ortak olarak edinmiş görünüyor. Daha büyük endişe, Türkiye-Pakistan nükleer işbirliği hayaletidir." Memri, bu ittifakın karşısında ABD, Hindistan ve Ermenistan yanında Rusya ve İran'ın da olabileceğini söylüyor. Ancak Rusya ve İran'ın rakip oldukları kadar üçlü ittifak ile işbirliği içinde olduğu da vurgulanıyor. Esasında bir açıdan haklılar; Türkiye-Pakistan-Azerbaycan arasında imzalanan İslamabad Deklarasyonu, Orta Asya'da güç dengesini değiştirme potansiyeline sahip. Türkiye'nin elde ettiği stratejik başarılar İran'ı fazlasıyla ürküttü. Azerbaycan ve Nahçıvan üzerinden Hazar Denizi'ne direkt erişim, Orta Asya üzerinde Türkiye'nin artık doğrudan nüfuz sahibi olmasının önünü açması hem İran hem de Rusya'da tedirginlik meydana getirdi. (Devrim Muhafızlarına yakın sosyal medya hesabı üzerinden, Azerbaycan ve Türkiye alenen tehdit edildi.) Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan Özel Kuvvetleri'nin 12-20 Eylül 2021 tarihleri arasında Bakü'de gerçekleştirdiği "Üç Kardeş-2021 Tatbikatı" ayrıca önemli bir mesaj niteliğindeydi. Bunun yanında Orta Asya Cumhuriyetleri ile yapılan anlaşmalar, İsrail istihbaratının etkisini sınırlamaktadır.

Diğer konu Pakistan donanmasının güçlendirilmesi meselesidir ki buna en fazla tepkiyi Hindistan göstermektedir. Hindistan Ulusal Kongresi parti sözcüsü Abhishek Singhvi, "Çin ve Pakistan'dan sonra Hindistan için en büyük tehdit Erdoğan'dır" sözleriyle bunu açıkça dile getirmişti zaten. Türk Savunma sanayisinde bir seferde yapılan en yüksek rakamlı ihracatta imzalar Pakistan ile atılmış, dört adet Milgem korvetin, 4.sününün sac kesim töreni Karaçi'de yapılmıştı. Öte yandan, Türkiye-Pakistan işbirliğine karşı Yunan analistlerin "Hint-Yunan ittifakı" çağrısında bulunduğunu da bir kenara not edelim.

Taşları yerinden oynuyor

2019 yılı sonunda Malezya'da düzenlenen "Kuala Lumpur" zirvesi birçok açıdan taşları yerinden oynatmıştı. Zirveye Türkiye, Malezya, Endonezya, Pakistan, Katar ve İran katılacaktı. Ancak Körfez ülkelerinin yoğun baskısı nedeniyle Pakistan ve Endonezya katılımdan vazgeçmişti. Pakistan uzun zamandır ekonomik kriz içinde. Zirvenin detayları şekillenmeye başlayınca Suudi Arabistan veliaht Prensi Muhammed Bin Selman İslamabad'a gidip İmran Han ile görüştü. Diğer taraftan Ordu Komutanı Bajwa da BAE'ye gidip Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed Bin Zayed ile görüştü. Biliyordu ki askerin Pakistan siyasi sistemindeki gücü belirgindir. Bu görüşmelerden sonra da Pakistan Malezya'daki zirveye katılamayacağını bildirdi. İmran Han ilerleyen aylarda yapmış olduğu açıklamada, "maalesef, Pakistan'a çok yakın dostlarımız, konferansın ümmeti böleceğini düşünüyordu" sözleriyle söz konusu baskıyı bir nevi itiraf etmiş oldu.

Pakistan nükleer bir güç olarak oldukça stratejik bir ülke konumunda bulunmaktadır. Siyasi sistem tam olarak oturmadığı ve son yıllarda ekonomik olarak zor günler geçirdiği için büyük sıçrayışı gerçekleştirmesine maalesef müsaade edilmiyor. Pakistan Talibanı (TTP) da bu süreçte saldırılarını artırmaya başladı. İmran Han, TRT World'e verdiği röportajda, TTP grubu çatısı altındaki bazı gruplarla görüştüklerini, silah bırakmaya ve normal bir vatandaş olmaya ikna etmeye çalıştıklarını açıklamıştı. Ancak örgüt, "Pakistan hükümeti ile pazarlık yapmayacağız" cevabını verdi. Belli ki TTP, yaşanan süreçten de istifade ederek saldırılarını artıracak. Pakistan için zor zamanlar...

Türkiye örneği

İmran Han'ın Başbakanlığa uzanan yolu bir Yüksek Yargı kararı ile açıldı yine bir Yüksek Yargı kararı ile son buldu. Yeni Başbakan olarak Şahbaz Şerif göreve başladı. Gelen ya da giden isimlerin kim olduğundan bağımsız olarak; Pakistan demokrasisinin en önemli sorunu, ordunun siyasete yön verme hastalığının devam etmesidir. Bu doğrultuda Middle East Monitor'de yayınlanan bir analizde yer alan bir tespit oldukça dikkat çekicidir: "Pakistan Başbakanı İmran Han, Erdoğan'dan ders almalıydı. Daha önceki Türk liderlerin aksine, Erdoğan ordu tarafından sindirilmeyi reddetti."

Son olarak; Pakistan halkı ile Türkiye arasında tarihi, sağlam bir bağ vardır. Hangi iktidar başa gelirse bu derin bağ zarar görmez. Yeni Başbakan Şahbaz Şerif 2018 seçimleri öncesinde şöyle hitap etmişti: "Bugünlerde konuşmalarımda hep Türkiye'yi örnek veriyorum. Çünkü bir zamanlar 'Avrupa'nın hasta adamı' olarak bilinen artık Türkiye bölgesel bir güç olmuştur.

[email protected]