YÖK reformu: Yetmez ama evet...

Prof. Dr. RECEP BOZLAĞAN / Marmara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı
19.01.2013

Mevcut sistemde üniversiteler, en küçük ve sıradan konularda bile YÖK ile yazışmak ve görüş almak mecburiyetinde idi. Bu sebeple yeni düzenleme YÖK’ü ülkenin en ücra köşesindeki üniversitelerin bile iç işlerine müdâhil olmaktan yani büyük bir evrak selinden ve lüzumsuz iş yükünden de kurtaracaktır.


YÖK reformu: Yetmez ama evet...

Türkiye’de yükseköğretimin yeniden yapılandırılması, son otuz yılın en çok tartışılan konularından biridir. Sistemin sorunlarının çözülmesi amacıyla neredeyse sayısız denebilecek görüş açıklanmış, fikir ortaya atılmış ve birçok çalışma yapılmıştır. Buna rağmen, ilgili toplumsal kesimlerin hemen hemen tamamı tarafından eleştirilen mevcut yapıda ciddi bir iyileşme sağlanamamıştır.

1982 Anayasası’nın 130. ve 131. maddelerinde ayrıntılı bir şekilde düzenlenen mevcut yapı, Anayasa’nın yükseköğretime verdiği önemin değil, onu sınırlandırma ve ağır bir hiyerarşik denetime tâbi tutma eğiliminin bir eseridir. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ise, Anayasa ile sınırlandırılan sistemi adeta çalışamaz hâle getirmiştir. Türkiye’deki üniversitelerin akademik performansa dayalı başarı sıralamasında, dünya genelinde gözle görülür bir başarı elde edememeleri bunun en belirgin göstergelerinden biridir.

2012 verilerine göre dünyanın önde gelen endekslerinde (Academic Ranking of World Universities, The Times Higher Education World University Rankings, QS World University Rankings, University Ranking by Academic Performance) ilk 200 içinde Türkiye’den hiçbir üniversite bulunmamaktadır. Buna karşın, söz konusu endekslerde Brezilya, Meksika, Arjantin ve Güney Afrika Cumhuriyeti gibi ülkelerin üniversitelerinin daha iyi konumda yer aldıkları görülünce, ülkemizdeki yükseköğretim sisteminin içinde bulunduğu durum en dramatik hâliyle gözler önüne serilmektedir.

Üniversite sadece üniversite değil

Üniversiteleri dünya çapında başarılar elde eden ülkelerin yükseköğretim sistemlerinin bir takım özelliklere sahip oldukları dikkat çekmektedir. Söz gelimi, bu ülkelerde yükseköğretim kurumlarının idarî ve malî açıdan özerkliğe (geniş sınırlar içinde serbestçe karar alıp uygulayabilme, kendine ait malî kaynaklar oluşturabilme, idarî personel istihdam edebilme), bilimsel açıdan ise geniş bir özgürlüğe (akademik birimleri kurma, müfredat oluşturma, bilimsel araştırma yapabilme, akademik personel istihdam etme) sahip oldukları görülmektedir.

Diğer taraftan bu tür ülkelerde üniversitelerin yalnızca merkezî yönetimlere karşı değil, fakat aynı zamanda öğrencilere, mezunlara, diğer iç ve dış paydaşlara, bir bütün olarak halka ve doğal çevreye karşı da “sorumlu ve hesap verebilir” bir yapı ve işleyişe sahip oldukları dikkat çekmektedir. Bunların yanı sıra eğitimde eşitlik ve hakkaniyet, istihdam sağlama, kalite ve akreditasyon, uluslararasılaşma da dünya çapında başarılar elde eden üniversitelerin özellikleri arasındadır.

Türkiye’de yükseköğretim sisteminin temel sorunları ise Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından 2007 yılında kamuoyuna açıklanan Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi adlı raporda özetle şöyle sıralanmıştır:

Yükseköğretime artan talebe karşı arz yetersizliği

Verilen eğitimin uluslararası kalite bağlamında yetersizliği

Merkeziyetçi yapının bilim ve teknolojide atılım yaparak mükemmelleşebilecek birimlerin oluşmasına el vermemesi, yükseköğretim kurumlarını tekdüzeleştirmesi

Mevcut finansman modellerinin yetersizliği
Nicelik ve nitelik bakımından öğretim
üyesi açığı

Mevcut yönetim anlayışlarının çalışan personel üzerinde oluşturduğu yabancılaştırıcı etki

Liyakat esaslı değerlendirmenin yapılamayışı, üniversite-toplum ilişkilerinde sorunlar

Üniversiteye giriş sistemi

Türkiye’de yükseköğretim sisteminin yeniden yapılandırılması konusunda YÖK tarafından 2011 başından itibaren yoğunlaştırılan çalışmaların büyük önem taşıdığı özellikle belirtilmelidir. Bu amaçla izlenen yol ve uygulanan metodolojinin mantıklı olduğunda da şüphe yoktur. Hazırlanan Taslak Öneri temel ilkeler, hak ve hürriyetler açısından 2547 sayılı kanunla mukayese edilemeyecek ölçüde geniş bir perspektife sahiptir.

Taslak Öneri’de adı Türkiye Yükseköğretim Kurulu’na dönüştürülen YÖK’ün görev ve yetkilerinin planlama, koordinasyon, düzenleme, değerlendirme ve denetleme ile sınırlandırılması olumludur. Mevcut sistemde üniversiteler, en küçük ve sıradan konularda bile YÖK ile yazışmak ve görüş almak mecburiyetinde bırakılmıştır. Bu sebeple, yeni düzenleme, YÖK’ü ülkenin en ücra köşesindeki üniversitelerin bile iç işlerine müdâhil olmaktan, dolayısıyla büyük bir evrak selinden ve lüzumsuz iş yükünden önemli ölçüde kurtaracaktır.

Bugünün Türkiye’sinin ihtiyaçlarına Üniversitelerarası Kurul’da önemli değişiklikler yapılarak daha çok bir danışma organı hâline dönüştürülmesi olumludur. Yine, sayıları 168’e ulaşmış olan üniversitelerin denetlenmesi ve yükseköğretimde kalitenin yükseltilmesi konusunda yetersiz kalan Yükseköğretim Denetleme Kurulu’nun kaldırılarak idarî denetimin “yükseköğretim denetçileri” tarafından, bilimsel-akademik kalitenin yükseltilmesi konusunda yapılan çalışmaların koordinasyonu ve gözetiminin ise Yükseköğretim Kalite Kurulu tarafından yapılması olumlu bir düzenlemedir.

Akademik bir üst kurul olarak YÖK’ün kendi iç örgütlenmesini, değişen şartlara uygun bir biçimde serbestçe yapabilecek bir yetkiye sahip kılınması gerekir. Diğer bir ifade ile, YÖK bünyesindeki dairelerin ve diğer birimlerin adlarının ve sayılarının kanun taslağı önerisinde yer almasından daha ziyade, “kurumun iç örgütlenmesinin Genel Kurul’un nitelikli çoğunlukla (söz gelimi 2/3 veya 3/4 çoğunluk şartı aranabilir) alacağı karara göre oluşturulacağı”na dair bir hükmün konulması yeterli olabilirdi.

Bazı üniversitelerde “Üniversite Konseyi” adı altında bir organın teşekkül ettirilmesinin, kapsamlı tartışmalara muhtaç bir öneri olduğunu söylemek elzemdir. Bu tür üniversitelerde hâlihazırdaki 3 organlı (Senato, Yönetim Kurulu, Rektör) sistemin yerine 4 organlı (Üniversite Konseyi, Senato, Yönetim Kurulu, Rektör) bir sistemin getirilmesi, üniversitelerdeki mevcut sorunları çözmeyeceği gibi, üniversitelerin iç işleyişlerini daha karmaşık ve sürtüşmeli-gerilimli bir hâle getirebilir. Üniversitelerdeki sorunların önemli bir kısmı mevcut 3 organın verimli bir şekilde çalışmamasından kaynaklanmaktadır. Sisteme dördüncü bir organın eklenmesi sorunları daha da derinleştirme potansiyeline sahiptir. Vakıf üniversitelerindeki “mütevelli heyeti” uygulaması bu duruma güncel bir örnektir. Devlet üniversitelerine göre daha serbest çalışma imkânlarına sahip olan bu üniversitelerin henüz hiç biri dünya çapında kalıcı bir başarıya ulaşmış değildir.

Diğer taraftan, üniversitenin en önemli karar belgesi olan stratejik plana dair yapılan yetki ve görev tanımlaması, önerilen 4 organlı yapının yol açacağı sorunları göstermesi bakımından yeterli olacaktır. Taslak Öneri, stratejik planı hazırlamakla görevli birimi (Strateji Geliştirme Daire Başkanlığı’nı) rektöre bağlamış, planın hazırlanması sorumluluğunu Yönetim Kurulu’na vermiş, planın karara bağlanmasını Senato’ya vermiş, planın onaylanması ise Üniversite Konseyi’nin yetkisine bırakılmıştır.

Rektör seçimleri için öneriler

Taslak Öneri’de Senato’nun “akademik” konularda, Yönetim Kurulu’nun da “idarî” konularda “en üst karar organı” olarak tanımlanması, Üniversite Konseyi’nin üniversite içindeki konumunu tartışmalı hâle getirmektedir. Diğer bir ifade ile, Konsey hangi konularda en üst karar organı olacaktır?

Üniversitenin en üst amiri olarak tanımlanan rektör ile onu atayan kurul olan Üniversite Konseyi’nin başkanı arasında çatışma yaşanması ihtimali de gözlerden uzak tutulmamalıdır. Konseye verilen yetkiler, rektörleri zaman içinde pasifize edecek niteliktedir. Bazı vakıf üniversitelerinde mütevelli heyetin rektörleri pasifize ederek fiilen “genel sekreter” konumuna düşürmesi bu duruma örnek olarak verilebilir.

Rektör seçimleri için getirilen öneriler, Türkiye’de hâlihazırda uygulanan seçim sisteminin ilerisinde değildir. Mevcut uygulama üniversite içinde demokrasinin gelişmesini ve rektörlerin öğretim elemanlarının sorunlarına duyarlı kalmasını pekiştirmektedir. Rektörlerin bir kurul veya konsey tarafından seçilmesi, üniversitelerde aristokratik-oligarşik yapıların doğmasına sebep olabileceği gibi, rektörü de akademik personelden uzaklaştıracaktır. Birçok akademisyen tarafından “ulaşılmaz, erişilemez” olmakla eleştirilen bazı rektörler, yeni durumda bütünüyle “erişilemez” ve “maruzat arzedilemez” konuma gelebilir.

Meslek yüksekokulu, araştırma ve uygulama merkezi, bölüm, anabilim dalı, anasanat dalı, bilim ve sanat dalı kurulması konusundaki yetkinin YÖK’ten Senato’ya aktarılması olumludur. Ancak, akademik konularda en üst karar organı olarak tanımlanan Senato’nun bu hususlarda alacağı kararların Üniversite Konseyi’nin onayına tabi olması şaşırtıcıdır. Bunun yerine Senato’da nitelikli çoğunluk şartının getirilmesi daha doğru bir çözüm olabilir.

Yönetim Kurulu’na verilen bazı görev ve yetkilerin Konsey tarafından kullanılacak olması, Yönetim Kurulu’nu fiilen fonksiyonsuzlaştıracaktır. Konsey uygulamasına geçilmesi hâlinde, Yönetim Kurulu’nun “yürütme kurulu”na dönüştürülmesi, bu kurulun da rektör, rektör yardımcıları, genel sekreter, genel sekreter yardımcıları ve gündeme göre katılacak daire başkanlarından oluşması daha doğru olabilir. Bu durumda, akademik personelin atanmasını karara bağlama yetkisi de Senato’ya devredilmelidir.

Akademik faaliyetler için

Türkiye Yükseköğretim Kurulu’nda olduğu gibi üniversitelerde de idarî birimlerin adlarının ve sayılarının kanunda belirlenmiş olması, zaman içinde yaşanacak değişime uyum sağlanmasını zorlaştıracaktır. Üniversitelerimiz bunun sıkıntısını uzun yıllar boyunca çekmiştir. Bunun yerine, idarî birimleri kurma, birleştirme, kapatma veya değişiklik yapma yetkisi idarî konulardaki en yüksek karar organına bırakılabilir.

Taslak Öneri’de özel sektör kuruluşlarına da yükseköğretim kurumu (üniversite, meslek yüksekokulu) kurabilme yetkisinin tanınması olumludur. Ayrıca, Türkiye’de yabancı yükseköğretim kurumu açılması ve yurt dışında yükseköğretim kurumu açılması hususunda kapsamlı bir hukukî çerçeve oluşturulması da önemlidir. Diğer taraftan, ileri araştırma birimleri, bilgi lisanslama ofisleri, uzaktan eğitim, ücretli araştırma izni, araştırmacı öğretim elemanı ve proje araştırmacısı istihdamı, doktora sonrası araştırmacı statüsü tanınması ve akademik faaliyet ödeneği gibi hususlarda düzenlemeler yapılması da olumludur.

YÖK tarafından hazırlanan Taslak Öneri’de değerlendirilecek birçok konu bulunmaktadır. Yer darlığından bunlara değinemeyeceğiz. Ancak her şeye rağmen iyi niyetli ve gayretli bir sürecin ürünüdür. Bu yazıda getiren eleştiriler sürece katkı yapma arzusunun bir sonucudur. Mevcut çalışma Türkiye’de yükseköğretim sisteminin sorunlarının tamamını çözmeye elbette yetmez, ama iyi niyetle “evet”...

[email protected]