YÖK’te reform mu restorasyon mu?

Doç. Dr. İSHAK TORUN/Çankırı Karatekin Üniversitesi
1.12.2012

Yüksek Öğretim Reformu ile eski YÖK kanunundaki özgür düşünce ve araştırmayı sınırlandıran genel amaçların yerini demokratik değerler ile verimlilik ilkeleri alıyor. Bilimsel verimlilik üzerindeki merkeziyetçi yönetim yapısı ile ideolojik baskının etkisi böylelikle azaltılmak isteniyor.


YÖK’te reform mu restorasyon mu?

Türkiye’de yüksek öğretim sorunu bir türlü eğitim konusu olarak normal bir zeminde tartışılamadı. Konu hep siyasi kamplaşma ve kavgalara kurban edildi. Elbette sorunu siyasetçiler çözecek ama konunun eğitim olduğunu unutmadan. Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) hazırladığı yeni yasa taslağı epeydir iç ve dış paydaşların eleştirisine açılmış durumda.  Netleşecek bir taslak en geç bu yılın sonunda siyasal iktidarın önünde olacak. 

30 yıl önce ihdas edilen 2547 sayılı YÖK Kanunu galiba bu sefer değişecek. Çünkü siyasal yapı buna uygun görünüyor. CHP ve ulusalcılar, AK Parti iktidarının yerleşikleşmesi sonrasında YÖK’ü savunmaktan vazgeçmiş durumdalar. 

Yükseköğrenimin sorunları salt YÖK’ü kaldırmaya ya da onun yönetim yapısını değiştirmeye indirgenecek kadar basit değildir. Yükseköğrenimdeki temel sorun bilgi üretmedeki verimsizlik ve etkinsizliktir. Nüfusunun çoğunun kırsal yerleşimlerde ikamet edip tarımla geçindiği, bütün etkinliklerin ülkenin karnının doyurulmasına ve korunmasına dönük olduğu, dünyaya sırtını dönmüş eski Türkiye’de yükseköğrenimin biricik amacı devlete teknik ve idari bürokrat yetiştirmekti.

Türkiye büyüyüp serpildi ve artık yetişkin toplumlar kulvarında var olmak istiyor. Dolayısıyla yükseköğrenim sistemi bu gereklilik doğrultusunda yeniden yapılandırılmalı. Bu gereklilikler ise, bilgiyi üretmek ve ülkeye transfer etmek, bilginin teknikle buluşması için reel sektörle işbirliği yapmak, piyasanın ihtiyacı olan kalifiye eleman yetiştirmek ve demokratik kültürün gelişmesine katkı sağlamaktır.

YÖK’ün merkeziyetçi yapısı yeni yasa taslağında devlet, vakıf ve özel üniversiteler olmak üzere üçe bölünerek pluralize ediliyor. Cumhurbaşkanı ve YÖK’ün rektör atamasındaki ağırlığı azaltılıyor. Parlamentonun yapısı yeni YÖK’ün temsil yapısına yansıtılıyor. Rektörlerin mutlak yetkileri budanıyor. Rektörün yetkileri kurumlaşmış merkezi üniversitelerde Üniversite Konseyi’ne, diğerlerinde ise Rektör Belirleme Komisyonu’na bırakılıyor. Komisyonlarda yerel temsil belli ölçülerde dikkate alınıyor. Rektörlüğün üst üste bir branştan olamayacağı kuralı ile TIP fakültelerinin üniversiteler üzerindeki sultasına son veriliyor. Eski YÖK kanunundaki özgür düşünce ve araştırmayı sınırlandıran genel amaçların yerini demokratik değerler ile verimlilik ilkeleri alıyor. Bilimsel verimlilik üzerindeki merkeziyetçi yönetim yapısı ile ideolojik baskının etkisi böylelikle azaltılmak isteniyor gibidir. 

Yükseköğrenimde rekabet arayışı

Yabancı üniversite birimlerinin kurulması, mevcut vakıf üniversitelerinin ise özel üniversitelere dönüşmesi özendiriliyor. İleri araştırma merkezleri, araştırmacı öğretim elemanı ve sözleşmeli olarak çalışma imkânı gibi uygulamalarla yükseköğrenimde rekabetin artırılması isteniyor. Devlet bu bapta (36.madde), özel ve vakıf üniversitelerine “..siz kaç öğrenciye burs verirseniz, ben de sizinki kadar öğrencinize burs veririm..” diyor.

Bize göre, üniversiteler “araştırma-uygulamalı üniversiteler” ve “eğitim üniversiteleri”, öğretim elemanları ise “eğitim(ci)”, “araştırma(cı)” ve “akademik idareci” öğretim elemanları olmak üzere üç şekilde sınıflandırılmalı, performans yeterlikleri de buna göre düzenlenmelidir. Araştırma, eğitim ve idari etkinliklerin üçünü birden yapan öğretim elemanı doğal olarak üçünü de yarım bırakıyor veya bunlardan birini ihmal ve hatta dejenere ediyor. İntihallerinin, ders ihmallerinin ve yabancı dil sahtekârlığının temelde nedeni budur.

Betimlenen işlevsel ayrışma yapıldıktan sonra kadrolar büyük ölçüde sözleşmeli hale getirilmelidir. Henüz kurumlaşmamış yeni üniversiteler bunun istisnası olmalı. Sözleşmeli kadroda çalışacakların ücret düzeyleri ve özlük hakları görece iyileştirilmeli. Mesela, akademik faaliyet ödeneği sadece sözleşmeli öğretim elemanlarına ödenebilir.

Sözleşmeli akademisyenlik

Yeni taslağın 10. maddesinin 7.fıkrası “..kurumlaşmış üniversitelere sözleşmeli öğretim elemanı alınabilir, mevcut akademisyenler ise sözleşmeli kadroya geçebilir..” diyor. Ama, bu uygulama sistemin tümünü değil, sadece % 20’sini kapsıyor. Çünkü sözleşmeli akademisyene verilecek ilave ücreti üniversitenin kendi öz kaynağından vermesi isteniyor. Keşke bu farkı diğer üniversitelerde devletin kendisi karşılasa ve bu uygulama bütün üniversitelere teşmil edilebilse. İçsel rekabeti ve dolayısıyla verimliliği artırmanın başkaca yolu yok gibi.

40.maddenin 1.fıkrasında benzer şekilde “..kuruluşu 10 yılı geçip akademik kadrosu olgunlaşmış üniversitelerin isterlerse ‘sözleşmeli araştırmacı öğretim elemanı’ alabilirler..” deniyor. Bu uygulama, anlaşıldığı kadarıyla sadece “uygulamacı araştırmacı” akademisyenleri kapsıyor.  Nitekim 2. Fıkra’da, araştırmacı öğretim elemanlarını “..araştırma geliştirme faaliyetlerinde bulunmak üzere..” şeklinde tanımlanıyor. 

40. maddede yer alan “araştırmacı öğretim elemanı” uygulaması yanına ‘eğitimci öğretim elemanı’ ve ‘idareci öğretim elemanı’ kategorileri de eklenmelidir. 41. maddede yer alan “akademik faaliyet puanı” her bir öğretim elemanı kategorisi için ayrı ayrı düzenlenmeli ve bu doğrultuda 42. maddede düzenlenen “akademik faaliyet ödeneği” 41.maddeye adapte edilmelidir. 

Yeni yasa taslağında akademik ve idari işlevler eski konumunda kalıyor. Oysa, rektörlük ve sekreterlik arasındaki ayrım belirginleştirilerek en alt kademeler kadar yaygınlaştırılmalıydı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül (24.06.2012)’ün “akademik rektör” ve “idari rektör” önerisi değerlendirilebilirdi. Böylelikle idari işler için profesyonel yönetici atamak mümkün olurdu. 

Üniversitedeki akademik yöneticilik ile idari yöneticilik işleri birbirinden ayrılmalıdır.  Akademisyenler, verimli olacakları dönemde sekretarya niteliğindeki idarecilik yapması hem akademik performansını düşürmekte, hem de yönetim işini zaafa uğratmaktadır. Yöneticilik, bir meslektir ve belli yetkinliği gerektirir; mesleğiyle, toplum ve hayatla ilişkisi kesilmiş, tükenmiş insanların avunma ve oyalanma yeri de değildir. 

Yükseköğrenimin diğer yapısal sorunu ise verimsizliği denetleyememektir. Denetimle ilgili iki temel sorun vardır. Birinci, YÖK ün ideolojik angajmanı denetimi de ideolojinin koruculuğuna indirgiyordu. Yeni yasa ile sorunun birinci ayağı çözülüyor. İkinci sorun ise denetleyen ile denetlenenin aynı kurum olması paradoksu. Bu sorun bütün kamu kesiminin ortak sorunu. Devlet kurumları kendisini denetlemekten daha çok ayıbını örtüyor. Aslında en etkin denetim mekanizması rekabettir. Denetim açığı rekabetle ortaya çıkar.

Sosyal bilimler, iş imkânından ve piyasa mantığından bağımsız bir şekilde bütün toplum için faydalıdır. Dolayısıyla, devlet tarafından koşulsuz olarak desteklenmeli. Ama, fen ve mühendislik bilimlerinin faydası büyük ölçüde iş ve uygulama şansına bağlıdır. Fen ve mühendislik alanındaki devlet katkısı ve bölümlere öğrenci alımı ülkenin iş ve piyasa beklentileri gözetilerek yapılmalıdır. Çünkü, ülkenin ihtiyaç duymadığı alanda yetişen fenci ve mühendis ile onların ürettiği akademik araştırmalar beyin ve beden göçü ve dolayısıyla milli servetin israfı anlamına gelir.

Üniversal düzeyde bilim üretmek ve eğitim vermek iddiasında olan üniversite ve fakülteler büyük ve kalkınmış kentlerde kurulmalıdır. Bunları, araştırma ve uygulama üniversiteleri/fakülteleri olarak nitelendirmek mümkündür.

Taşra üniversitelerinin durumu

Sosyal bilimle ilgili bölümler taşraya kaydırılmalıdır. Kaynaklarını kendi bulan üniversiteler bu genellemenin dışında tutulmalı. Taşra üniversitelerinin eğitim ağırlıklı olmalarının yanı sıra bölgenin ihtiyaçlarına göre fakülte ve bölümler açmalıdır. Topluma hizmet benzeri etkinlikler performans olarak tanımlanıp ücretlere yansıtılmalıdır. Bunun için üniversitenin kurulduğu taşrada konferans vermek, dergi çıkarmak, konsey ve komisyonlarda çalışmak, danışmanlık yapmak ve kentle ilgili diğer etkinliklere katkı sağlamak vb. yeni yasa taslağının 42. maddesindeki Akademik Faaliyet Puanı içine konulmalı ve bu performanslar 43. madde ile düzenlenen Akademik Faaliyet Ödeneği’nde karşılık bulmalıdır.

Sonuçta, yeni yasa taslağı genel amaçların değiştirilmesi, Cumhurbaşkanı, YÖK ve rektörün yükseköğrenim sistemi üzerindeki sultasının sınırlandırması açılarından reform niteliği taşırken, üniversite yönetiminin ve akademisyenliğin işlevsel ayrışması ve görece sözleşmeli statünün güçlendirilmesi noktasında, getirilen mevzi uygulamalardan sarfı nazar edersek, sınıfta kalmaktadır.  

[email protected]