Fransız Tarihçi Braudel'in, “Yollar neredeyse, şehirler oradadır” diye bir sözü vardır. Sakarya akla geldiğinde buna “kültürler de oradadır” diye ekleme yapmak gerekir.
Mustafa İsen / Yazar
Coğrafyanın kader olduğu söylenir. Bu sav tek başına her şeyi izah etmeye yetmeyecek olsa da özellikle şehirler için çok önemli bir ölçüttür. Eğer bugün sizin gündeminize taşıyacağım Sakarya’dan söz ediyorsanız bu ifade adeta gerçeğin yansıması olarak çıkar karşınıza.
Konumu dolayısı ile Ankara ve İstanbul arasında yer alan Sakarya, bu özelliği yüzünden gelinen geçilen bir şehirdir. Genelde bu koşuşturma sırasında da sahip olduğu potansiyel fark edilmez. Çeşitli vesilelerle birlikte farklı bölgelerine yaptığımız ziyaretler sonrası pek çok arkadaşımdan “Yahu arkadaş bunlar nasıl güzellikler böyle, şu kadar yıldır gelir geçerim, nasıl fark etmemişiz bunları” tarzında yakınmalar duymuşumdur, defalarca. İşte bugün sizi o güzellikleri paylaşmaya çağırıyorum. Çünkü Sakarya bunu hak eden bir yerleşim alanı. Biraz sizi o hak ettiğini düşündüğüm noktalarına taşımak istiyorum.
Anadolu’nun üç yolu
Türkiye’nin sosyo-ekonomik açıdan en gelişmiş yöresi olan Marmara Bölgesi’nde ve Doğu Marmara’nın Anadolu’ya açılan ana ulaşım aksı üzerinde yer alır Sakarya. Bu yüzdendir ki mevcut ve yapılması planlanan kara ve demir yollarının geçiş noktasında bulunmaktadır. Gerçekten dünden bugüne bir değerlendirme yapacak olsak bölgenin kaderinin ne kadar yollarla özdeş olduğu görülecektir.
Tarihi coğrafya olarak değerlendirildiğinde Anadolu’nun üç temel yolu vardır; ta Roma döneminde başlayan imparatorluk yollarıdır bunlar. İstanbul’dan çıkışa göre, Batı’ya ve Doğu’ya göre isimler alırlar. İstanbul’dan başlayan ana aks, Adapazarı’na kadar, tek yol olarak gelir. Burada ikiye ayrılır; Geyve’ye doğru giden yol ki bunun adına tarihçiler Sağkol veya Sağyaka adını veriyorlar. İkincisi de Hendek üzerinden devam eder, Gerede’ye doğru. Ankara’ya uğramadan Kelkit Vadisi’nden Tebriz’e ulaşır bu yol ve adına da Solkol ya da Solyaka adı verilir. Diğer yol Geyve’de tekrar ikiye ayrılır. Birisi Mekece, Bilecik üzerinden Eskişehir, Konya, oradan Halep’e ve daha ötelere uzanır. Bunlar aynı zamanda bizim İpek Yolu diye tanımladığımız koridorlar. Bir diğeri de Taraklı üzerinden bu kez Beypazarı, Ayaş hattıyla devam edip Ankara’ya, oradan yine Erzurum’a doğru devam eden Ortakoldur.
E-5, İstanbul’dan Anadolu’ya açılan Tem, şimdi bitmek üzere olan üçüncü köprü Akyazı bağlantısı, yapımı devam eden Karadeniz otoyolunun Akçakoca, Karasu, Kaynarca, Kandıra hattı yine bu şehir topraklarından geçer. Buna demiryolu trafiği açısından bakıldığında da durum değişmez; yine İstanbul’dan çıkan tarihi demiryolu, Yüksek Hızlı Tren hattı bu şehirden geçer. Planlanmakta olan Süper Hızlı Tren ve Batı Karadeniz’e ulaşacak lojistik amaçlı demiryolu da buradan geçecektir. Kısacası Sakarya, İstanbul’dan Anadolu’ya açılan mevcut ve yapılması planlanan yollarının geçiş noktasında bulunmaktadır.
Negatif unsurlar
İkinci coğrafi özellik, en büyüğü Sakarya olan irili ufaklı akarsular ve göller. Bunlar günümüzde bölgeye hayat veren çok önemli imkanlar ama 19. yüzyıla gelinceye kadar bölgenin aynı zamanda bataklık haline dönüşmesini sağlayan negatif unsurlar. Bugünkü Akova, 19. yüzyıldaki nehir ıslahlarına gelinceye kadar büyük ölçüde bataklık. Bu bataklıkları aşmak ve buralara bir nüfus yerleştirmek, üstelik sadece nüfus yerleştirmek açısından değil, onları korumak son derece sıkıntılı. Çünkü buralar birer sivrisinek üretim merkezi adeta. Bundan dolayı yerleşimler genelde yüksek yerlerde. 19. yüzyılda akarsu ıslahları ile buralar bu defa bereketli ovalara dönüştü. Tam bu günlerde 93 Harbi diye bildiğimiz 1877-78 Türk Rus savaşı hem Balkanlarda hem Kafkaslarda kaybedilmiş, buradan büyük bir göçmen kitlesi daha güvenli topraklara akmaya başlamıştı. Devletin bunları uygun yere yerleştirilmesi gerekiyordu. İşte nehir ıslahları ile birlikte birdenbire Çukurova’dan sonra Türkiye’nin en değerli ovası haline gelen bu bölge, gelen göçmen kolonilerine açıldı.
Bunun neticesinde bir anlamda Adapazarı, Hendek, Akyazı, Geyve daha gelişti, Karasu, Söğütlü, Ferizli, Arifiye gibi yeni yerleşimler ortaya çıktı. Devletlerin nazarında göçmenler yeni arı kolonileridir. Doğru yerde petek gösterirseniz bunlar yerleştikleri yerleri bala dönüştürmekte mahirdirler. Osmanlı devleti de çalışmaktan başka hiçbir sermayesi olmayan bu çaresiz insanları, Sakarya’nın bereketli topraklarına yerleştirerek bugünkü bayındır şehrin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu yüzdendir ki Sakarya müthiş bir kültürel zenginlik ve insan çeşitliliğini bünyesinde taşımaktadır. Bir yandan yerli Manavlar, Kafkasların ve Balkanların o bin bir renkli çoğulcu manzarası, daha sonraki dönemlerde Karadeniz göçleri, iş ve aş bulma derdiyle Anadolu’nun dört bir köşesinden buraya umutla koşan insanlar, bu canlı mozaiğin parçalarıdır. Bu zengin beşeri sermaye asla çatışmaya girmeden hatta yerlilerle göçmenler arasındaki tatlı rekabetin doğurduğu sinerji ile şehrin gelişimini sağladı. Sakarya, bu cazibe merkezi özelliğini bugün de devam ettiriyor. Günümüzde de ciddi şekilde iç göçlerle nüfus çekmeye devam ediyor. Bu elbette şehre büyük bir beşeri zenginlik sağlıyor. Eskiden Uzunçarşı, Gümrükönü şehrin akşam üzerleri gezip dolaşılan tenezzüh mekanlarıydı. Şimdi bu rolü Çark Caddesi üstlendi. Yolunuzu bir gün buraya düşürürseniz iki adımda bir sarışın Balkan muhacirleriyle boylu poslu Boşnak kız ve erkekleriyle, sert bakışlı Arnavut imajlarıyla, bir Kafkas oyunundan fırlamış gibi Çerkez ve Abazalarla, ağır Manavlar, hareketli Karadenizlilerle sıklıkla yüz yüze gelecek ve bir süre sonra siz de buraların hep tekrarlanan “Aaa evet bu şu millet, bu dün karşılaştığım Gürcü arkadaşıma benziyor” gibi tefrik edici yaklaşımlarda bulunmaya başlayacaksınız. Bu millet ifadesini biraz açmalıyım. Çünkü bu şehirde insanlar, ilk kez gördükleri yabancı birinin işinden, mesleğinden ya da memleketinden önce buranın tabiriyle “ne millet” olduğunu merak ederler. Bu sorunun karşılığı sonraki ilişkileri etkilemez ama öncelikle cevaplanması gereken bir sorudur. Bu soruyla sık karşılaştığım ve verilecek cevabı da biliyor olmama rağmen biraz hinlik yaparak cevaben “Türk” derim. Karşılığı da bellidir, “Canım, hepimiz Türküz, arkadaşın ne millet?”
Sakarya, iklim özellikleri bakımından da bir geçiş noktasıdır. Şehir, Marmara Bölgesi’nde yer almakla birlikte iklim bakımından Batı Karadeniz bölgesi özelliklerine de yakındır. Bu yüzden bol yağış imkanları ve zengin su kaynaklarına sahiptir. Bu da münbit topraklar ve her daim yeşil alanlar anlamına gelir. Türkiye’nin en çok çeşitliliğe sahip bitki ve orman örtüsü bu bölgede bulunmaktadır. Sakarya yüzölçümünün yüzde 43’ü ormanlarla kaplıdır. Türkiye su kaynakları bakımından o kadar zengin bir ülke değil. Sakarya bu anlamda da akarsuları ve gölleri ile eşsiz bir ildir. Kaç şehirde bu kadar güzel yaylalar, çağlayanlar vardır? Kaç şehirde hem kara turizminin sağladığı imkânları kullanabileceğiniz potansiyel mevcut olsun, yanına bir de denizi, gölleri eklensin, bu yetmiyormuş gibi bir de termal eklensin, kış sporları imkânları kar eklensin?
Zaman zaman herkes kendi şehri için anlatır ama şu anekdotun Sakarya’ya çok yakıştığını düşünüyorum: Dünya yaratılmış, bir takım temel parametreler teşekkül etmiş, sıra onun süslenmesine gelmiş. Meleklerden birisi davet edilmiş ve eline bir torba verilmiş, denmiş ki; bu torbanın içinde güzellik, bolluk, bereket diye bir şey var. Şimdi bunu alacaksın, birer tutam birer tutam, dünyanın muhtelif yerlerine serpeceksin. Tam Sakarya’nın üzerine geldiği zaman meleğin elinden torba kaymış ne var ne yoksa hepsi bu bölgenin üzerine dökülmüş. Uzun uzun anlatılabilir ama Sakarya doğasının gerçek manzarası budur.
Üzüm yedik demeyin
Bazı şehirler gelişme açısından sınırlı sayıda potansiyel imkânlara sahiptir. Gelişimini bu imkân üzerinden sürdürür. Oysa Sakarya’nın eli bu anlamda da oldukça geniştir. Geyve, Pamukova yöresi dünyanın en lezzetli ürünlerini yetiştirir. Bu bölgenin ayvasını herkes bilir ama müşkile üzümünü tatmamış olan kendini üzüm yemiş saymasın. Bir film platosunu andıran Taraklı, 19. yüzyıl kartpostallarından çıkmış gibidir. Ayrıca çileği, uhut tatlısı, şimşir kaşıkları gibi kendine has ürünleri de başka hiçbir yerde bulunmaz. Tarihi evleriyle de dikkat çeken Taraklı’da bulunan Karagöl Yaylası, eşine zor rastlanan güzellikte bir doğa harikasıdır. Sapanca, Akyazı, Hendek yaylaları bölgenin önemli cazibe merkezleridir ve kış sporları açısından büyük bir potansiyele sahiptir. Şehrin misafir odası konumundaki Sapanca, gölü, vadilerin içine serpiştirilmiş otantik yemek imkânları ve yeşili ile zaten keşfedilmiş bir cennettir. Kocaali ve Karasu, denizi ormanları ile görenleri büyüler. Son yıllarda buna Kaynarca da ekleniyor. Ama bu bölgenin asıl biricik olma özelliğine sahip mekanı Acarlar Longozudur. Türkiye’nin en otantik doğa olaylarından biri olan bu su basar ormanı, bir koruma kullanma dengesi içinde meraklılarına sunuluyor.
Peki coğrafi açıdan böylesine zengin olan bölgenin, coğrafyanın ikiz kardeşi olan tarih açısından bir şeyler düşmemiş mi bahtına? Düşmüş elbette. Geyve yakınlarında Sakarya nehri üzerindeki II. Bayezit köprüsü, yine bu ilçede Elvan Bey imareti, Taraklı’daki onlarca tarihi konak ve bir rivayete göre Mimar Sinan eseri olan ve kasaba ölçeğinde bir külliye sayılabilecek Yunus Paşa Camii, Kaynarca’da Şeyh Muslihiddin dergahından geriye kalan küçük cami, Pamukova Paşalar’daki kale ve Karaca Ahmed Sultan türbesi, Söğütlü Harmantepe kalesi, bir anlamda şehir merkezi olan Adapazarı’na istikamet veren Orhan Camii bunların başlıcaları.
Yollar neredeyse...
Sakarya iki üniversitesi ile aynı zamanda bir eğitim şehridir. İstanbul, Ankara, Bursa gibi büyük şehirlerin ortasında bulunan il, bölgedeki öğrenciler açısından hem ulaşım kolaylığı hem de eğitim kalitesi noktasından tercih edilmektedir.
Sakarya büyük şehirlere yakınlığı, olağanüstü güzel ve çeşitli imkânlar sunan doğası, farklı beşeri coğrafyanın sunduğu zengin yemek kültürü ve gerçekten hoşgörülü insanları ile sizi bekliyor. Fransız Tarihçi Braudel’in, “Yollar neredeyse, şehirler oradadır” diye bir sözü vardır. Sakarya akla geldiğinde buna “kültürler de oradadır” diye ekleme yapmak gerekir.
Haydi bakalım ilk fırsatta bu kadar yakınınızdaki cenneti fark edin ve tadını çıkarın, ıslama köfte ve kabak tatlısı yemeyi de unutmadan, eminim bana teşekkür edeceksiniz. Çünkü Sakarya herkes için bir şeyler sunuyor. Sizin seçiminizi öğrenelim?