Yunanlıların Anadolu'da ne işi vardı?

Koray Şerbetçi / Tarihçi, Yazar
4.09.2020

Batı neden bir Yunan devletinin kurulmasını bu kadar çok istiyordu? Bunun temel sebebi bin yıllardır süregelen Batı-Doğu çarpışmasında yatmaktaydı. Bu süreçte başta İngiltere olmak üzere Batı hem Rusya'ya bir ders vermek hem de kendi nüfuzları adına Batı'nın Doğu kapısına yeni bir bekçi dikmek istiyordu.


Yunanlıların Anadolu'da ne işi vardı?

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal eden Yunan kuvvetleri şehrin garnizonundaki Türk subay ve askerlerine süngü zoruyla “Zito Venizelos” yani “Yaşasın Venizelos” diye slogan attırmak istemişlerdi. Bu subaylar arasındaki Miralay Süleyman Fethi bey şerefli bir Osmanlı zabiti olarak Yunan başbakanı için tezahürat yapmadığı için oracıkta Yunanlı işgalciler tarafından şehit edilmişti. Peki Yunanlıların Anadolu’da ne işi vardı ve neden bu kadar kin doluydular?

Yunanistan’ı kim kurdu?

Çar Petro’dan itibaren Baltık Denizi ve Karadeniz mıntıkasına yayılan Rusya’nın Çariçesi II. Katherina bu yayılmacılık planı doğrultusunda bölgede kendi kontrolünde bir Yunan devleti inşa etmeye koyulmuştu. Bu süreci tek başına nihayete erdiremeyeceğini anlayınca verilen tavizlerle Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nu da yanına çekmişti. Rusya ve Avusturya ile beraber “Grek Projesi” olarak isimlendirilen bu plan, 1789’da Fransız İhtilali’nin Avrupa’da estirdiği rüzgarı da arkasına alınca günden güne daha da somutlaştı. Fakat burada bir sorun vardı. Osmanlı Devleti sınırları içerisinde yaşayan Rumların ekseriyeti böyle bir plandan haberdar değildi. Zira “Millet Sistemi” adı verilen idarî bir düzende yaşayan Rumlar, sosyal bir otonomiye sahiptiler. Rum Ortodoks Patrikhanesi’ne bağlı olan Rum Milleti, siyasal olarak tam anlamıyla Osmanlı Devleti’ne bağlı iken dinî ve sosyal işlerinde devletin yetkili kıldığı Patrikhane ile muhataptılar. Bu da onlara o günün şartlarında azınlık olarak bir hayli rahat bir hayat sağlamaktaydı. Hatta Eflak Voyvodalığı, Divan-ı Hümayûn tercümanlığı gibi siyasal görev sahaları da Rumların etkin olduğu alanlardı.

Fakat Batılıların istediği anlamda yeni bir Yunan devleti kurulması için Osmanlı’da yaşayan Rum Milletinin ikna edilmesi gerekmekteydi.

İşte tam bu noktada Rumlar arasında Batı’yı görmüş, Batı eğitiminden geçmiş Rum gençler kullanıldı. Bu kesim, Batı’nın politik ajanları ile kışkırtılmak istenen geleneksel Rum halkı arasında bir aracı rolünü oynadılar. Batı da bir yandan Rum ahaliyi kışkırtırken, diğer yandan kendi kamuoyunu bu projeye hazırlıyordu.

Batı kamuoyundaki geleneksel Türk-İslam düşmanlığına bir de aydınlarca şişirilmiş bir Helenofili (Yunan hayranlığı) söylemi eklenerek durum çarpıtıldı. Ama burada bir sorun belirdi. Çünkü Grek projesini ortaya atan Rusya ve Avusturya ortaklığından endişe duyan İngiltere projeyi sahiplenmek istedi. Dönemin İngiliz başbakanı William Pitt: “ Artık Rusya’nın doymak bilmeyen ihtiraslarına bir set çekmenin zamanı gelmiştir.” diye bir açıklama yaptı. İngiltere bu sözle aslında Grek projesine karşı olduğunu söylemiyordu aksine projenin müteahhitliğini Rusya’nın yapmasını istemiyordu.

Proje devlet kuruluyor

Peki Batı neden bir Yunan devletinin kurulmasını bu kadar çok istiyordu? Bunun temel sebebi bin yıllardır süregelen Batı-Doğu çarpışmasında yatmaktaydı. Bu süreçte başta İngiltere olmak üzere Batı hem Rusya’ya bir ders vermek hem de kendi nüfuzları adına Batı’nın Doğu kapısına yeni bir bekçi dikmek istiyordu.

Bu noktada Bizans hayali ile gözleri kamaşan Patrikhane’nin, Rum tüccarların ve Rum eşkıyalarının kol kola girmesiyle 1821’de Mora’da büyük bir isyan başladı. Fakat Rusya’nın ve Yunan asilerin bu işin altından kalkamayacağı görülünce önce Batı kamuoyuna Türkofobi ve Helenofili pompalandı.

Ardından Batı doğrudan devreye girdi. 1827’de Osmanlı’ya karşı Navarin’de uluslararası askerî bir operasyon yapıldı. Osmanlı donanması modern-haçlı donanması tarafından imha edildi. Ardından Rusya Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Denizde donanmasız kalan, içeride de Yeniçeri Ocağını kaldıran ama henüz yeni orduyu teşkilatlandıramadığından askerî anlamda zor durumda kalan Osmanlı Devleti bu büyük saldırıya daha fazla direnmedi. Böylece Batı, Osmanlı Devleti’ne 1829 Edirne Antlaşması’nı imzalatarak Yunanistan’ı kurdu. Yunanistan’ın bir proje kapsamında, Batı’nın destek ve himayesiyle kurulduğu iddiasını elle tutulur hale getirmek için, bağımsız olduğunda tahta oturan ilk krallarına bile bakmak ikna edici olacaktır. Zira Yunan tahtına oturan ilk kral Yunan bile değildi. Dönemin büyük güçleri kabul edilen İngiltere, Rusya ve Fransa, Yunanistan tahtını on yedi yaşındaki Bavyeralı Otto’ya teklif ettiler. Bu teklifin kabul görmesi ile Prens Otto, Yunanistan’ın başına Helen olmayan bir kral getirilmiş oldu.

Yayılmacı bir devlet

Batı desteğiyle kurulan ve himayesinde yaşayan Yunanistan, kurulduğu 1829 yılından günümüze daima saldırgan ve yayılmacı bir politika izledi. İlk sınırları aşağı yukarı Mora Yarımadası ile sınırlı olan bu devlet, 1912 Balkan Savaşları’na kadar sınırlarını sürekli genişletti. Bu genişleme tahmin edileceği üzerine Osmanlı Devleti aleyhine oldu.

Gerçi 1897 Türk-Yuna Savaşı’nda Yunan saldırganlığına cephede gereken cevap verilmiştir. Bu savaş, Batılı devletlerin bile iradesine aykırı olarak Yunanistan’ın yayılmacı politikalarının bir sonucu olarak meydana gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu önce Batılı devletlerden himaye ettiği Yunanistan’ı uyarmasını beklemiş fakat bu devletler Yunanistan’a uygulanacak zorlayıcı tedbirler üzerinde uzlaşamadıklarından kendisi harekete geçmiştir. Osmanlı İmparatorluğu barışın devamından yana olmasına rağmen, Yunan çetelerinin sınırlara saldırması üzerine Yunanistan’a savaş ilân etmiştir.

Sultan II. Abdülhamid, Edhem Paşa’ya yıldırım harbi emrini verdi. Bu durum üzerine Osmanlı Ordusu, hızla ilerlemiş, Yunan Ordusu güneydeki Dömeke’ye doğru çekilirken, Edhem Paşa komutasındaki Osmanlı birlikleri doğuya doğru ilerleyerek Dömeke’ye kadar gelmiştir. Yunanlar yığınak yaparak bir savunma hattı kurmuşlardı. Savunma savaşı yapacak olan Yunanlar, Türkleri püskürteceklerinden eminlerdi. 17 Mayıs 1897 tarihinde çok şiddetli geçen muharebe, Osmanlı Ordusu’nun zaferiyle sonuçlandı. Tarihlere Dömeke Muharebesi olarak geçen savaşta Yunan ordusu kesin olarak bozguna uğratılmıştır.

Fakat daima Batılı devletler tarafından kollanan Yunanistan’a yine onu kuranlar tarafından sahip çıkılmıştır.

Batı’nın şımarık çocuğu

Batının Osmanlı Devleti’ne doğrudan müdahalesiyle kurulan Yunanistan her daim Batı’nın şımarık çocuğu rolünü oynamayı da ihmal etmemişti.

Yunanlılar tarih boyunca yayılmacı misyonlarını Batı kamuoyu tarafından daha anlaşılabilir bir kılığa büründürdü. Kadim zamanların Helenleri nasıl Persleri durdurduysa modern Yunanlılar da sözde barbar saydıkları Türkleri öyle durduracaktı. Yani eski Yunanlıların yerini Mora Rumları alıyor, Osmanlı’ya da Perslerin rolü veriliyordu. Böylece Batı kamuoyunun her daim Yunan yayılmacılığını şirin karşılaması sağlanıyordu.

Oysaki yakın tarihe bakıldığında Yunanistan’ın Megali İdea adını verdiği büyük Yunanistan hayalinin aslında Hitler’in Lebensraum ve Mussoli’nin Mare Nostrum adı verilen saldırgan ve yayılmacı politikasından hiç farkı yoktur. Neden mi?

1912’de Yunanlıların da arasında bulunduğu Balkan devletleri Osmanlı’ya karşı modern Haçlı seferi başlattılar. Bu düşünceyi Yunan Kralı Yorgi, tüm dünyaya şöyle duyurmuştu: “Kara ve deniz ordularımız millete ve Hristiyanlığa karşı yükümlülüğünü bilmektedir. Yunanistan, kardeş ve müttefik devletlerle birlikte uygarlık adına kutsal amaca doğru yürüyecektir.”

Bu düşünceyle savaşa giren Yunanistan sadece karşısındaki Osmanlı ordusuyla savaşmadı. Balkanlarda yaşayan Müslüman ve Türk topluluklara karşı bir soykırım yürüttü. Buna en çarpıcı örnek Edirne’ye bağlı Edeköy nahiyesinde Rumların yaptığı insanlık dışı katliamdır. İleride Sovyet Devrimi’nin önemli isimlerinden birisi olacak olan Troçki’nin tanıklığı Yunan askerleri ve Rum çetelerinin Trakya’da Müslüman halka ve esir askerlere yaptığı katliamların birer belgesi konumundadır. İşin daha acı yanı, 1912 yılının Kasım ayında gerçekleşen Edeköy Katliamı’nı yapan Rum çetecilerin çoğunun Edeköylü Türkleri yakından tanıyan, yıllarca onlarla çalışmış ve onların ekmeğini yemiş kişiler olmasıdır. Savaş öncesinde Yunanistan devleti tarafından silahlandırılan ve yönlendirilen bu gözü kanlı çeteler 20. asrın en büyük insanlık suçlarından birisini işlemişlerdir. Fakat bu tutum Yunanistan’a yabancı değildir. Zira Megali İdea uğruna 1821 yılında isyan eden fanatik Rumların isyanın başladığı yer olan Kalavrita’da öldürülen 200’den fazla Türk’ün öldürülmesi katliamın işaret fişeği oldu. Ardından bölgedeki Türkler Tripoliçe kalesine sığınmışlar, burayı kuşatan Rumlar kenti ele geçirdiklerinde üç gün süren katliamla 40 bine yakın Türk öldürmüşlerdi.

Etnik temizlik

1919-1922 yıllarında Batı Anadolu ve Trakya’yı işgal eden Yunanlılar gene bu tutumlarını sürdürmüşler, gerek işgal yıllarında gerekse 1922’de bozguna uğrayıp kaçarken gözlerini kırpmadan sivil Müslüman-Türk ahaliyi katletmişlerdir.

Daha yakın bir tarihte bile Yunanistan’ın desteğiyle Kıbrıslı Rumlar, EOKA terör örgütünü kurdular. Hedefi Ada’daki Türklere karşı şiddet kullanarak etnik temizlik yapmak ve daha sonra Kıbrıs’ı Yunanistan’a katmaktı. Bu düşünce Megali İdea’nın bir paçasıydı.

EOKA, Türk köylerinde katliamlara başladı. Bu durum üzerine Türkiye, Ada’nın Türk ve Rum toplumları arasında bölüşülmesini önerdi. İngiltere ve Yunanistan öneriye sıcak bakmadı. Diplomatik çözümsüzlük sürdükçe Rumlar, Türk toplumu üzerindeki baskı ve şiddeti artırdılar. EOKA militanları Rumlar Akritas Planı gereğince pek çok Türk’ü vahşice katlettiler. Kanlı Noel denilen katliamlar sürerken Batılılar yine başka tarafa bakıyorlardı. Ta ki Türkiye bu suça dur diyene kadar.

Aslında 1821’den 1974’e kadar Yunanistan tek bir şey yapıyordu: Batı’ya diyetini ödemek için kendisine verdiği görevi büyük bir arzuyla ifa ediyordu.

[email protected]