Yunus'un şeyhinin şeyhi

Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi
6.03.2021

Tapduk Emre'nin şeyhi Barak Baba, onun şeyhi ise bilhassa Balkan coğrafyasında yaptığı gaza akınlarıyla tanınan, Balkanlar'dan Anadolu'ya pek çok yerde türbeleri/makamları bulunan, Romanya/Dobruca'daki Babadağ'a adını veren, hayatı hakkında Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan'ın Ebu'l-Hayr Rûmî'ye Saltuk-nâme adıyla bir destan yazdırdığı Sarı Saltık idi.


Yunus'un şeyhinin şeyhi

2021 yılının UNESCO tarafından Yunus Emre Yılı ilan edilmesi, ardından da Cumhurbaşkanlığı tarafından "Yunus Emre ve Türk Dili" yılı ilan edilmesi üzerine ülkemizde hemen her kurum adeta Yunus Emre'ye dair etkinlikler yapma yarışına girdi. Bu vesileyle Yunus Emre'nin eserlerine ve tasavvufi kişiliğine dair kamuoyunda hatırı sayılır bir ilgi oluştu. Yunus Emre hiç şüphesiz Türk Tasavvuf düşüncesinin en önemli aktörlerinden birisiydi. Yaşadığı dönemde, Moğol İstilası'nın bıraktığı kaos ortamı daha da derinleşmiş, Selçuklular yıkılış sürecine girmiş, eski siyasi gücünü kaybetmiş, Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde bağımsızlıklarını ilan eden Türkmen beylikleri kurulmuştu. İşte bu ortam içerisinde Yunus Emre, Anadolu'dan Suriye'ye ve Azerbaycan'a uzanan geniş bir sahada, Türkçe konuşan ahali arasında dolaşarak temsil ettiği vahdet-i vücut anlayışını yaymış, insanın kendini bilmesinin, anlamasının ve bu vesileyle Hakk'ı tanımasının, tasavvufi mertebeleri ve makamları aşmasının yolunun insanı ve hepsinden önemlisi Yüce Allah'ı sevmekten geçtiğini dillendirmişti.

Yunus Emre tasavvufi eğitimini kendisi gibi bir Türkmen şeyhi olan Tapduk Emre'nin yanında tamamlamıştı. O bir şiirinde mensup olduğu silsileyi "Yunus'a Tapdug u Satug u Barak'dandur nasip / Çün gönülden cûş kıldı ben nice pinhân olam" dizeleriyle açık bir şekilde ortaya koymuştu. Yunus Emre'nin mensup olduğu silsilede yer alan diğer üç şeyhten ilki olan Tapduk Emre de Yunus Emre gibi sakin bir hayat sürmüş, çokça seyahat etmiş, dergâhında çok sayıda mürid yetiştirmişti. Tapduk Emre'nin şeyhi bu yazımızda konu edindiğimiz Barak Baba, onun şeyhi ise bilhassa Balkan coğrafyasında yaptığı gaza akınlarıyla tanınan, Balkanlar'dan Anadolu'ya pek çok yerde türbeleri/makamları bulunan, Romanya/Dobruca'daki Babadağ'a adını veren, hayatı hakkında Fatih Sultan Mehmed'in oğlu Cem Sultan'ın Ebu'l-Hayr Rûmî'ye Saltuk-nâme adıyla bir destan yazdırdığı Sarı Saltık idi. Bu silsile dönemin kaynakları tarafından Rifâiyye'ye bağlanmaktaydı.

Dünyayı umursamadı

Sarı Saltık tarih kaynaklarına savaşçı ve kahraman kişiliği ile yansımış, Selçuklu Sultanı II. İzzeddin Keykavus'un yanında Rumeli'ye ve oradan Kırım'a geçmiş, Sultan'ın ölümünden sonra Dobruca'ya dönerek Balkan coğrafyasında adından söz ettirmişti. Sarı Saltık'a muhtemelen Kırım'da intisab eden Barak Baba ise daha ziyade dünyayı umursamayan kalendermeşrep hayat tarzı ve diplomasi konusundaki ustalığı ile kaynaklarda yer bulmuştu.

Barak Baba, Tokat'ta oldukça varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olmakla birlikte ilk gençlik yıllarından itibaren varlık deryasına savaş açıp, yokluğu en büyük varlık olarak gören bir karaktere sahipti. Barak Baba da tıpkı şeyhi ve talebesi gibi baba unvanıyla tanındı. Bu unvan o devrinde Türkmen sufileri arasında sıkça tercih edilmekte olup, Ahmet Yesevi'nin talebelerinin Türkistan'da kullandıkları "Ata" lakabının Anadolu'da değişime uğramış halinden başka bir şey değildi.

Barak Baba, Sarı Saltık'ın mürid olduktan sonra tam bir bağlılık göstermiş, hatta bir rivayete göre şeyhine şartsız itaat ettiğinden, kendisine av köpeği anlamına gelen "Barak" lakabı verilmişti. On yıl Sarı Saltık'ın yanında kalıp ona hizmet eden Barak Baba, gerek marjinal yaşam tarzı gerekse faal kişiliği sayesinde kısa süre içerisinde geniş bir coğrafyada tanındı. Tasavvufi anlayışın gereklerinden birisi kabul edilen seyahat onun hayatında önemli bir yer teşkil ediyordu. O, Anadolu'da pek çok şehri gezdi. İran'a seyahat etti.

Gittiği yerlerde yaptığı ateşli konuşmaları sayesinde Barak Baba'nın ünü İlhanlı sarayına kadar ulaşmıştı. Onun ününü duyan ve İlhanlı hükümdarı Gazan Han, Barak Baba'yı devletinin başkenti olan Sultaniye'ye davet etti. Gazan Han, -Ahmed Teküder ile yaşanan kısa süreli tecrübe bir kenara bırakılacak olursa- Cengiz Han'ın küçük oğlu Tuluy'un soyundan gelerek Müslümanlığı kabul ve bu dinin Moğollar arasında yaygınlık kazanması için ciddi anlamda çalışan eden en önemli Moğol hükümdarıydı. O âlimlere ve mutasavvıflara oldukça önem veren bir isimdi. Bu çerçevede Barak Baba ile de hayli sohbet etmiş, onu sarayında ağırlamıştı. Barak Baba bu dönemde Moğollar adına elçilik görevinde de bulunmuştu.

Barak Baba'nın İlhanlı sarayındaki prestijli konumu Gazan Han'dan sonra başa geçen oğlu Olcaytu Hüdabende devrinde de devam etti. Onun zamanında da pek çok kez Moğol elçisi olarak görev yaptı. Gerek bilge kişiliği gerekse ikna kabiliyeti, tasavvuf merkezli olarak güçlü bir âlim olması onun elçi olarak seçilmesindeki başlıca etkenlerdi. Barak Baba'nın elçi olarak gönderildiği devletlerden birisi Memlukler idi. O 705 /1305-1306 senesinde yanında dervişleri olduğu halde Sultan el-Melikü'n-Nâsır'a elçi olarak Şam'a gönderilmişti. Yanında yüz civarında dervişi olduğu halde Şam'a gelen Barak Baba'nın kıyafeti ve hareketleri Şam halkı arasında hem korku hem de merak uyandırmıştı. Konuya dair detaylı bir araştırma yapan Ahmet Yaşar Ocak'ın belirttiğine göre, Barak Baba ve yüz dervişi aynı şekilde giyinmişlerdi. Dervişler saçlarını ve sakallarını tıraş etmişler sadece gür bıyıklarını bırakmışlardı. Başlarının iki yanında birer öküz boynuzu olan keçe külahlar, omuzlarında ise ucu eğri sopalar vardı. Boyunlarına ve bellerinde küçük çanlar ve kına ile boyanmış sığır aşık kemiklerinden meydana gelen kolyeler takmışlardı. Ön dişleri kırık olan Barak Baba, dervişlerin çaldığı davul ve çıngırakların temposuna uyarak raks ediyor, bazı hayvan sesleri çıkarıyor, Moğol şamanlarına benzeyen bu haliyle gittiği yerlere ahaliye korku salıyordu. Onun ve dervişlerinin bu tavırları Şam halkının hiç hoşuna gitmemiş, Kudüs üzerinden gittikleri Mısır'dan da kovulmalarına neden olmuştu. Bazı kaynaklar bu kıyafetleri ve tavırları nedeniyle Barak Baba ve dervişlerini "Şeytanın avânesi" olmakla suçlamışlardı. Bununla birlikte Mısır'dan döndüklerinde bıyıklarının kısaltılmış olması ve boynuzlarının artık olmaması yolculuk esnasında kendilerine müdahale edildiğini gösteriyordu.

Barak Baba'nın bu tavrı anlaşıldığı kadarıyla İslamiyet'i henüz kabul etmekte olan ve Şamanist yaşam tarzından güçlü şekilde etkilendikleri bilinen Moğollar arasında, şamanları çağrıştırdığı için büyük itibar görmelerine neden oluyordu. Anlaşıldığı kadarıyla, vaktiyle Ahmet Yesevi'nin Orta Asya'daki yarı göçebe Türkler arasında, onlar gibi yaşayıp davranarak anlayacakları şekilde tasavvuf düşüncesini yayması gibi, Barak Baba'nın da mensubu olduğu düşünceyi yaymak için geliştirdiği bir yöntemdi. Zira onun son derece ibadete düşkün, beş vakit namazını itinayla kılan hatta müridlerinin namazlarına riayet etmeleri için başlarına muhtesip tayin eden, akşam ve yatsı arasında zikir meclisleri düzenleyen bir mutasavvıf olduğu da kaynaklarda zikredilen bir diğer husustu.

Sapkınlıkla suçlandı

Sultan Olcaytu Hüdâbende'nin Şiiliği benimsemesi ve Barak Baba'yı da Şii propagandası yapmak üzere bazı elçilik faaliyetleriyle görevlendirmesi bu önemli mutasavvıfın hayatının sona ermesinin başlıca nedeni oldu. Türkmen zümreleri arasında yaygın olan tasavvuf düşüncesi Ehlibeyt kanalından beslendiği için, Hz. Ali'ye ve onun evladına karşı aşırı bir sevgi ve saygı her zaman ön planda yer almıştı. Bu nedenle Barak Baba için Sünni bir geleneğin mensubu olsa da bir problem teşkil etmiyordu. Ancak aynı durumu elçi olarak gönderildiği Geylan hâkimi Dûbâc için söylemek pek de mümkün değildi. Bu elçilik ve Olcaytu Han'ın emriyle yaptığı propaganda Barak Baba'nın ölümüyle sonuçlandı. Tarihler 707/1307 senesini gösterdiğinde, o sırada kırk yaşlarında olan Barak Baba, Olcaytu Han'ın emriyle Geylan'a doğru yola çıktı. Büklüm büklüm, yılanlarla dolu bir orman yolundan ilerleyerek Geylan'a ulaştı. Geylan Hakimi Dûbâc'ın huzuruna vardığında ondan elinde esir bulunan İlhanlı komutanlarından Kutluğ Şah'ın kendisine verilmesini istedi. Ayrıca mezhebinden dönmesini ve Eş'ari'nin yoluna girmesini, aksi halde Olcaytu'nun büyük bir orduyla üzerine geleceğini söyledi. Ancak Geylan hâkimi, Barak Baba'nın bu istediğini sert bir dille reddettiği gibi, onu atalarının dinine ihanet etmekle ve sapkınlıkla suçladı. Yanında bulunan müritlerinin hepsini katlettiği gibi Barak Baba'yı da kazığa oturtarak -diğer bir rivayete göre kaynayan bir kazana attırarak- feci şekilde öldürdü. Baba dostu büyük sufinin ölümü Olcaytu Han'ı derinden etkilemişti. Onun intikamını almak amacıyla derhal ordusuyla Geylan üzerine yürüdü. Barak Baba'nın cenazesini alarak Sultaniye'ye getirdi. Dervişlerine ihsanlarda bulundu. Barak Baba için görkemli bir türbe yaptırdı.

Tesiri kuşaklarca sürdü

Barak Baba'nın ünü ve tesiri onun ölümünden sonra da devam etti. Ahmet Yaşar Ocak'ın tespitlerine göre, İran'da Timur devrine kadar Barak Baba'nın yolunu sürdüren mutasavvıflar faaliyet göstermişlerdi. Hatta Mevlânâ'nın torunu Ulu Arif Çelebi Sultaniye'ye gittiğinde Barak Baba Zaviyesi'nin şeyhi Hayran Emirci ile görüşmüştü. Kendilerine Barakiyyun denilen Türkmen grupları Anadolu'nun değişik yerlerinde onun adını yaşatmaya devam ettiler. Onun Anadolu'daki müridlerinden birisi de yukarıda da değindiğimiz üzere, Yunus Emre'nin şeyhi Tapduk Emre idi. Onun temsil ettiği tasavvuf düşüncesi Yunus Emre tarafından sürdürüldü.

Barak Baba'nın ölümünden sonra, temsil ettiği tasavvuf geleneğinde yer alan Sarı Saltık, Tapduk Emre ve Yunus Emre gibi kendisine izafe edilen ve orada gömülü olduğuna inanılan çok sayıda mezarı/makamı ortaya çıktı. Mesela bunlardan birisi Balıkesir'in Bigadiç ilçesinin 35-40 km. uzağında İğiciler-Tokalak-Davutlar köyleri arasındaki dağlık bölgede yer alıyordu. Araştırmacı Aydın Ayhan'ın yaptığı tespitlere göre, civar köyler tarafından bilinen ve ziyaret edilen ve içerisinde Barak Baba'nın yanı sıra eşinin ve iki çocuğunun da mezarlarının bulunduğu düşünülen bu türbe "çocuğu olmayanlar, çocuğu ve kendisi hasta olanlar, geç yürüyen veya konuşan çocuklarına şifa arayanlar, sevdiklerine kavuşmak isteyenler, gurbette kimsesi olup sağ dönmesini isteyenler, malı kaybolanlar, yüreğinde sıkıntı olanlar, işlerinin düzgün gitmesini dileyenler ve cinler tarafından çarpıldığına inananlar" tarafından sık sık ziyaret edilmekte, adaklar adanmaktaydı.

[email protected]