Yurtdışında FETÖ ile nasıl mücadele edilmeli?

Prof. Dr. Özcan Hıdır / Rotterdam İslam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
3.09.2016

FETÖ’nün bundan sonra yapması muhtemel tek şey var: Diasporada ve özellikle de ABD ve Batı Avrupa’da faaliyetlerini alabildiğine güçlendirmek ve zamanla Türkiye karşıtı bir “mezhep”e belki de paralel bir “din”e dönüşmek. Peki bunu engellemek için ne yapmalı?


Yurtdışında FETÖ ile nasıl mücadele edilmeli?

15 Temmuz darbe girişiminden sonra FETÖ’nün en önemli adamları yurtdışına firar etti. Türkiye’de de her kademede mücadele verildiği, önemli kurumları kapatıldığına göre, bundan sonra artık FETÖ için kendince tek yöntem-ortam kalıyor: Diasporada ve özellikle de ABD ve Batı Avrupa’da faaliyetlerini alabildiğine güçlendirmek ve zamanla Türkiye karşıtı bir “mezhep”e belki de paralel bir “din”e dönüşmek. Böylece bu ülkelerde zaten var olan etkin örgütlenme ağına Türkiye’den firar eden kurmay-beyin takımının da katılımıyla Türkiye’ye ve özellikle de Cumhurbaşkanımız’a yönelik menfi propaganda mekanizmasını yeni argümanlarla güçlendirerek Türkiye’nin tecrit edilmesini, uluslararası bazı kuruluşlar yoluyla da mahkum edilmesini sağlamaya çalışmak.

Bu durum, FETÖ ile diasporada mücadelenin neliği-niteliği üzerinde siyaset-strateji geliştirilmesinin özel önem arzettiğini gösteriyor. Nitekim Türkiye 15 Temmuz sonrasında daha aktif olarak FETÖ’nün yurtdışı propagandasına yönelik çalışmalar yürüttü, yürütüyor. Darbe girişiminden hemen akabindeki günlerde Cumhurbaşkanımız’ın, Batılı etkili televizyon kanallarına röportajlar vermesini özellikle zikretmek gerekir. Yine Batı’daki bazı gazetelerde yayımlanan nispeten müspet bazı yazılar ile TBMM Dış İlişkiler Komisyonu başkan ve üyelerinin ABD, İngiltere ve AB’nin başkenti Brüksel’e olan ziyaretleri de özellikle not edilmeli. Ne var ki yurtdışında FETÖ ile etkin-efektif mücadeleyi bir sistem içerisinde, uzun süreli ve koordineli yapabilmek için başka bazı stratejik adımların atılması gereği açıktır. Bu adımlardan zaruri gördüklerimizi maddeler halinde izah etmeye çalışacağız:

1- Oryantalizmin yöntemlerinden biri, Batı’nın İslam dünyası ve Türkiye’ye yönelik stratejisinde “devşirme” cemaat, grup ve kimseleri sahaya sürmesi, İslam dünyası ve Türkiye ile alakalı siyasetlerinde bunlardan azamî istifade etmesidir. Bugün Batı Avrupa ve ABD başta olmak pek çok ülkede “Türk veya Müslüman” olmakla beraber Türkiye ve Müslümanlar aleyhine açıklamalar yapan pek çok kimseden söz edebiliriz. Hatta bunlar Batı’da belediye başkanı, milletvekili, kürsü başkanı, araştırma merkezi direktörü ve bürokrat gibi pozisyonlara da geliyor-getiriliyor, önleri açılıyor. Kök ülkelerine, din ve kültürlerine yabancılaşma içindeki bu şahısların en önemli görevi, İslâm dünyasına yönelik politikaların vitrinlerinde bulunmaktır. Batı bu konuda son derece başarılıdır ve profesyonel anlamda yaklaşık 200 yıllık maziye sahip oryantalizm ve oryantalistik kurumların da en önemli işlevlerinden biri, kendi öz kimliğine yabancı devşirmeler yetiştirmektir. Özellikle 11 Eylül sonrasında bu durum çok daha sofistike yollarla, siyasetle doğrudan ilişkili bir şekilde yapılmaktadır. Bu anlamda FETÖ’nün, uzun yıllar boyu devşirilmiş bir yapı olduğu bugün net bir biçimde ortaya çıkmıştır. 

Kullanılabilir durumdalar

Dolayısıyla deşifre olsalar ve büyük travma yaşasalar bile, bu yapı Batı için hala Türkiye’ye karşı ‘kullanılabilir’ yönlere sahiptir. Ne de olsa bu yapı Batı’da genelde “İslâm’ın teşvik edilmesi gereken yüzü” olarak lanse ediliyor. Dolayısıyla yapılacak mücadelede onların, bir yandan diasporada zaten iyi olan örgütlenmelerini daha da güçlendirmeleri diğer yandan da içte yaşanacak evrilmelerle Türkiye için yepyeni başka tehditlerin kaynağı olabilecekleri hesap edilmelidir. Zira İslam tarihinden biliyoruz ki, haniflerden iken Bizans’a sığınarak Hıristiyan olan ve Bizans tarafından Müslümanlara karşı kullanılan Osman b. Hüveyris ile Habeşistan hicreti sırasında din değiştiren Ubeydullah b. Cahş örneğinde olduğu gibi, bu yapının grup kimliğinde meydana gelebilecek teolojik-sosyolojik değişimlerle bulundukları ülkenin hakim norm-değer ve anlayışına doğru evrilme de yaşanabilir. Bu durum ise onları Türkiye’ye karşı çok daha kullanışlı hale getirebilir. Zira Şiilik, Ahmedîlik, Bahaîlik, Selefîlik gibi akımların, ana akım İslâm anlayışına sahip Müslümanlara karşı kullanıldığı gibi, FETÖ’nün de bu yönde kullanımı söz konusu olup esasen bu, özellikle günümüz siyasi oryantalistik aklın post-modern dönemdeki tarzlarından biridir. Zira yine oryantalistik aklın en önemli yöntemlerinden biri, Müslümanları kendi içinde çatıştırmak ve muhalif-marjinal mezhep ve akımların argümanlarıyla ana akım/merkezi İslam yorumunu zayıflatmaya çalışmak olmuştur. Diğer yandan da 15 Temmuz sonrasında FETÖ’nün Batı’ya dönük çalışan bazı kesimlerinde “cemaat-hizmet”in artık “deşifre olduğu, kirlendiği”, stratejik bazı hataların yapıldığı yönünde teolojik-epistemolojik sorgulamaların, krizlerin ve muhtemel bölünmelerin olabileceği de hesaba katılmalıdır.

2- Türklerin yoğun olarak yaşadığı Batı Avrupa ülkelerinde FETÖ’ye yönelik ortaya konacak söylem, tutum ve stratejilerin çok daha hassas şekilde planlanması ve uygulamaya konulması zarureti vardır. Bu meyandaki açıklamaların uluorta, herkes-her kurum tarafından yapılmaması, hamaset ve duygusallıktan uzak olması, bilgi ve araştırmaya dayalı yapılması bilhassa önemlidir. Bu tür açıklamaların gerek Türk diasporasına yönelik etkisi ve gerekse Avrupa ve Batı kamuoyunda nasıl okunup algılanacağı iyi hesap edilmelidir. Zira bunlar gerek Batı medyası gerekse FETÖ mensuplarınca anında tercüme edilmekte ve medyada Türkiye aleyhine malzeme olarak kullanılmaktadır. Zira bu yapı, etkin oldukları ülkelerin siyasetçi, bürokrat, medya ve STK’larını kolayca etki gücüne sahiptir. Hatta nispeten daha güçlü oldukları ve Türkiye aleyhine kamuoyunu çok daha iyi yönlendirebildikleri bazı Batı ülkelerinin yanı sıra Kırgızistan, Arnavutluk, Mısır, BAE gibi ülkeler söz konusudur. Suudi Arabistan gibi okul açmalarına izin verilmeyen bir ülkede dahi pek çok kademede etkili olduklarını, dergilerini ve Gülen’in Arapça’ya tercüme edilmiş kitaplarını dağıttıklarını, zaman zaman katıldığım toplantılardan biliyorum. Ayrıca yakın zamanlarda -yoğun tepkiler üzerine siteden kaldırılsa bile- Gülen’in Suud tandanslı el-Arabiyye televizyonuna geniş bir röportaj verdiği biliniyor.

Kamu diplomasisi atağı

3- FETÖ’nün uluslararası arenada yürütebileceği algı operasyonlarının da özellikle takip edilmesi ve bu algıyı boşa çıkaracak faaliyetlerin de kamu diplomasisi marifetiyle ortaya konma zarureti vardır. Bu algı operasyonları arasında “Türkiye ekonomisinin kötüye gittiği”, “dış politikada eksen kayması”, “Türkiye’de hukuk ve insan haklarının ihlal edildiği “, “laiklikten ve ılımlı İslam anlayışından uzaklaşma ve radikal İslâm’a kayma”, “DAEŞ’i destekleme”, “Batı’dan ve demokratik değerlerden uzaklaşıp otoriterleşme ve ‘diktatör’ tarafından yönetilen ülke olma” gibi algılardır. Bütün bunlar tarihten gelen İslamofobik-Türkfobik bagajlarla Batı’da kolayca aktive edilebilmektedir. Buna karşılık İslâm ülkelerinde ise bu yapı Erdoğan’ın Türkiye’yi İslâm’dan uzaklaştırdığı-sekülerleştirdiği propagandasını yapıyor ve buna teşne kurum ve şahıslar nezdinde etkili de olabiliyor. Zira Arap ülkeleri içerisinde tarihten gelen imajlarla Batı etkisindeki “yerli oryantalistler” ve “Türkfobik” kesimler hiç de az değildir.

Dolayısıyla bu kesimlere yönelik olarak meselenin “dinî diplomasi” yönü asla ihmal edilmeksizin “kamu diplomasisi” atağı yapılması elzemdir. Bunu yaparken de Türkiye içi kamuoyunu iknada kullanılacak argümanlarla dış ülkelerde, özellikle de Arap ülkeleri ve Batı kamuoyuna yönelik delil ve argümanlar bazı yönleriyle farklı olmalıdır. Zira “eleştirel düşünce” ve “şüpheciliğin” öne çıktığı Batı’da, gerekçeleri iyi ortaya konmuş hukuki deliller-argümanlar ve kavramlarla hareket edilmeli, çelişkili ifadelerden uzak durulmalıdır. Ayrıca FETÖ’nün arka planı, yatay-dikey örgüt şeması, gizli-batınî-ezoterik, takiyyeci, görünmeyen-kapalı devre çalışan yüzü, bir “kült” olarak apokaliptik nihai hedeflerine dair teolojisi, sosyolojisi ve psikolojisi akademik bir dille ortaya konularak, bunun o ülkelerdeki demokratik-özgürlükçü ortama yönelik muhtemel tehlikeleri anlatılmalıdır. Bu konuda da genelde yapıldığı gibi sadece siyasileri, medyayı değil, özellikle ABD ve Batı Avrupa için “soft power” denen yumuşak güç unsurlarını da içine alan uzun vadeli stratejiler izlenmelidir. Bu meyanda ayrıca diasporada bu yapı ile yerinde mücadele edecek kurum-kuruluş ve şahısların mücadelelerinde destek verilmeli, yalnız bırakılmamalıdır. Zira kendileri dışındaki kök vatanı ve milletinin arkasında duran, destekleyen diaspora Türklerini, ilgili devletlerin siyasileri, bürokratları ve medyası nezdinde, “Erdotürk”, “Erdoğan’ın ajanları”, “Türkiye’nin uzun kolları” olarak nieteleyip pasifize etme ve yıldırma yoluna gitmektedirler.

Bununla birlikte bu tür batınî-ezoterik kültler-örgütlerle mücadelenin, özellikle de yurtdışında kolay olmayacağı, uzun süreli, çok yönlü bir stratejiyi gerektireceği aşikardır. Bu anlamda Gazzalî gibi âlimlerin de vurguladığı üzere batınî hareketler-anlayışlar ile mücadele zahirîler ile -ki Selefîlik zahirî bir harekettir- mücadeleden çok daha zor olduğu hatırda tutulmalıdır. Bizzat Gazzalî’nin kendisi de zaten hayatının ve çalışmalarının önemli bir kısmını batıni anlayışlar ile mücadeleye ayırmıştır. FETÖ türü örgütlerin gösterdiği gibi, çifte standartlı, sinsi, gizli yönlere sahip yapıları anlamak/çözmek ve ona göre mücadele etmek, üstelik bunu diasporada yapmak zahirî anlayışlardan çok daha zordur.

4-Hal böyle olmakla beraber, Türk diasporasının büyük çoğunluğu, bilhassa 15 Temmuz sonrasında bu yapının gerçek yüzünü anlamıştır. Bu anlamda 15 Temmuz, kış uykusundaki bazı kesimlerin uyanması bakımından Türk diasporası açısından da önemli bir kırılma noktasıdır. Hatta gözlemleyebildiğim kadarıyla Avrupa’daki Araplar başta olmak üzere diğer Müslüman azınlıkların FETÖ’ye bakışında da 15 Temmuz bir milat olmuştur. 15 Temmuz gecesi Fas’ta sabaha kadar uyumadıklarını ve Erdoğan’a dua ettiklerini birçok Faslı Müslüman’dan dinledim. Ancak unutulmamalıdır ki, FETÖ bu ülkelerde uzun süredir stratejik çalışmalar yapmaktadır. Dolayısıyla bu ülkelerin bazı etkin-yetkin kesimleri ile kurdukları sıkı ilişkilerle, siyaset kurumu başta olmak üzere, kurumları ve kamuoyunu etkileyebilmektedirler. Ayrıca örgütlenme tarzları da diğer cemaat ve gruplar gibi “tek çatılı” değil, aralarında sıkı koordinasyon olan ayrı ayrı tüzel kişilikler şeklindedir. Dolayısıyla Batılı devletlerin onların örgütlenmelerini tam anlamıyla çözmeleri zaman almakta, aralarında organik bağ olduğunu ve aslında aynı örgütün farklı uzantıları olduğunu anlatmak güçleşmektedir. Ayrıca bulundukları ülkelerde genelde “biz islamî bir grup değiliz” söylemini de sıkça tekrarlamakta, “seküler-hümanist” bir grup gibi görüntü vermektedirler.

Mücadele biçimi

5-ABD ve Batı Avrupa ülkeleri başta olmak üzere Batı’da İslamofobik, Türkfobik pek çok kişi ve kurumun olduğu aşikâr. Ancak Batı’yı homojen bir tutumla monolitik değerlendirmek de yanlış. Şayet ulaşılabilir ve bilgilendirilebilirse Türkiye’nin tezlerini savunabilecek kişi ve kurumlar bulunmaktadır. Burada önemli sorun, bizim bunu nasıl, hangi yöntemle ve kimlerle yaptığımızdır. Yani meselenin en önemli yönlerinden biri, bizim mücadele tarzımızda düğümleniyor. Şunu vurgulamalıyız ki, demokratik toplumlarda tezlerinizi anlatabileceğiniz muhataplar her daim söz konusudur. Bugüne kadar yapılamayan veya nispeten eksik yapılan, Türkiye’nin tezlerini destekleyecek ve menfi propagandayı içten dengeleyecek kesimlerin aktif hale getirilememesidir. Bu aktivasyon için öncelikli çalışma, bu tür kişi ve kurumların envanterinin çıkarılması, bunlarla nasıl ve hangi argümanlarla ilişki kurulacağının siyasetinin belirlenmesidir. Bunun için ise Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık bünyesinde genelde yurtdışına yönelik stratejiler geliştirecek, özelde de bu yapının diasporada oluşturduğu-oluşturacağı Türkiye karşıtı algıyı boşa çıkaracak planlamaları koordine edecek nispeten serbest çalışan, yurtdışı tecrübesine sahip nitelikli insanlardan oluşan özel bir birim kurulmalıdır.

6- Türkiye’nin özellikle yurtdışına yönelik faaliyet gösteren YTB, TİKA, Yunus Emre Enstitüsü ve Diyanet Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü gibi doğrudan yurtdışına yönelik önemli-nitelikli faaliyet yürüten kurum-kuruluş ve müdürlükler arasında, sıkı bir koordinasyon ve eşgüdüm sağlanmalıdır. Bu kurum ve kuruluşların vizyonlarının güncellenmesi ve özellikle nitelikli-liyakatli insan kaynağı açısından muhtemel eksiklerinin, bürokratik ve mevzuata yönelik aksaklıklarının giderilmesi yoluna gidilmelidir. Ayrıca sözü edilen bu kurumlarla Dışişleri arasındaki zaman zaman izlenim edindiğimiz aksaklıklar, burukluklar ve yanlış anlaşılmalar giderilip işbirliği ve koordinasyonun güçlendirilmesi de özel önem arzeder. FETÖ’nün yurtdışı yapılanmasında eğitim ve okullar merkezi öneme sahip olduğundan, yurtdışına yönelik eğitim faaliyetlerini deruhte etmek üzere kurulan Meârif Vakfı’nın kurumsallaşmasına da hız verilmelidir. Zira 15 Temmuz sonrasında Türk aileler, özellikle Batı Avrupa ülkelerindeki FETÖ tandanslı okullardan çocuklarını alma yoluna gidiyor. Bunlar için o ülkelerin eğitim sistemi içinde çözümler üretip alternatifler oluşturacak çalışmalar önem arzeder. Bu açıdan bakılırsa ilgili ülkelerdeki eğitim ataşe ve müşavirlerinin, söz konusu ülkelerdeki eğitim alt yapısı, insan unsuru, eğitim politikaları-vizyonu-felsefesi ve domeinleri hakkında çalışmalar yapması, envanterler çıkarması, uygulanabilir vizyonlar ortaya koyması ehemmiyeti haizdir. Bunun için ise öncelikli olarak MEB ve Mearif Vakfı’nca ivedilikle bir “yurtdışı eğitim çalıştayı” düzenlenmesi faydalı olacaktır. Ayrıca FETÖ’nün eleman devşirdiği en önemli faaliyet alanları olan yurtlar konusuna özellikle eğilinmeli ve Mearif Vakfı, Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü, Diyanet vb. kurumlar vasıtasıyla, Batı ülkelerindeki önemli üniversite şehirlerinde yurt açmanın yolları bulunmalıdır. 

[email protected]