Yüz yüze eğitim nasıl ve ne zaman?

Mustafa Altunel / SETA, Eğitim Araştırmaları
13.09.2020

Özellikle çalışan anne babalar çocuklarının 2020-2021 eğitim-öğretim döneminde nasıl bir dönem geçireceği konusunda bir hayli endişeye kapıldı. Velilerle yapılan görüşmeler ve gözlemlerde koronavirüs riskine rağmen okulların açılması fikrinin büyük oranda kabul gördüğü söylenebilir.


Yüz yüze eğitim nasıl ve ne zaman?

Çin’in Vuhan kentinde ortaya çıkmasından kısa bir süre sonra tüm dünyayı etkisi altına alan Koronavirüs (Covid-19) salgını hemen her sektörde yeni bir dönemi beraberinde getirdi. Türkiye’de ilk vakanın görüldüğü 11 Mart tarihinden itibaren, ilgili tüm birimler sorumlu oldukları alanlarda çeşitli kararlar alarak uygulamaya koydu. Eğitim sektörünü ilgilendiren önemli karar ise 12 Mart’ta açıklandı. Bu kararda 16 Mart’tan itibaren 30 Mart’a kadar iki hafta süreyle yüz yüze eğitime ara verildiği açıklandı. İki haftalık aranın ilk haftası öğrencilerin evlerinde istirahat ederek geçirmelerini tavsiye eden Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk 23 Mart Pazartesi gününden itibaren sunacakları hizmetle öğrencilerin evlerinden eğitim süreçlerine devam edeceklerini ifade etti. Öğrencilerin evlerinde istirahatle geçirdiği bir haftalık süreçte ise Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) uzaktan eğitim araçlarıyla ilgili altyapı çalışmalarına ağırlık verdi. TRT üzerinden ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim olmak üzere üç farklı kademe için açılacak televizyon kanallarıyla ve Eğitim Bilişim Ağı (EBA) sistemiyle internet üzerinden eğitimlere devam edilmesi kararlaştırıldı. Daha sonraki günlerde vaka sayısının artmasıyla birlikte 25 Mart’ta okullarda eğitimin 30 Nisan’a kadar yapılmayacağı, bu süreçte eğitimlere dijital olarak devam edileceği açıklandı. Hem televizyon yayınlarında hem de EBA platformu üzerinden verilen derslerde öğrencilerin aktif katılımının mümkün olmaması uzaktan eğitim sürecinin istenilen düzeyde gerçekleşmemesine sebep oldu. Ortaya çıkan bu ihtiyaca yönelik EBA Platformu üzerinden canlı ders yapılabilmesi yönünde bir karar alındı. Bu yönde gerekli altyapı iyileştirmeleri yapılarak öğretmenlere sınıflarıyla canlı olarak ders yapma imkanı sunuldu. Koronavirüs salgınının hem dünyada hem Türkiye’de yayılım hızı ve ortaya çıkardığı sonuçlar göz önüne alındığında eğitim sektöründe alınan ve uygulamaya konulan bu kararların isabetli olduğu söylenebilir. Aksi durumda hemen her ailenin eğitimle doğrudan veya dolaylı temas halinde olduğu düşünüldüğünde koronavirüs salgının kontrol altına alınması güçleşebilirdi.

Acil durumlarda eğitim

Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler koronavirüs salgını öncesinde de hemen her sektörde olduğu gibi eğitim sektöründe de değişimlere sebep olmaktaydı. Bu değişimin gerekliliği ve önemi koronavirüs salgınıyla iyice kavranmış oldu. Eğitim–öğretim süreçlerinin teknolojik araçlarla desteklenmesinin ve teknolojik altyapının yeterli düzeye çıkarılmasının, acil durumlarda eğitim–öğretim faaliyetlerine devam edilebilmesi için ne denli önemli olduğu tecrübe edildi. Bu tecrübeyle birlikte uzaktan eğitim süreçlerinin bazı sorunları da beraberinde getirdiği görüldü. Uzun yıllar eğitimin tüm paydaşları tarafından tecrübe edilen uygulamaların yüz yüze olması bu sorunların daha derinden hissedilmesine sebep olmuştur.

Bundan sonra ne olur?

Koronavirüs salgınıyla beraber hayat önceliklerimizin değiştiğini hep birlikte yaşayarak öğrendik. Her şeyden öte sağlığın önemli olduğunu duyuyorduk, ancak ilk kez sağlıkla ilgili endişelerimizin alıştığımız hayat düzenimizi bu denli güçlü şekilde dizayn ettiğini gördük. Bundan sonra nasıl olur? Bu sorunun kişiden kişiye değişen onlarca cevabı olabilir ancak herkes için ortak olan cevap şu olacaktır: Her şeyin başı sağlık, sağlık olduktan sonra tüm işler olur. Esasında bundan sonraki yıllarda eğitim-öğretim süreçlerinin nasıl olacağına dair sorularında ilk ve belirleyici cevabı bu olacaktır. Belki de tüm öğretmenlerin, öğrencilerin, velilerin, okul yönetimlerinin ve bakanlık yöneticilerinin zihninde belirleyici olacak söz bu cevap olacaktır. Koronavirüs sonrası eğitim–öğretim süreçlerinin tasarlanmasında ve uygulanmasında ilk belirleyici unsur öğrenciler ve öğretmenler özelinde toplum sağlığı olacaktır. Bu hassasiyet ile oluşturulacak telafi eğitim programları öğrencilerin eksik ve geri kaldıkları konuları tamamlamalarına olanak sağlayacaktır. Ancak telafi eğitimin en önemli basamağının muhatap öğrencilerin düzeylerinin doğru tespit edilmesi olduğu unutulmamalıdır. Öğrencinin düzeyini belirlemeden oluşturulacak bir telafi süreci hem öğrencinin sürece katılımını olumsuz anlamda etkileyecektir hem de öğretmenin düzey farklılıklarını hissederek program hazırlamasının önüne geçecektir.

Karar süreci nasıl işliyor?

Koronavirüs salgının ortaya çıkmasıyla birlikte eğitim sektörünü ilgilendiren kararlar hızlı ve isabetli şekilde alınmıştır. Bu kararların alındığı dönemle eş zamanlı olarak tüm eğitim paydaşları tarafından telafi eğitim süreci ve 2020-2021 eğitim-

öğretim döneminin hangi yolla gerçekleştirileceği tartışılmaktaydı. Okul hayatına yeni başlayacak olan okul öncesi ve ilkokul birinci sınıf öğrencileri ve sınav hazırlığı içerisinde olacak sekizinci ve on ikinci sınıf öğrencilerinin eğitim–öğretim dönemine yüz yüze başlamalarının gerekli olduğu birçok eğitim uzmanı olarak ifade edilmiştir. Özellikle bu öğrencilerin okuldan uzak biçimde eğitim–öğretim hayatlarına başlayacak olmaları tüm hayatlarında okul aidiyetlerini olumsuz anlamda etkileyecek bir sorun olabilirdi. Ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın almış olduğu kararda 21 Eylül’den itibaren okul öncesi ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin okullarda eğitime başlayacağı ifade edilmiştir. Bu süreçte 21-25 Eylül tarihleri arasında okul öncesi ve ilkokul birinci sınıf öğrencilerinin “1 gün yüz yüze eğitim” şeklinde uyum programlarının uygulanacağı kararlaştırılmıştır. 28 Eylül– 2 Ekim tarihleri arasında ise okul öncesi öğrencileri için haftada iki gün olmak üzere günde 30’ar dakikalık beş etkinlik saatinden oluşan eğitim–öğretim süreci planlanmıştır. İlkokul birinci sınıflarda da benzer şekilde haftada 2 gün 30’ar saatten oluşan beş ders yapılması kararlaştırılmıştır. Bu kararların hem öğrencilerin okul aidiyetlerine hem akademik hem de sosyal başarılarına olumlu yansıması olacağı söylenebilir. Aksi durumda pandemi riski tamamen ortadan kalktığında bu öğrencilerin okula adaptasyon süreçleri oldukça uzayabilirdi.

Koronavirüs salgını sonrasında eğitim sektörümün nasıl şekilleneceği ve hangi değişikliklerle yoluna devam edeceği oldukça geniş bir tartışma alanıdır. Özellikle vaka sayılarında istendik seviyede düşüşün gerçekleşmemesi, toplum tarafından alınan önlemlere yeterince uyulmaması okulların yüz yüze eğitime başlamasının önündeki en büyük endişelerdir. Yurtdışında okullarda eğitim – öğretime başladıktan kısa süre sonra vaka sayılarında yaşanan hızlı artış örnekleri önümüzdeyken okulların tamamen yüz yüze eğitime başlaması mümkün görünmemektedir. Aynı zamanda okulların fiziki imkanlarının pandemi dönemi için yeterli olmaması yüz yüze eğitime tamamen başlanılmaması için bir sebep olarak söylenebilir. Son yıllarda yapılan yatırımlar sonucunda ikili eğitim yapan eğitim kurumlarının sayısında düşüş yaşansa da hali hazırda ikili eğitime devam eden eğitim kurumları vardır. Pandemi sürecinde ikili eğitim yapan eğitim kurumlarında yaşanacak yoğunluk düşünüldüğünde Milli Eğitim Bakanlığının tasarladığı ve uygulamaya çalıştığı seyreltilmiş eğitim modelinin daha uygun olduğu söylenebilir.

Dezavantajlı gruplar

Hem dünyada hem Türkiye’de son yıllarda eğitimle ilgili yapılan hemen her çalışmada eğitime erişim, eğitimde fırsat adaleti, herkes için nitelikli eğitim vb. kavramlar öne çıkmaktaydı. Koronavirüs salgını sürecinde gerçekleştirilen eğitim-öğretim faaliyetleri de sıklıkla bu kavramlar üzerinden değerlendirildi. Çünkü verilen eğitime tüm öğrencilerin ulaşıp ulaşamadığı, ulaştığında ise her bir öğrencinin düzeyine hitap eden bir içerik olup olmadığı sürecin değerlendirilmesi için önemli bir ölçüttür. Maalesef dünyada ve Türkiye’de eğitim – öğretim süreçlerinde olan her öğrenci eşit şartlara sahip değildir. Özellikle ailenin sosyoekonomik durumu, yaşanılan bölge, okul türü, ailenin büyüklüğü, evde birden fazla öğrencinin olması gibi farklı parametreler öğrencilerin eğitim-öğretim süreçlerinde akranlarıyla imkan farklılığına sebep olmaktadır. Sosyoekonomik olarak dezavantajlı aileler çocuğu için okulu ve eğitimi bir çıkış yolu olarak görmektedir. Türkiye sosyolojisi düşünüldüğünde benzer durumları somutlaştırmak mümkündür. Salgınla birlikte eğitimin dijital araçlar yardımıyla uzaktan gerçekleştirilmesi eğitimi ve okulu bir çıkış yolu olarak gören aileler ve öğrenciler için dezavantajlarını derinleştiren bir hal alarak çıkış yolu olarak gördükleri okuldan ve eğitimden uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu süreçte üç farklı düzeyde kullanıma sunmuş olduğu televizyon kanalları eğitime erişim imkanını maksimum düzeye de çıkarsa eşitsizliklerin önüne geçememiştir. Dahası EBA platformu üzerinden gerçekleştirilen canlı derslere tüm öğrencilerin eşit şekilde erişim imkanı olmamıştır. Türkiye şartları düşünüldüğünde internet altyapısı olmayan bölgelerde canlı dersler gerçekleştirilememiştir. Gerçekleştirilen canlı derslere ise katılım oranı oldukça düşük seyretmiştir. Benzer şekilde eğitim düzeyi olarak farklı öğrencilerin televizyon yayınları üzerinden aynı derslere erişmeleri düzey farklılığını etkilemiştir. Ortalama bir düzeyde sunulan dersler kimi öğrenciler için üst düzey kimi öğrenciler için ise düşük düzeyde kalmıştır. Bu durumda ise televizyon yayınlarının izlenme oranlarında düşüş yaşanmıştır. Benzer şekilde başta Suriyeli öğrenciler olmak üzere dil problemi yaşayan öğrenciler için özel bir içeriğin yaygınlaştırılmamış olması bu öğrencileri de uzaktan eğitim sürecinden koparmıştır.

Koronavirüs ve veliler

Koronavirüs salgınıyla birlikte eğitimde yaşanan değişiklikler öğrencileri ve öğretmenleri etkilediği kadar velileri de etkilemiştir. Veliler örgün eğitime verilen ara sebebiyle öğrencilerinin eğitim hayatlarında oluşturacağı riskler konusunda endişe duymakta ve çocuklarının gelecekleri için kaygılanmaktadırlar. Bununla beraber çocuklarının normal zamanda okulda geçirdiği süreyi salgın sürecinde evde geçirmek durumunda kalması ve zaman yönetiminin veliler tarafından yapılıyor olması, çocukların eğitim sürecine velileri oldukça fazla dahil etmiştir. Okul merkezli eğitim – öğretim süreçlerinde öğretmen ve öğrencinin odaktayken, koronavirüs salgını süresinde uygulanan uzaktan eğitim süreçlerinde ise veli ve öğrencinin odakta olduğu görülmektedir. Süreç içerisinde öğrencilere etkili öğrenme ortamının sağlanması ve gerekli materyallerin hazırlanması çocukların teknik bilgiye hakim olmadığı durumlarda sürece müdahil olmaları açısından önemli rolleri bulunmaktadır. Öğrencilerinin eğitim – öğretim süreçlerini takip etmenin yanında, günlük ev rutinleri, aile ilişkileri ve koronavirüs (Covid-19) salgınının tüm toplumda oluşturduğu baskıyla mücadele etmek durumunda kalan aileler süreç içerisinde bir hayli zorluk yaşamıştır. Özellikle çalışan anne babalar çocuklarının 2020-2021 eğitim-öğretim döneminde nasıl bir dönem geçireceği konusunda bir hayli endişeye kapılmışlardır. Salgının ortaya çıkışından kısa süre sonra tüm dünyayı etkisi altına almasıyla yaşanan kriz ortamı alınan önlemlerle biraz olsun hafifledi. Ancak, salgınla mücadelede etkili bir aracın henüz geliştirilememiş olması riskin hala var olduğunu göstermektedir. Velilerle yapılan görüşmeler ve gözlemlerde koronavirüs riskine rağmen okulların açılması fikrinin büyük oranda kabul gördüğü söylenebilir.

[email protected]