Mehmet Yalçın Yılmaz
27 Mayıs 1965 yılında Kars Arpaçay’da dünyaya gelen İrfan Çiftçi, babasının Almanya’da çalışması sebebiyle çocukluğunu dedesinin yakın alakası altında geçirdi. Halk edebiyatıyla iç içe geçirdiği bu günlerinde ilk defa şifahi kültürle tanıştı. Bu dönemde öğrendiği mahnılar, mugamlar, destanlar, aşık atışmaları, lebdeğmezler onun kültürel yolculuğunun ilk istasyonudur. Dedesinin üzerinde bıraktığı tesir, onu derin köklerine bağlarken akrabalarının bir kısmının sınırın ötesinde olması, onu önce Hazar’a sonra Kafkasya’ya ve nihayet Semerkant’a doğru çekti.
Beş yaşındayken okuma yazmayı kendi kendine öğrenmesi ve zekâ fışkıran sorular yönlendirmesiyle İrfan, büyüklerin dikkatini çekmiş; gençlerin bile giremediği muhabbet meclislerinde şeref konuğu olarak ağırlanmıştı.
Ailenin Gebze’ye taşınmasıyla henüz sanayileşmekte olan bu büyük ilçede 78 kuşağı ile tanışır. Okuma azmi ve gayreti bitmek tükenmek bilmeyen İrfan, henüz ortaokul yıllarındayken dünyayı ve düzeni değiştirmek isteyen Marksist hareketlerin içinde bir devrimcidir. İstanbul’daki sol edebiyat hareketleri ve dergiler onu dönemin farklı fraksiyonlarını ve eğilimlerini anlama arayışına iter.
Gebze Lisesindeki tahsil hayatı 12 Eylül’ün karanlık günlerinde geçer. Bu darbe, siyasal zemini paramparça ettiği gibi sağ ve sol cenahlarda derin yaralar bırakmıştır. Apolitik atmosferin edebiyat ve kültür hayatını da tırpanladığı bu dönemde İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Maliye bölümüne kaydolur. Ancak 12 Eylül’ün izleri üniversitede devam etmektedir. İstanbul’un kültürel atmosferindeki çoraklık onu bir dinamizm arayışına doğru sürükler. Herkesin konuştuğu ve her şeyin konuşulduğu konferanslar düzenlemek onun en büyük meşgalesi haline gelir.
12 Eylül sonrası Edebiyat Kulübünü kurarak ilk kulüp faaliyetini gerçekleştirir. Birbirinden uzak, birbirine mesafeli gençliği bir araya getirir. Öğrenci Kültür Merkezi onun için artık çok sesli bir kültürel muhittir. Felsefeden şiire tarihten sosyolojiye birçok alanda gençleri aydınlarla buluşturur, onları soru sormaya iter. Her şeyden önce onları kültürün ve sanatın esas mesele olduğuna inandırır.
Bu dönemde sadece entelektüel hayatında değil duygusal hayatında da büyük bir değişim meydana gelir. Henüz fakülte sıralarında bir öğrenciyken tanıştığı Aylin Hanım İstanbul Tıp Fakültesinin gözde öğrencilerindendir. Bir yıldırım aşkı cereyan eder ve öğrenciyken evlenmeye karar verirler.
1980’ler İrfan Çiftçi’nin hakikat arayışında azim ve gayretinin dinmediği yıllardır. Divanyolu Caddesi onun şehirle, tarihle ve medeniyetle ilişkisinde kilit rol oynayan bir muhittir. Çorlulu Ali Paşa Medresesi, İlesam Lokali, Seyran Kitabevi gibi mekanlar, Üniversite gençliğinin beslendikleri meyvedeki görünmeyen usare olur.
Çorlulu Ali Paşa Medresesinde tanıştığı dostlarıyla hakikat arayışını hararetle sürdürür. Burada tanıştığı Selçuk Bey, İrfan Çiftçi’nin heyecanını, merakını ve tatlı dilini hayretle seyreder; onu biraz Fethi Gemuhluoğlu’na biraz Turgut Özal’a benzetir. Hayatındaki önemli anlardan biridir bu. Fethi Bey’in o meşhur konuşmasında kendi heyecanını ve dostluğun zirveye ulaşmış söylemini bulacaktır. Maneviyata ve Türklüğe dair sorularına cevap ararken kendisini birden Kırım’da, Tebriz’de, Batı Trakya’da ve Bosna’da bulur.
Tarihsel köklerine yaptığı yolculuk bu esnada yazdığı yüksek lisans tezine de yansır. 1993’te tamamladığı tezinde Türkistan’daki Yeni Türk Cumhuriyetlerinde Sosyo-Ekonomik ve Siyasal Değişimi ele alır. Bu süreçte Türkistan’a ilk giden insanlar arasındadır.
1994 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde görev yaparken merhum Şenol Demiröz’le birlikte İstanbul’un kültür hayatına dinamizm katar. Birçok sanat ve sanatçının dirilişine vesile olur. Şiir ve edebiyat etkinliklerini titizlikle planlar; konferans ve sempozyumların hazırlanmasında gece gündüz çalışır. Birçok yetenekli genci bu gayretini sürdürmeleri için yetiştirir, yönlendirir. İstanbul’u çok sesli, çok kültürlü bir kültür atmosferi haline dönüştürmek için elinden geleni yapar.
O, kimi zaman cedlerinin ayak seslerini duyan, İstanbul aşığı Yahya Kemal olur; kimi zaman Octavio Paz gibi bir kültür elçisi. Bu nefes kesen kültürel belediyecilik hamlesi, çok kısa zamanda milletin de takdirini alır. Bu büyük gayretin sonunda İstanbul artık Türkiye’ye hükmeder.
İrfan Çiftçi İstanbul Büyükşehir Belediyesindeki görevinden sonra İletişim ve İktisat Fakültelerinde ders vermeye başlar. 2006’da tamamladığı doktora tezinde Uluslararası İlişkilerde Öteki Kavramını irdeler. Bu tez, onun fikri olgunluğunun bir meyvesidir artık. Huntington’un Medeniyetler Çatışması teorisinin ürettiği entelektüel ve siyasi gündem ile 11 Eylül’ün ardından yaptığı bu çalışmada reçete olarak “Türk Modeli” ve “İstanbul Ruhu” kavramlarını sunar. İrfan Çiftçi’nin tevhid idrakini belgeleyen bu çalışmanın satır araları dikkatle okunduğunda sadra şifa tespitleri ve tahlillerinin, günümüz Türk aydınları ve gençleri için bir anahtar niteliğinde olduğu görülecektir.
Şüphesiz onun hakikati arama izleğinde; Klasik edebiyatın, Heidegger’in, Frankfurt Okulu’nun, Hobsbawm’ın, Post yapısalcıların, Rilke’nin ve daha pek çok düşünürün, edebiyatçının onun düşüncesinin yapı taşları olduğu inkâr edilemez. Ancak gençlik döneminde keşfettiği büyük şair Yunus Emre’nin, Fethi Gemuhluoğlu’nun, sofrasında lokma ettiği Hilmi Oflaz’ın, sohbetleriyle Mehmet Niyazi’nin, Nusret Özcan’ın, Said Başer’in ve yakın dostu İbrahim Kiras’ın büyük katkıları vardır. İrfan Çiftçi’nin bu serüveninde etraflı bir literatür okuması ve dergi takipçiliği dikkati çeker.
Düşünsel zenginliğinin yanı sıra ayrım gözetmeksizin gösterdiği babacanlığıyla İrfan Çiftçi bir zamane dervişidir. İnsanı merkeze alan hayat anlayışı, pazar esnafıyla kurduğu tanışıklık, mahallenin berberi, kalem tamircisiyle kurduğu dostluk, onu yaşadığı şehre ve topluma sıkı sıkıya bağlamıştır. İkimizin de hocası olan Toktamış Ateş’in mahalleye ve komşuya bağlılığı bize örnek olmuş; site hayatına ve rezidanslara mesafeli kılmıştı. Bu sebeple Eyüp’te mütevazı, şirin bir eski semtte toprağa yakın evlerde ikameti tercih etmiştik. Mahallelinin günlük sohbeti ve komşuların dertleri ile meşgul olmak onu toplumun nabzını ölçmede farklı kılmıştı.
İrfan Çiftçi, çok sevdiği Fethi Ağabey gibi 55 yaşında 2 erkek evladını ve doktor eşini bu dünyada bırakarak “emaneti teslim etti”. Oğulları Metehan ve Atahan’ın yanısıra evlatlarından ayrı görmediği Orhan, Hatif, Hilal, Gürçay, Mevlüt, Mehtap, Halime, Fatma, Taceddin, Saliha, Bünyamin, Lütfi, Yasemin, Kürşat, Taha, Bedirhan, Yusuf gibi nice alpler, bacıyan-ı rumilere rehber olmuştur. O gençlere Fethi Ağabey gibi yaklaşır; onları şiirin ve sanatın ustalarına emanet ederdi. Tanıştırdığı dostlarını takip eder; kan uyuşmazlıklarında ise tarafları başka dostlarına havale ederdi.
Kendisiyle yaptığım yolculuklar on binlerce kilometreye tekabül eder. Onun yoldaşlığı ve keşfetme arzusu takdire şayandı. Kırım’dan Batı Trakya’ya, Viyana’dan Tebriz’e, Kars’tan Edirne’ye her seyahatimizde aynı aşkı aynı alperen ruhunu taşırdı. Keşfedilen gençlerin istikameti ve istihdamı için gösterilecek çaba, kimilerince karşılıksız ve kıymetsiz olabilirdi. Ancak zamane dervişi İrfan Çiftçi için hayatın anlamıydı.
Kendisini tanımayanlar için bu nasıl bir noksanlıktır izah edemem. Bütün meraklarını ve ilgilerini topladığı arşivinin envanterinin çıkarılması, belki onu anlamak için bir anlam haritası olacaktır.
Bugün er kişi niyetine duracağımız kıyamda İrfan Çiftçi; bu güzide topluluğu huzuruna getirmenin haklı gururunu hissettirecek kadar maneviyatı kuvvetli, imanlı bir dervişti.
Üniversite’nin İstanbul Üniversitesi olduğunu ısrarla söyleyen İrfan Çiftçi, 2000’li yıllarda ülkemize ve devletimize bela olacak musibeti önceden görerek kendi fakültesindeki gençleri ikaz etme misyonu üstlenmişti. Tarih onu endişelerinde haklı çıkardı ve 15 Temmuz gecesi kendisi Saraçhane meydanından sağ çıktı; ancak çok sevdiği arkadaşı Erol Olçok köprüde evladıyla birlikte şehit düştü. O gecenin acı ve travmasını her daim hissetti. Nihayetinde vatan hizmetidir diyerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın emri ile Bakü'ye gitti. Orada da gençleri uyandırmaya devam etti ve Türk Devletinin üzerine yüklediği misyonu kat be kat fazlasıyla yerine getirdi.
Azerbaycan Büyükelçiliği Kültür ve Tanıtma Müşavirliği görevini hakkıyla yerine getiren ve iki kardeş ülke arasındaki bağlara büyük katkılar sağlayan İrfan Çiftçi, 3 yıl süren bu vazifede büyük zorluklarla da karşılaştı. Bütün zorluklara rağmen ye’se düşmedi, daima ümitvâr oldu. Türk Dünyasının ve Türklüğün inkişafına dönük idealizmini yitirmeyen bu zamane dervişi, bahçesindeki Kadiri tacını andıran kubbeli kamelyada sabahlara kadar Türk Devletine hizmet aşkıyla dertlendi.
3 Temmuz akşamı 20.30’da Eyüpsultan’da evinin çaprazındaki Dede Korkut parkının önünden geçerken kalp krizi geçiren İrfan Çiftçi, bütün mahallenin gayreti ile hastaneye yetiştirilmesine rağmen sabaha karşı 04.30’da Siyami Ersek Kalp Hastanesinde emaneti teslim etti. “Kültür Karıncası” İrfan Çiftçi hakkında pek çok şey yazılacaktır elbette. Onun hayalleri ve rüyaları üzerine titrediği gençler tarafından zamanın ruhuna uygun bir hal içinde şekillenecektir.
Aziz milletimizin ve Türk dünyasının başı sağ olsun.