Zamanın ruhu ve Gülen Cemaati

Prof. Dr. Medaim Yanık/İstanbul Şehir Ünv. Öğr. Üy.
1.03.2014

Gülen Hareketi eski toplumsal hareketler sınıfına giriyor. Hem örgütlenmesi, hem hedefleri, hem metotları açısından zamanın ruhuyla uyumlu değil. Bu zaman dışılık, hareketin zaafı haline gelmiş durumda. Hareketi güçlü ve etkin hale getiren unsurlar, aynı zamanda çöküşünün de sebebi.


Zamanın ruhu ve Gülen Cemaati

Toplumsal hareket” kavramı, sosyal grupların toplum ve devleti kendi istedikleri yönde değiştirme için mücadele etmelerini tanımlar. Günümüzde dini cemaatler de, toplumsal hareket kapsamında değerlendirilebilir. Gülen Cemaati de bir toplumsal hareket olarak kabul edilmelidir. Çünkü Gülen Hareketi, “toplumsal grup” özelliklerine sahip. “Kendisine özgü benlik algısı” ve “biz ve onlar anlayışı” var. “Toplum ve devletin nasıl olması gerektiği” ile ilgili kendilerine özgü talep ve düşünceleri var. Bu hedefleri gerçekleştirmek için önemli sayıda insanı içeren bir örgütlenmeye sahip.  Son 40 yılda grup olarak sosyal ve siyasal bir mücadele içindeler.

Toplumsal hareketlerin varlığı tarihsel ve evrensel. Fakat oluş biçimi zamanın ruhuna, var olan siyasal düzene, toplumsal şartlara göre yeniden şekilleniyor. Toplumsal hareketler kabaca ikiye ayrılıyor: Eski ve yeni. Eski toplumsal hareket paradigmasının en önemli özelliği, siyasal gücü, yani devleti ele geçirme üzerine kurulu olması. Çünkü ideallerinin ancak devleti ele geçirdiklerinde gerçekleşeceğini düşünüyorlar. Örneğin sol ve devrimci hareketler bu paradigma ile hareket ettiler. İslam dünyasında da devleti ele geçirme mücadeleleri oldu. Diktatörlerin veya baskıcı rejimlerin devlet aygıtını kullanarak şiddet üretmesinden dolayı, devleti ele geçirmek gerekli görüldü. 

Yeni toplumsal hareketlerin temel paradigması ise, devleti ele geçirmek yerine, devleti ve toplumu etkilemek üzerine kurulu. Talep ve mücadelelerini de açık, şeffaf, yasal ve meşru bir demokratik düzlemde yapıyorlar. Çünkü bir toplumsal grubun devleti ele geçirmesi, diğer grupların karşı mücadelesine sebep oluyor. Bu da sürekli bir iç çatışma hali demek. Bu iç çatışmadan kurtulmanın yolu demokrasi. Demokratik bir seçim sistemi, kazanan partiye devletin geçici yönetim hakkını vererek, çatışmayı önleyebiliyor. Seçim sisteminin yanına, anayasa, kuvvetler ayrılığı, insan hakları, azınlık hakları, uluslararası insani hukuk vb standartlar da konularak seçime dayalı sistemin meşruluğu arttırılmış oluyor. Bu yolla hiç bir grup keyfi ve kalıcı bir şekilde devlet aygıtını yönetemiyor. 

Yeni toplumsal hareketler

Yeni toplumsal hareketlerin ilk örnekleri olarak, kadın hakları hareketleri ile, Amerika’daki siyah hakları hareketleri verilebilir. Bu hareketler uzun süreli kampanyalar şeklinde, toplum vicdanına seslenen, toplumu yanına almaya çalışan ve devlet siyasetinin değişimini isteyen özelliklere sahipti. Günümüz dünyasında insan hakları hareketleri ve çevre hareketleri de bu kategoriye girer.  Bu yazının temel amacı da, Gülen Hareketi’ni bu eski-yeni toplumsal hareketler bağlamında değerlendirip, zamanın ruhuna uygun olup olmadığını anlamaktır. 

Zamanın ruhuna uygun yeni toplumsal hareketlerin özellikleri şöyle: Silah ve şiddet kullanımına karşı. Askeri olana karşı sivil olandan yana. Devleti ele geçirmekten çok, toplumu harekete geçirmeye çalışıyor. Meşruiyet güçten daha önde. Siyasal güç meşruiyetten geliyor. Hiyerarşik örgütlenmeden çok yatay örgütlenmeye sahip. Lider hareketinden ziyade, çoğul ve yerel liderliğe önem veriyor. Liderlik olsa bile tanımlanmış değişim dönemleri ve sistemleri var. Gizlilikten ziyade açıklık ve şeffaflıktan yana. Doktriner olmaktan yerine, genel ilkelerle düşünüyor. “Bizi” geniş tutup, “onları” küçük tutuyor, yani dışlayıcı değil, içerleyici. İçeri girme ve dışarı çıkma hem olağan hem de oldukça kolay. 

Gülen Hareketinin özellikleri ise şöyle: Silahsız ve şiddetten yana değil. Bu oldukça pozitif bir özellik. Ancak, asker, polis ve yargı içinde örgütlenerek onların yasal güçlerini hedefleri için kullanma alışkanlıkları var. Bu eleştirilip, negatif görülmesi gereken bir özellik. Örgütlenmesi ve yönetimi çok katmanlı ve çok yüzlü. Öncelikle şeffaf değil. Örgütlenmesinin hem açık hem gizli tarafı var. Nasıl yönetildiği dışarıdan biri tarafından anlaşılamıyor. Hem devlette kadrolaşmak istiyor, hem de toplumda yayılmak istiyor. Hegamonik karakterde. Her şeye sahip olup, tüm gücü ellerinde tutmak istiyor. Tam bir lider hareketi. Lider neredeyse kutsal. Topluluk olarak seçilmişler. “Biz” tanımlaması dar. Çekirdek kadrolar üzerine kurulu. Kendileri dışındaki grupları “onlar” olarak görüyorlar. Ötekilerine kendilerine tabi oldukları oranda meşruiyet veriyorlar. 

Kemalist düzenin sonucu 

Cemaat 1960-1990’lı yılların baskıcı Kemalist düzenin şartları içinde var oldu.  Bu sebeple de, örgütlenme tarzı ve iş yapma alışkanlıkları Kemalistlere benzedi. Varlığını devam ettirebilmek için, gizli örgütlenme, devlet bürokrasisine sızma, takiyye gibi alışkanlıkları bu şartlarda edindi. Örgütsel yapısını ve söylemini katmanlı hale getirdi. Hem açık, hem de gizli bir örgütlenme geliştirdi. Örneğin bazı vakıfları açık hale getirip, bunları görünen yüzü yaptı. Ama “imam sistemli örgütlenmesini” gözlerden uzak tuttu. Hem sivil haklar söylemi geliştirdi, hem de devlet içinde kadrolaşarak rakiplerine operasyonlar yaptı. Bunu da diğer gruplarda (örneğin Kemalistler) de aynı şeyleri yapıyor yaklaşımı ile meşrulaştırdılar. “Polisiye yöntemleriyle mücadele etmediğimizde hem varlığımızı koruyamayız, hem de biz yönetemeyiz” diye düşündüler. Bu hal ise onları giderek siyasallaştırdı. Hem yurtiçinde hem de yurtdışında çok sayıda kuruma sahip olunca, hem bunları ekonomik olarak sürdürebilmek, hem de koruyabilmek için müttefikler oluşturdular. Küresel güçlerle aynı masalara oturdular. 

Çünkü eski toplumsal hareketler paradigması bugünün dünyasında işlemiyor. Günümüz dünyasında hiyerarşik verilere bağımlı sosyal hareketler eninde sonunda yönetim zaafı üretiyor.  Lider ve önde gelenlerin yaptığı yanlışlar veya onlara karşı yapılan operasyonlarla, örgütlenme kolayca dağılıyor. Gizil örgütlenme, toplumsal ve hukuksal meşruiyeti azaltıyor. Örgütlenme kolayca illegal damgası yapıştırılarak tasfiye ediliyor. Devleti ele geçirme için yaşanılan çatışma sürecinde, siyasal örgüt konumuna düşüp, sivil görünümden uzaklaşıyor. Sivillikten uzaklaşma ise tasfiyeyi kolaylaştırıyor. Kadro hareketleri, toplumun büyüklüğüne nazaran az sayıda insanı mobilize edebiliyor. Geniş kitleler hareketin dışında kalıyor. Kadroların dışında kalan kitleler, bu grubun kuracağı düzende kendisinin sosyal varoluşuna izin verilmeyeceğini düşünerek korkar hale geliyor. Bu da kitleleri o hareketin karşısına itiyor. Diğer toplumsal gruplar kendilerini dışlanmış hissederek o hareketin karşısında konum alıyor. Bu hal de, o grubu tek başınalığa, yalnızlığa itiyor. Tüm bu saydıklarım bugünlerde Gülen Hareketi’nin başına geliyor. Algılanmaları sivillikten yasa dışılığa kayıyor. Hiyerarşik ve lider bağımlı örgütlenmesi üzerine projektörler çevrilmiş durumda. Sivil görünümden hızla uzaklaşıyorlar. Onların dışındakiler, onların kuracağı bir düzenden korkar durumda. Diğer toplumsal gruplar, onları “öteki” olarak algılamaya başladı. Bu sebeple de yalnızlaşıyorlar. 

Sonuç olarak, Gülen Hareketi eski toplumsal hareketler sınıfına giriyor. Hem örgütlenmesi, hem hedefleri, hem metotları açısından zamanın ruhuyla uyumlu değil. Bu zaman dışılık, hareketin zaafları haline gelmiş durumda. Hareketi güçlü ve etkin hale getiren unsurlar, aynı zamanda çöküşünün de sebebi. Bu çöküşten kurtulmanın yolu da, bir an önce eski model bir siyasal hareketten, zamanın ruhuna uygun olarak, gerçekten yeni ve sivil bir harekete dönüşmesi. Maalesef bu değişim de stratejik aklı etkileyen psikolojik engeller nedeniyle çok zor. Keşke bu değişime niyet etseler. Çünkü, “sivil bir Gülen Hareketi” Türkiye’ye değerli bir katkı sağlar.

[email protected]