Cumhuriyet'in kendini inşâ süreci olarak kabul edilen 1923-1940 yıllarının önemli aktörlerinden biri olan ve 1930'lardaki Kemalizm'in sistemleştirilerek bu ideolojinin halka götürülmesi ve benimsetilmesini sağlamada misyon üstlenen Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı eseri, ulus devlet üzerinden bir Osmanlı eleştirisidir. Ona göre Osmanlı asırlar boyunca Arapların hâkimliğini değil, sadece “sokak bekçiliğini” yapmıştı.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi
Yaptıkları ve yazdıklarıyla Cumuhuriyet'in kurucu elit kadrosunda yer alan Falih Rıfkı Atay (1893-1971), imparatorluktan ulus devlete geçiş sürecinde ulusun ve devletin yeniden inşâsı aşamasında misyon üstlenmiş ciddi isimlerden biridir. Mustafa Kemal'in en yakınındakilerden biri olan Atay, hem Kemalizm'in teorik değer kazanıp sistemleşmesi hem de halka izâhı noktasında etkin bir rol üstlendi. Özellikle gazeteciliği Kemalizm'in propagandası için etkili bir araç olarak kullanan Atay, hatıra türündeki Zeytindağı adlı eserini de aynı amaçla yayınlamıştır.
I. Dünya Savaşı'nda yedek subay olarak Suriye'de görev yapan Falih Rıfkı, İttihatçıların önemli ismi Cemal Paşa'nın özel kâtipliğini üstlenir. Cemal Paşa'nın bahriye nazırı olması üzerine 1917'de kalem-i mahsusa müdür yardımcılığı görevine getirilir. Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara Hükumeti'ni destekleyen yazılar yazan Falih Rıfkı, sonradan kaleme aldığı Zeytindağı adlı eserinde Cemal Paşa'nın yanında geçirdiği yıllarını farklı bir bakış açısıyla ele alır.Savaşın gölgesindeki bir metin olan Zeytindağı, bir belge niteliği taşımasa da tarihe, sosyolojik bir perspektif sunması bakımından değer taşır.
Zeytindağı'nda anlatılan olaylar, 1918 yılına ait olmasına rağmen Falih Rıfkı, bu eserini 1932 yılında yayımlamıştır. Yani eser yayımlandığında eserdeki I. Dünya Savaşı'na ait olaylar çoktan yaşanmış ve sona ermişti. Olayların veya hatıraların üzerinden 14 yıl geçtikten sonra eserini kaleme alan yazarın temel amacı, olayları ve anlatıları yeniden kurgulayarak Kemalizm propagandası yapmaktı. Nitekim yazarın da eserin ön sözünde belirttiği üzere Zeytindağı, Cumhuriyet'in genç kuşağı için bir inşâ aracıydı. Bundan dolayı eserdeki hatıraların düzenlenişi ile kurgu ve temalar, geçmişi red politikası üzerine yeni bir ulus inşâ etmeye çalışan yeni ideolojiye uygun bir biçimde yeniden dizayn edilmiştir.
Eserde; İttihat ve Terakki ile Cemal Paşa'nın hatalarının yeri geldikçe sert bir şekilde eleştirilmesi, Osmanlı'nın sık sık küçük düşürücü ifâdelerle söz konusu edilmesi, geçmişte imparatorluğu oluşturan Arapların milletin sırtındaki bir kambur olarak anlatıma dâhil edilmesi ve devletin yeni ideolojisinin bir bileşeni olan milliyetçiliğe sıkı vurguların yapılması bahsi edilen amaca matuftur. Bu değerlendirmeler çerçevesinde Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı adlı eserinin, yeni kurulan ulus devletin kendi ötekisini oluşturup ayakta kalma ve var olma mücadelesine katkı sağlamaya dönük bir misyontaşıdığını söylemek mümkündür.
Katı ulusçu bir söylem
Eser, Cemal Paşa'nın Zeytin Dağı'ndaki karargâhına Falih Rıfkı'nın uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından ulaşmasıyla başlar. Karargâhı ve bulunduğu mevkiden gördüklerini ustalıklı cümlelerle uzun uzun tasvir eden yazar, daha eserin başında Arap coğrafyasını gözden çıkaran ve bu fikri kararlılıkla kabullenen ifâdelere yer verir. Bu coğrafya ile ilgili Cumhuriyet'in katı ulusçu fikriyatını bire bir yansıtan anlatım tarzı, günümüzde de belli kesimler nezdinde geçerliliğini koruyan ve Anadolu sınırları dışındaki coğrafyaların hiçbir zaman Türk yurdu olmadığını savunan fikirlerin âdetâ öncüsü niteliğindedir:
"Biz Kudüs'te kirada oturuyoruz. Halep'ten bu tarafa geçmeyen şey, yalnız Türk kâğıdı değil, ne Türkçe ne de Türk geçiyor. Floransa ne kadar bizden değilse, Kudüs de o kadar bizim değildi. Sokaklarda turistler gibi dolaşıyorduk. .... Ticaret, kültür, çiftlik, endüstri, binalar, her şey Arapların veya başka devletlerin ..."
Cumhuriyet'in ilk yıllarında Osmanlı mirası bir coğrafya ile beraber şüphesiz bu coğrafyanın çağrıştırdığı din olgusu da reddedilmiş oluyordu. Bundan ötürü Falih Rıfkı'nın anlatısına baktığımızda, bu coğrafya ve çağrıştırdığı dinî bağın koparılıp atılmak yerine bu bağın hiç olmamış gibi gösterildiğine şahit oluruz. Yazar, eserin ilerleyen bölümlerinde bu düşüncesini güçlendirmek için âdetâ fırsat kollar ve kendisine göre kanıtlayıcı örnekler aktarır. Bu amaçla Arapların çöl suyunu zemzem diyerek insanları aldattıkları, Mekke, Medine ve Hz. Peygamber üzerinden din bezirgânlığı yaptıkları, paraya aşırı tamah ettikleri ve Türkleri sırtından hançerledikleri gibi örnekler sıralayarak "ihanet" iddiasına dayanak yapar.
Devletin içine düştüğü durumun yegâne müsebbibi olarak Türkler dışındaki milletleri gören Falih Rıfkı'ya göre Osmanlı kendisini diğer milletlere hep sömürtmüştür. Ona göre bu, Osmanlı'nın en büyük hatasıdır. Çünkü, "Osmanlı İmparatorluğu, Trakya'dan Erzurum'a doğru, koca gövdesini yan yatırmış, memelerini sömürge ve milliyetlerin ağzına teslim etmiş, artık sütü kanı ile karışık emilen bir sağmaldır."
Bundan hareketle Falih Rıfkı; Halep, Kudüs, Lübnan ve Şam gibi coğrafyaların öz vilayetlerimiz değil, bize yedi kat el gibi yabancı olduğu düşüncesini "Halep büyük bir şehir, Kudüs büyük bir şehir ve hepsi yabancı idi. Lübnan havası, bize Dobruca havasından yüz kat daha yabancı idi. Fakat her yere, bizim diyorduk. ..." şeklindeki sözleriyle ifâde eder.
Ötekileştirilen bir halk
Falih Rıfkı, Araplarla olan münasebetlerden eserinde çok sık bahseder. Cemal Paşa'nın o bölgedeki yanlış uygulamalarından, kişisel hataların onarılmaz olumsuz neticelerinden bahseder. Ayrıca Kanal Harekatı'nda Araplarla birlikte nasıl çetin bir savaş verildiğini bütün gerçekliğiyle gözler önüne de serer. Fakat ne var ki Falih Rıfkı'nın Araplara bakışı genel itibariyle olumsuzdur.
Üç geniş kıtadan dar Anadolu topraklarına haps olan koca bir imparatorluk halkına dayatılan "yeni ulus yaratma" fikri ile satırlarını bileyen Falih Rıfkı, bugün petrol ve zenginlik fışkıran Arap çöllerini, büyük bir öngörüsüzlükle, bir kafalık gölge bile vermeyen tek tük hurma ağaçlarının olduğu yerler olarak küçümserken, savaş ortamındaki yoksul insanları da gayrıya el avuç açan dilenciler olarak tasvir eder:
"Bütün gün hep aynı çöl, bir kafalık bile gölge vermeyen tek tük hurmalar, yırtık ve kirli esvaplı ve yünleri daha yırtık ve kirli urban, kemik parmaklarını büküp açarak para ve ekmek dilenen çocuklar, kısa ve yassı birkaç tepe ve ertesi sabah tekrar çıplak çölde kalıyoruz."
Cumhuriyet'in kendini inşâ süreci olarak kabul edilen 1923-1940 yıllarının önemli aktörlerinden biri olan ve 1930'lardaki Kemalizm'in sistemleştirilerek bu ideolojinin halka götürülmesi ve benimsetilmesini sağlamada misyon üstlenen Falih Rıfkı Atay'ın Zeytindağı eseri, ulus devlet üzerinden bir Osmanlı eleştirisidir aynı zamanda. Ona göre Osmanlı asırlar boyunca Arapların hâkimliğini değil, sadece "sokak bekçiliğini" yapmıştı. Osmanlı, o topraklardan bir şey kazanmadığı gibi "Anadolu'nun rızkını Arapların boğazına akıtıp durmuştur." Özellikle bölge halkı için kullandığı "Arapça tükenmiş, yalan tükenmemiştir"ve "yalanın tecvidli Arapçası insanlara âyet tesiri vermektedir." şeklindeki ifâdeler, son derece katı ifâdeler olarak eserde yer alır.
Arapların hele hele çöl bedevilerinin altın ve kıymetli taştan başka dinleri olmadığını savunan Falih Rıfkı, Osmanlı sınır boylarındaki Arap şeyhlerinin göğsünde İngiliz ve Alman nişanlarının yan yana olduğunu belirterek ihanet içinde olduklarını ve iki yüzlülük yaptıklarını söyler. Bu iddiasını şu örnekle sürdürür:
Şeyh önce size kim olduğunuzu sorar:
- İngiliz misiniz?
- Yaşa İngiliz!
- Türk müsünüz?
- Yaşa Türk!
Dönemin muktedir ideolojisinin bir propaganda elemanı gibi vazife gören Falih Rıfkı Atay gibi yazar çizer takımı, Osmanlı'nın miadını doldurduğu yönünde göndermeler yaparken imparatorluğun temsil ettiği bütün değerleri reddedilmesi gereken bir kimlik ve aidiyetler bütünü olarak savundular. İslâm ümmeti yerine tek ulus bilincini, İslâm coğrafyası yerine ise Misâk-ı Milli sınırlarında sıkışmışlığı empoze ettiler. Falih Rıfkı'nın Zeytindağı'nı da bu algıya hizmet eden bir eser şeklinde değerlendirmek gerekir.