Ailede “baba” figürünü ve kültünü şeytanlaştırmak ve toplumda “otorite ve egemenlik düşüncesini yok etmek en başta aileyi dağıtıyor ve ardından da köksüz bir birey inşa ediliyor. Kapitale, başarıya, rekabete ve zevklere tutunan ama temel kutsal değerlere karşı hoyratlaşan aktörlerden müteşekkil bir sosyoloji var karşımızda.
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
Günümüz teknolojisinin en fazla etkilediği alan iletişim sektörüdür. İletişim alanındaki teknik ilerleme ve dönüşüm, doğrudan ve etkin bir şekilde hem maddi kültürü hem de manevi kültürü etkilemektedir. İnançtan sosyal değerlere, sanattan bilime ve savunmadan bilişime kadar her alandaki normları belirleyen en güçlü alan haline gelmiştir. Kitle iletişim araçlarının ve sosyal medya platformlarının sahip oldukları dönüştürme gücü, onların işlevlerini bir hayli geride bırakmıştır artık.
Her ne kadar iletişim, son derece klişe bir ifade ile, "her türlü diyalog" kurma girişimi olarak tanımlansa da modern zamanlarda daha çok bir harp sanatı olarak var olmuştur. Ki zaten iletişim alanındaki ilk teknik icatlar "askeri-güvenlik" alanındadır. Gerek kripto haberleşme sistemlerinin kurulması ve deşifresi gerekse de düşmanı/rakibi kendi planına uygun bir şekilde yönlendirme çabası iletişimi farklı bir boyuta taşımıştır. İletişim artık salt bir diyalog kurma ve haberleşme işi değildir. Aynı zamanda bir harp tekniğidir de.
Türkiye bugün askeri-güvenlik alanında, savunma sanayinde çok büyük ilerlemeler kaydetmiştir ve kaydetmeye devam etmektedir. Bunların büyük bir zafer ile taçlanmasına son bir adım kaldı. Bu iletişim alanındaki devrimlerle olacaktır.
Bilgi bazlı düzen
Bilindiği gibi Çinlilerin ilk icat ettiği abaküsten günümüzdeki yapay zeka destekli bilgisayarlara kadar bütün bilgi derleme çalışmalarının asıl amacı onu sistematik hale getirip "bilgi bazlı" (big data eksenli) bir düzen kurmaktır.
Bunu başaran toplumların bugün dünyaya yön verdiklerini sanırım tartışmaya hacet yoktur. Sadece sosyolojiyi değil, aynı zamanda zihinleri de yönlendiren çok önemli bir imkan sahibi olduklarını görüyoruz.
Bugün dünyada söz sahibi olan aktör ülkeler, savunma sanayii, iletişim becerisi ve kapasitesi, diplomatik güçleri ve ekonomik varlıkları ile temayüz edenlerdir. Türkiye, küresel bir aktör olma yolunda ilerlerken bu alanların tamamında senkronize bir büyüme ve gelişmeyi hedeflemek durumundadır.
Nitekim Türkiye de bu alanlarla ilgili yeni politikalar ve stratejiler izleyerek küresel sistemin etkin bir aktörü olma yolunda önemli başarılar elde etmiş bulunmaktadır. İletişim ve kamu diplomasini kurumsal bir çatı altında güçlü bir yapı haline getiren sn. Fahrettin Altun'un bu alandaki başarısı son derece takdire şayandır. İletişim ve kamu yayıncılığı, bugün sadece bir "haber alma ve haberleşme" işi değildir. Aynı zamanda sahip olunan iddianın (medeniyetin) inşasıdır da.
Zira medyatik bilgi, dramatik bir bilgidir. Doğrudan insanın zihnine mitik bir şekilde fırlatılan bir bilgidir. Çünkü kitle iletişim araçları, drama geleneği çerçevesinde bizi bilgilendirirler ve doğrudan doğruya duygulara hitap ederler. Duyguları derinden kamçılayarak "duygusal bir bilgilenme" sürecinin oluşmasına neden olurlar. Bir başka ifade ile aklı paranteze alarak kişiyi enforme ederler. Aslında bir anlama projesi olan iletişim, belki de hiç beklenmedik bir şekilde bir dönüştürme ve yönlendirme operasyonuna dönüşmektedir.
Anlamın buharlaşması
Zihnimize "anlama" açısından yardımcı olan iletişim araçları zamanla onu iğdiş etmektedirler. Bu da doğal olarak bizim asıl kavramamız gereken anlamı buharlaştırmaktadır ki Batı dünyasında da konu bir hayli tartışılmaktadır. Meşhur iletişim bilimci-felsefeci Jean Baudrillard'ın Simülakrlar ve Simülasyon adlı kitabı bu konuyu ele almaktadır.
Çünkü zihnin anlamasına yardımcı olan teknikler, zamanla onun bir donanımı haline geliyor ve bu durum, "esaslı düşünme"yi, "öze dair yordama"yı yok ediyor. Bu ise zihnimizin başka bir alandaki işleyişine, inanç ile ilgili boyutuna sirayet ederek "iman" ile ilgili şüpheler uyandırıyor ve "inkara" neden olabiliyor ki günümüz gençlerinde yaygınlaşan deizmin de kökenini burada aramak gerekir.
O halde konuyu şöyle formüle edebiliriz; günümüzde medya, ya da iletişim araçları hem bizzat kendileri hem de içerikleri bakımından toplumsal değişim ve dönüşümün temelini oluşturmaktadırlar. Gündelik yaşamdan inanca kadar her alanın normunu belirleyecek bir yetkinliğe kavuşmuş bir durumdadırlar. Buna göre her ebeveynin, toplumun ve devletin temel görevi evlatlarını, bireylerini ve vatandaşlarını bu konuda bilgilendirmek ve ikaz etmektir. Ya da en azından bu alanın işleyişine dair temel bir eğitim vermektir. Cari olan iletişim modellerinin işleyiş sisteminin temel yapı taşlarının bilinmesini sağlamaktır. İletişimde kaynak, kodlayıcı, kanal, gürültü, alıcı ve hedef gibi temel parametrelerin neler olduğunun bilinmesini sağlamak her bir kamunun otoritesinin belki de en temel görevlerinden birisidir.
Medya Okur Yazarlığı bu ülkede öğrencilere verilmesi gereken en önemli derslerden birisidir. Her ne kadar 1990'ların sonlarına doğru bir ara RTÜK marifetiyle böyle bir çalışmanın pilot uygulaması yapıldıysa da zamanın muktediri casus çete FETÖ, asıl manipülasyonlarını bu alan üzerinden yaptığından ve vatandaşların medyatik büyüden uyanmalarını istemediğinden o dersleri kaldırtmayı başardı. Oysa bu konu ülke sosyolojisini ve güvenliğini ilgilendiren en kritik alanlardan birisidir ve bugün de bu yönde çok özel bir çalışmanın yapılması gerekmektedir.
En basit örneği, şu an ülkede mevcut olan dijital tv yayın platformlardaki dizilerin ve filmlerin tamamında (hiçbir istisnası yok neredeyse) özellikle bir erkek veya kadın sapıklığı sahnesine yer vermektedir. Keza bu platformdaki bazı dizi veya filmlerin içinde sapık bir babanın örselediği bir çocukluk hikayesinin de var olduğunu görüyoruz.
Baba figürü ve otorite reddi
Oysa bu iki konu, yani cinsel sapıklık ve ebeveyn zorbalığı toplumun çok az bir kesiminde ve nadiren görülebilen büyük cürümler ve suçlardır. İşin en ilginç olan tarafı ise bu suçları cezalandırmak için başka suçları meşrulaştıran bir sistemin paradigmatik bir norm haline getirilmiş olmasıdır. Sapıklığı meşrulaştırmak için "meşruluğun bizzat kendisini" hedef alan bir söylem üzerinden tesis edilen bir hukuk sistemi var maalesef.
Ailede "baba" figürünü ve kültünü şeytanlaştırmak ve toplumda "otorite ve egemenlik düşüncesini yok etmek en başta aileyi dağıtıyor ve ardından da köksüz bir birey inşa ediliyor. Kapitale, başarıya, rekabete ve zevklere tutunan ama temel kutsal değerlere karşı hoyratlaşan aktörlerden müteşekkil bir sosyoloji var karşımızda.
Oysa günümüz medyası bahse konu "suçları" toplumsal yapının yaygın bir eğilimi olarak göstermekte ve bu veri üzerinden sosyolojiyi şekillendirmektedir. Toplumda "nadir görülen" bir durumu tüm toplumsal alanın doğal bir parçasıymış gibi göstermenin nedeni de bahsedilen konudur.
İşte bu "operasyona" ve gayri nizami harbe karşı toplumu bilinçlendirmek için sahiden en kritik görevi TRT yapmaktadır. Kamu yayıncılığı yapan bu kurumun toplumda var olan "tabii" normalin ne olduğuna işaret eden çalışmaları ve bu konudaki hassasiyetleri çok takdir edilmelidir, desteklenmelidir ve hatta bu kurum, tıpkı güvenlik alanında faaliyet gösteren savunma sistemleri üreten kurumlar gibi ayrıcalıklı bir statüye kavuşturulmalıdır.
TRT bu alanda bir okul görevi görmekle mükelleftir. Onun bu alandaki öncü rolüne yönelik kara propagandalara itibar etmemek ve konunun ehemmiyetini her bir vatandaşımızın göreceği şekliyle izah etmek gerekir.
Gerek ülkemizde gerekse de dünyada medya marifeti ile fikir, siyaset, sanat ve kültüre alternatif popüler bir içerik üretilmeye çalışılmaktadır. Bu alanda en çok zorlandıkları ülkeler ise özgün bir kültür tarihsel mirasa sahip, milli ve yerli değerlerine sahip çıkanların yaşadıkları ülkelerdir. Bu bağlamda bir sömürge aparatı olarak işlev gören İngiliz yayın kuruluşunun en rahat davranabildiği ülkeler, kendi kültüründen utanan coğrafyalar oldu. Bu kültür emperyalizminden korunmanın biricik yolu, evrensel değerler içeren bir medeniyeti tevarüs etmektir ki bu konuda bir eksiğimizin olmadığını ayrıca vurgulamaya hacet yok sanırım.
Dünyadaki çifte standardı, İsrail haydut devletinin soykırımını, Afrika'daki yerlilerin aşağılanmasını, Avrupa'daki sömürgeciliğin tarihini ve dünyadaki darbe geleneğinin ABD ile olan organik bağını yeni nesil TRT yayınlarından öğrenecek, öğreniyor. Keşke bu konuları daha detaylı okuyarak öğrenseler diye düşünebilirsiniz ama zamane gençlerinin uzun uzun okumaya vakitleri yok maalesef.
Sözgelimi şimdiye kadar eminim ki birçoğumuz "Siyonizmin" nasıl şeytani bir ideoloji olduğunu, tarihsel köklerini ve inşa ettiği kişilik yapısını çeşitli metinlerden ve yaşanmışlardan okumuşuzdur. Ama bu metinlerin hepsinin özeti halinde bir bilgiyi TRT WORD ekibi bir belgesel ile bize sundu: Kutsal İşgal. İsrail'deki radikal grupların içine sızılarak elde edilen bilgiler tüyler ürpertici. Tahrif edilmiş teolojik metinlerin politik bir proje haline getirilmesinin nasıl hastalıklı bir ruh halini inşa ettiğini görüyorsunuz. Bir barış, huzur ve adalet dini olan İslam'a ve onun kutsallarına sürekli "şiddet ve savaş" üzerinden çemkiren alçakların bu görüntüler için bir şey diyeceklerini de beklemiyoruz zaten. Bu ve benzeri konularda topluma ve devlete çok önemli bir katma değer üreten bir kurumun, içerik ve değer kaygısı olmayan rakipleri ile kıyaslanması eksik bir okuma olur. Zira TRT, içinde bulunduğu sektörde sahip olduğu kırmızı çizgileri bakımından görece büyük bir dezavantaja sahip olmakla beraber izlenme açısından son derece başarılı bir göstergeye sahiptir.
Özellikle gençler için "temiz yayıncılık" politikasının onu bir hayli zorladığını tahmin etmek zor değil. Ancak bu zorluğu aşmalarını beklemek hem devletin hem de her bir vatandaşın en doğal hakkı. Bu yolda onları hem cesaretlendirmeli hem de takdir etmeli ki küresel bir aktör olabilsinler.
Bu yolda önemli bir mesafe katettiklerini de gururla söyleyebiliriz. Bu yolculukta ki en kritik adım birçok dilde yayın yapmasıdır. Zira her bir dil, dünyaya açılan bambaşka bir penceredir. Kürtçe için özel bir vurgu yapmazsam eksik kalır, zira bu ülke vatandaşlarının neredeyse üçte birisinin ana dilinde kamu marifeti ile bir yayının yapılması mevcut sorunun çözümünden çok o dilin yaşamsal pratiğine can suyu olmuştur. Dahası TRT KURDİ, sadece Kürtçe yayın yapan bir kanal değildir, aynı zamanda her gün ve her saat ülkedeki bu kadim meselenin varlığını ve sağlıklı bir şekilde anlaşılmasını sadece mevcudiyeti ile anlatan bir kurumdur.
Türkiye sadece kendi iç dinamikleri ile çözemeyecek büyük meselelere sahiptir ve bunların çözümü için de uluslar arası sistemi etkileyecek bir aktör olması gerekmektedir. Bu çabanın en önemli bileşenlerinden birisi de TRT'dır. TRT Genel Müdürü sn. Zahit Sobacı da bu sorumluluğun bilincinde bir yönetici. Kamu yayıncılığı, ülkenin sahip olduğu potansiyeli bir katma değere dönüştüren en önemli mekanizmalardan birisidir. Nitekim geçenlerde Zahit Bey de bu bağlamda New York Times'ta Türkiye ile ilgili yayınlanan bir makaleye dikkatleri çekmişti. Söz konusu makale özetle, ABD'nin "küresel megafon hakimiyetini" Türkiye'ye kaptırmaya başladığı yorumunda bulunmaktaydı. Bu başarının sürdürülebilirliği ve devamlılığı ise ancak kurumsal bir kimlik ile sağlanabilir.
Yaşamın yalın gerçeği
Bugünün modern paradigması, insan hayatında "tabii" olanı paranteze alarak onu yeniden inşa etmek istiyor. İnsana en yakın olan doğal bir durumu medya gücüyle en uzağa itebiliyor. Yaşamın en yalın gerçeği olan ölümü hayatımızın dışına çıkarabilen bir sistemden bahsediyorum. Ölümü bile yaşamın doğal bir parçası olmaktan koparan bir dünyadayız. Ve sen insanların hayatına en sevimsiz olguyu monte etmeye kalkışıyorsun. Zor ve gerekli bir iş.
Hayatımızın içinde yemek var, moda var, aşk var, acılar var zevkler var, keder var coşku var ama ölüm hiç yok. Oysa bizim kültürümüzde ölüm ile yaşam her haliyle ve her anında iç içedir. Anadolu'daki şehirlerin hangi mahallesinin hangi evin penceresinden bakarsanız mutlaka ya bir mezarlığı ya bir cami haziresini ya bir ziyareti (yatırı) ya da bir şehitliği (geleneksel dönemlerde şehitlikler, şehadetin yaşandığı her türlü mekandır, naaşın metfun olması gerekmeyen bir makam) görürsünüz.
Özetlemek gerekirse, medya ile inanç/kültür arasındaki ilişki, salt değişim ve dönüşüm ile ilgili değildir. Aynı zamanda inşayı da içerir. Çünkü insan hayatında değişime yol açan her bilgi aynı zamanda bir inanca da dönüşür. Asıl dayanağı "drama" geleneği olan medyatik bilgi, insanları bilgilendirirken onun aklını paranteze alıp duygulara doğrudan hitap eder. Bu da doğal olarak bizim nesneye ve olguya ilişkin doğru bir bilgi sahibi olmamızı son derece riskli bir hale getirmektedir. Bu mekanizmayı yapı sökümüne uğratacak olan ise farklı bir okuma yapacak enstrümanlara görece daha kolay ve pratik yollardan ulaşabilmektir.
Bu bozgunculuğa bir direnme mevzisi olma kapasitesi ve işlevi bakımından TRT ülkenin en stratejik kurumlarından birisidir ve bu işlevine uygun çalışmalarının da büyük bir gururla takdir edilmesi gerekir.
Bunun için de TRT Akademi, hiçbir mazeretin arkasına sığınmadan, şimdiye kadar yaptığı gibi bundan sonra da kamu yayıncılığının yanında "medya okur yazarlığı" eğitimini de, gerekirse Milli Eğitim Bakanlığı ve üniversiteler ile de sıkı bir işbirliği içine girerek, tüm okul çağındaki gençlerimize öğretmekle mükelleftir. Bunun için ihtiyacı neyse de hükümetin veya devletin onu karşılaması bizim için aynı zamanda bir güvenlik sorunudur. Zihin yönlendiren bu mekanizmayı deşifre etmeden onunla rekabet edemeyiz.