Zor devrin padişahı

Prof. Dr. Süleyman Kızıltoprak / Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi
17.02.2023

II. Abdülhamid, 93 Harbi'nden sonra Osmanlı Devleti'ni savaştan uzak tutmaya gayret etti. İsyanları kontrol etmek ve bu sebeple devletin toprak kaybına uğramasını önlemek için dış politikada yeni bir yaklaşım ortaya koydu. Avrupa dengesinden faydalanarak Osmanlı Devleti'nin çıkarlarını korumaya öncelik verdi. Dış politikada aktif denge siyaseti izledi. Büyük devletlerin çıkarlarını iyi analiz ettiği için hiçbir şekilde tek bir devlete bağımlı kalmamaya çalıştı. İngiltere'ye karşı Mısır sorununda olduğu gibi Fransa, Almanya ve Rusya'nın desteğini almaya çalıştı. Libya ve Tunus'u işgal planları yapan Fransa ile İtalya'yı karşı karşıya getirdi.


Zor devrin padişahı

Osmanlı İmparatorluğu'nun 34. padişahı Sultan II. Abdülhamid, Abdülmecid'in tahta oturan dört oğlundan ikincisidir. Şehzade iken özel eğitim aldı. Arapça, Farsça ve Fransızca öğrendi. İki İtalyan Hoca'dan batı musikisi eğitimi aldı. Babasının genç oluşu ve önünde amcası Abdülaziz (1861-1876) ve abisi Murat'ın olması sebebiyle tahta geçme ihtimali az görülüyordu. Bu yüzden, kariyer planı yapan bürokratlar ile saray ve çevresinde bulunan zevatın ilgi alanının dışındaydı. Kişisel becerileri ile Pertevniyal Kadınefendi'nin desteğini alarak Sultan Abdülaziz'in sempatisini kazandı. Sultan Abdülaziz'in Mısır ve Avrupa seyahatinde bulundu. 34 yaşında tahta oturana kadar gözden uzak bir şekilde, Maslak çiftliğinde tarım ve hayvancılık işine girişti, maden işletti, borsa yatırımları yaptı. 31 Ağustos 1876'da Padişah olduğunda bu yatırımları sebebiyle kişisel serveti 100 bin altını aşmıştı.

Siyasal istikrarsızlık

Siyasal ve ekonomik sorunların arttığı bir devirde Padişah (1876-1909) oldu. Osmanlı Devleti 1683-1699 arasında yaşadığı gibi çok sıkıntılı bir devre girmişti.

Meşrutiyet yönetimini tek çare olarak gören Mithat Paşa ve ekibi, Abdülaziz'i tahttan indirerek siyasal istikrarsızlığı derinleştirdiler. Akıl sağlığı bakımından sorunlar yaşayan V. Murad'ı da tahttan indirmek zorunda kaldıklarında Abdülhamid'le anlaşmışlardı. Buna göre, kendileri makamlarında kalacaklar ve meşrutiyet ilan edilecekti. Darbecilere göre, devlet aygıtını kendileri yönetecek, padişah sadece perde önünde olacaktı.

Öte yandan, ülke mali ve siyasi sorunlarla çalkalanıyordu. Bosna-Hersek, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ'da çıkan isyanlar Rusya tarafından destekleniyordu. 1875 yılında ilan edilen moratoryum sebebiyle alacaklarının kaygısına düşen Avrupalı sermayedarlar Osmanlı aleyhine pozisyon almıştı. II. Abdülhamit öncelikle iç kamuoyunun desteğini almak için harekete geçti. Seraskerlik/Genelkurmay Başkanlığı'nda subaylarla aynı sofraya oturdu. Saray çalışanları ve devlet ileri gelenleriyle Yıldız Sarayı'nda, Tersane'de Bahriyelilerle, Bab-ı Meşihat'ta ulema ile yemekli toplantılar düzenleyerek milli birlik ve dayanışma noktasında etkili konuşmalar yaptı. Haydarpaşa Hastanesi'nde tedavi gören askerleri ziyaret ederek onlara hediyeler verdi.

I. Meşrutiyet'in ilanı

Sırbistan isyanı kontrol altına alınırken, Rusya'nın ültimatomu yüzünden ateşkes ilan edildi. İngiltere'nin teklifiyle İstanbul'da büyük devletlerin katıldığı "Şark Meselesi" konferansı başlarken 4 günlük Sadrazam olan Mithat Paşa'nın önderlik ettiği Kanun-ı Esasi 23 Aralık 1876'da ilan edildi. Mithat Paşa'nın amacı büyük devletlerin Balkanlardaki Osmanlı topraklarında Hristiyan tebaanın lehine reform yapılması yönündeki baskılarını meşrutiyet yönetimine geçerek çözüme kavuşturmaktı. Ancak Avrupalı devletler Osmanlı Devleti'nin anayasal rejime geçmesini önemsemediler.

93 Harbi

Osmanlı Devleti'ne karşı Rusya 24 Nisan 1877'de savaş açtı. Bulgar, Sırp, Karadağ ve Romenler Osmanlı Devleti'ne karşı Rusya'nın yanında oldu. Plevne'de Gazi Osman Paşa, Kafkas Cephesi'nde Gazi Ahmed Muhtar Paşa Ruslara karşı direnerek büyük muvaffakiyetler gösterdi. Ancak Ruslar'ın ilerlemesi durdurulamadı. 3 Mart 1878'de Ruslar ile Yeşilköy antlaşması imzalanmak zorunda kalındı. İngiltere'nin desteğini almak için Kıbrıs adası geçici olarak bu ülkeye bırakıldı. 13 Temmuz 1878'de Berlin Antlaşması imzalandığında Yeşilköy antlaşmasına kıyasla toprak kayıpları azalmış olsa da 1699'dan sonra karşılaşılan en büyük kayıplardan biri oldu. Bosna-Hersek Avusturya işgalinde kalırken, 1881'de Fransa Tunus'u 1882'de İngiltere Mısır'ı işgal etti. Bulgarlar da Doğu Rumeli'yi 1885'de büyük devletlerin desteğinde işgal etti. Bu toprak kayıpları Osmanlı kamuoyunda ve devlet adamlarında büyük moral bozuklukları oluşturdu.

Bundan sonra Abdülhamid Osmanlı Devleti'ni savaştan uzak tutmaya gayret etti. İsyanları kontrol etmek ve bu sebeple devletin toprak kaybına uğramasını önlemek için dış politikada yeni bir yaklaşım ortaya koymaya çalıştı. Avrupa dengesinden faydalanarak Osmanlı Devleti'nin çıkarlarını korumaya öncelik verdi.

Güçlü iletişim ve istihbarat

Babıali'deki memur kadrosunu yetersiz bulduğu için Yıldız Sarayı'nda kendisine bağlı, güvenilir ve yetenekli bir kadro kurmaya çalıştı. Gazi Osman Paşa ve Cevdet Paşa gibi güvendiği kişileri yanına aldı.

1878'de önce Ali Suavi sonra da Cleanti Scalieri-Aziz Bey Komitesi'nin V. Murat'ı tahta çıkarma girişimleri can güvenliğini sağlamak ve tahtını korumak için onu kuvvetli bir istihbarat ağı kurmaya sevk etti. Bu istihbarat ağı zamanla iç ve dış politikada dengeleri gözetmesini ve ipleri eline almasını sağladı.

Sürgüne gönderdiği Mithat Paşa ve arkadaşlarını giriştikleri darbe sebebiyle özel bir mahkemede yargıladı. Sultan Abdüzaziz'in vefatından sorumlu tutulan Mithat Paşa'nın idam cezasını müebbet hapse çevirdi. Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinde rastlanan saray masraflarını kıstı. Harcamaları kontrol altına alarak devletin aşırı borçlanmasının önüne geçti. Alacaklı ülkelerle uzlaşmaya giderek 1881'de Duyun-ı Umumiye idaresinin kurulmasını kabul etti. Böylece alacaklı ülkelere devletin bazı gelirlerini toplama imtiyazı tanındı. Osmanlı Devleti'nin iktisadi ve mali özgürlüğünü kısıtlayan bu durum Lozan antlaşmasında kaldırılan kapitülasyonlara karşı var olan tepkileri artırdı.

Denge politikası

Abdülhamid ülkenin altyapı sorunlarına çözüm bulmak için Avrupa'da her bakımdan güçlenen Almanya'dan mali destek aldı. 1888'de Haydarpaşa-İzmit demiryolu hattını Ankara'ya 1902'de Bağdat'a uzatma işini Almanya verdi.

Avrupa'da yeni bir güç olarak dengeleri sarsan Almanya ile iktisadi yolları aradı. Amacı İngilizlerin Osmanlı Devleti'nin Arap halklarına yönelik hasmâne politikalarına karşı önlem almaktı. Bu bağlamda, Alman İmparatoru II. Wilhelm ile kurduğu dostluk sayesinde ülkenin ihtiyaç duyduğu ekonomik yatırımları sürdürmeye çalıştı. Demiryollarından olduğu gibi Alman yatırımcılara ciddi imtiyazlar verdi.

İslam Birliği siyaseti

Dış politikada aktif denge siyaseti izledi. Büyük devletlerin çıkarlarını iyi analiz ettiği için hiçbir şekilde tek bir devlete bağımlı kalmamaya çalıştı. İngiltere'ye karşı Mısır sorununda olduğu gibi Fransa, Almanya ve Rusya'nın desteğini almaya çalıştı. Libya ve Tunus'u işgal planları yapan Fransa ile İtalya'yı karşı karşıya getirdi. İngilizlerin hilafet kurumuna karşı Mısır başta olmak üzere Hicaz Yarımadası'ndaki Araplar nezdindeki yıkıcı faaliyetlerini yakından izleyerek gerekli önlemler aldı. Ders kitaplarında Osmanlı padişahlarının halifeliğini olumsuz yönde etkileyecek bahisler çıkarıldı. Arap milliyetçiliğini destekleyen İngilizler karşısında İslam Birliği politikasını uyguladı. Şam'dan Medine'ye kadar uzanan Hicaz demiryolunu yaptırdı. İslam dünyası ile yakından irtibat kurdu. Güney Afrika ve Japonya'ya İslam bilginlerini gönderdi. Arap memleketlerindeki dini liderlere hediyeler, nişanlar ve madalyalar göndererek onların desteğini almaya çalıştı.

II. Meşrutiyet ve hal edilmesi

İttihat ve Terakki Komitesi'nin önderliğinde Türk, Arap, Kürt, Ermeni, Rum, Bulgar gibi çeşitli unsurların aydınları "ittihad-ı anasır" ilkesinde uzlaşarak padişaha baskı yaptılar.

23 Temmuz 1908'de anayasayı yeniden yürürlüğe koyan II. Abdülhamit mutlakıyet idaresine son verdi. İttihatçıların beklentilerinin aksi gelişmeler hemen başladı. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu işgali altındaki Bosna-Hersek'i ilhak ettiğini açıkladı. Bulgaristan bağımsızlık ilan etti. Girit de Yunanistan'a dahil olduğunu açıkladı. Bu durum İttihatçılarda olduğu gibi ülkede sathında moral bozukluğuna yol açtı. İttihatçı hükümetlerin tecrübesizlikleri, Meclis'te Türk mebusların diğer unsurlar karşısında sayısal açından az olması ve mebusların ülke bütünlüğüne zarar veren tutum ve tavırları toplumsal stresi yükseltti. 31 Mart Vakası olarak tarihe geçen olay sonucunda, Meclis'teki oylamayla tahttan düşürülen II. Abdülhamit Selanik'e sürgün edildi. Böylece, 31 Ağustos 1876 Perşembe günü Osmanlı Devleti Padişahı olan II. Abdülhamit, 32 yıl, 7 ay, 27 günlük saltanatı 27 Nisan 1909 Salı günü altmış yedi yaşında sona erdi.

Balkan Savaşları'nda Selanik'in düşme tehlikesi belirdiğinde 1 Kasım 1912'de Almanya'nın Loreley savaş gemisi vasıtasıyla Beylerbeyi Sarayı'na nakledildi. Padişahlık makamındayken aleyhinde olanların bir kısmı pişman olup lehinde yazılar yazdı.

Cenaze merasimi

Osmanlı Devleti'nin son devrine damgasına vuran II. Abdülhamit 76 yaşını aştıktan sonra 10 Şubat 1918 Pazar günü vefat etti. Cenaze merasimi İstanbul'da unutulmayacak derecede büyük bir topluluğun katılmasıyla gerçekleşti. İstanbul sakinleri ayağa kalkmış onu uğurlamak için Topkapı Sarayı, Sultanahmet Meydanı ve Divanyolu üzerinde toplanmıştı. Hüzünlü bir şekilde dualar ediyorlardı çünkü Osmanlı Devleti'nin geleneksel uygulamasına göre padişahın cenazesi Topkapı Sarayı'na nakledilerek teçhiz ve tekfin işlemleri yapılıyordu.

Topkapı Sarayı'nda Padişahın nâşı yıkanıp kefenlendikten sonra tabuta konularak Hırka-i Saadet Dairesi'nin kapısı önünde yüksek bir mevkiye kondu. Hamidiye Camii Kürsü Şeyhi öne çıkarak "Merhumu nasıl bilirsiniz?" diye sordu.

Orada bulunan saray erkanı, devlet görevlileri ve şehzadeler serviler arasından hüzünlü sesleriyle "iyi biliriz!" diye cevap verdiler. Fatihalar okunup tabut kaldırılarak Babü's-Sa'âde önünde getirilerek orada bulunanların iştirakiyle cenaze namazı kılındı. Padişahın tabutu eller üstünde Topkapı'dan Divanyolu'ndaki II. Mahmud Türbesine taşındı. Sultan Reşad'ın iradesiyle, 11 Şubat günü oraya defnedildi. Bazıları Rıza Tevfik'in "Abdülhamid'in Ruhaniyetinden İstimdâd" şiirini terennüm etti:

"Padişah'ım hem zalim hem deli dedik

İhtilâle kıyam etmeli dedik,

Şeytan ne dediyse biz belî dedik,

Çalıştık fitnenin intihabına!"

"Nerdesin şevketli Sultan Hamid Han?!

Feryadım varır mı bargâhına?

Ölüm uykusundan bir lahza uyan,

Şu nankör milletin bak günahına"

1901 depreminde Abdülhamid'in metaneti

31 Aralık 1901'de Dolmabahçe Sarayı'nda Kurban Bayramı Bayramlaşma Töreni yapılırken şiddetli bir deprem meydana geldi. Muayede Salonu'nun üst katında bulunan saray mensupları ve misafirler Allah Allah nidalarıyla bağırmaya başladı. Salonun ortasında asılı olan büyük avizeden kopan parçalar ve kırılan camlar sebebiyle herkes korkuyla çığlıklar attı. Bu sırada Arap Abdullah adıyla meşhur olan müezzin gür ve lahuti sesiyle ezan okudu. Ayşe Sultan şahit olduğu bu olayı şöyle anlatıyor: "Muayede salonu karmakarışıktı. Hiç kimse yerinde değildi. Babam, yalnız başına, tahtının önünde kılıcına dayanmış ayakta duruyor, Ezan-ı Muhammedî'yi dinliyordu. Yavaş herkese sükûnet geldi.... Babam metanetle tahtına oturdu. 'Muayede başlasın' emrini verdi..." (Ayşe Osmanoğlu, Babam Sultan Abdülhamid, s.81-82.)