Umut, karanlığın en koyu olduğu anda doğar. Gazze'nin çocuklarının gözyaşları, Kudüs'ün taşlarından yükselen dualar, Mescid-i Aksa'nın kubbelerinden yankılanan “Allahu Ekber” sesleri, bu zulmün biteceğini ve adaletin geleceğini müjdeliyor. Bugün direniş filoları, yarın özgürlük filolarına dönüşecek; bugün işgalin duvarları, yarın özgürlük şarkılarıyla yıkılacak.
Prof. Dr. Vasfi Aşur Ebuzeyd/ Mardin Artuklu Üniversitesi
İki yıldır süren bir sessizlik...
Arap ve İslam dünyasının utanç verici suskunluğu, uluslararası sistemin ikiyüzlü komploları, mazlum Gazze halkını açlığa, susuzluğa ve ölüme mahkûm etmiş durumda. Yeryüzünün gözü önünde, insanlığın vicdanı önünde işlenen bu suçlara karşı devletlerin çoğu sessiz, kurumların çoğu kör ve sağır.
Tam da bu karanlık tabloda, insanlığın onurunu ayakta tutan bir hamle ortaya çıktı: "Direniş Filosu". Onlarca insani yardım gemisini arkasına alarak, dünyanın dört bir yanından yüzlerce vicdan sahibi insanı tek bir kervanda buluşturan bu hareket, yalnızca Gazze'ye değil, insanlığın tamamına umut ve cesaret aşılıyor.
Bu filo, zulmün duvarlarını yarmak, açlığın zincirlerini kırmak ve kuşatılmış kardeşlerimize nefes olmak için yola çıktı. Onların yolculuğu, sadece bir yardım seferi değil; hak ile batılın, vicdan ile zorbalığın, insanlık ile barbarlığın karşı karşıya geldiği tarihî bir meydan okumadır.
Kahramanların cesareti: Ölümü göze alarak yaşatanlar
Bu filoya katılanlar sıradan yolcular değil; onlar insanlığın onurunu sırtlayan kahramanlardır. Kendi hayatlarını, kendi güvenliklerini geride bırakarak kuşatma altındaki kardeşlerine koşmayı seçtiler. Onlar biliyorlardı ki bu yolculuk, belki de geri dönüşü olmayan bir yolculuktur. Fakat onlar için asıl mesele, yaşamak değil; doğru olanı yaşatmak, mazlumların feryadına ses olmak, zulmün zincirlerini kırmaktı.
Bu yiğitler, yalnızca yardım malzemelerini taşıyan gemilere binmediler; aynı zamanda vicdanın ve adaletin yükünü omuzladılar. Her biri, insanlığın suskunluğunu yırtan bir çığlık, karanlık gecede parlayan bir meşale oldu. Onların cesareti, sadece Gazze'deki kardeşlerimize değil, bütün dünyaya şu mesajı haykırdı: "Adalet uğruna ölmek, zulme sessiz kalarak yaşamaktan daha onurludur!"
Gazze'ye uzanan bu sefer, aslında yüzyıllardır süren hak ve batıl mücadelesinin yeni bir perdesi oldu. Bu kahramanlar, tarihin şahitliği altında gösterdiler ki; denizlerin ortasında da olsa, vicdanın rotası daima mazluma doğru ilerler.
İşgalci rejimin zorbalığı: Kahramanlara uzanan kirli eller
İşgalci İsrail rejimi, bu insani yardım seferine de tahammül edemedi. Çünkü onlar bilirler ki; bir avuç mazluma uzanan ekmek, bir damla su, bir parça ilaç bile, onların kanla kurdukları düzeni sarsar. Bu yüzden denizlerin ortasında, uluslararası hukuku hiçe sayarak, insanlığın en temiz vicdan sahiplerini zorbalıkla alıkoydular. Gemilere baskın yaptılar, yardım gönüllülerini darp ettiler, zincire vurdular ve esir aldılar.
Oysa bu gemiler silah taşımıyordu, savaş için yola çıkmamıştı. Tek taşıdıkları şey, açlıktan ölen çocuklar için süt, bombardımanlarda yıkılmış evlerden çıkan yaralılar için ilaç, çıplak kalanlar için battaniye ve umut dolu kalplerdi. Ama İsrail rejimi, işte bu insani yardımdan korktu. Çünkü hakikat, onların yalan imparatorluğunu yıkan en büyük silahtır.
Bugün Gazze'de açlıktan, susuzluktan, soğuktan ölenlerin sayısı on binleri bulmuş durumda. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar hedef alınarak sistematik bir şekilde öldürülüyor; şehirler, altyapılar, hastaneler yerle bir ediliyor. Bu tablo, yalnızca bir savaş değil; topyekûn bir soykırımdır. Ve direniş filosuna yapılan saldırı, bu soykırımın bir başka yüzünü, yani insanî dayanışmayı bile susturma çabasını göstermektedir.
İşgalci rejim, bu kahramanların cesur çıkışını bastırarak dünyaya gözdağı vermek istedi. "Mazluma yardım edeni de cezalandırırım" mesajını verdi. Fakat unuttukları bir hakikat var: Zulümle iktidar kurulur ama zulümle ayakta kalınmaz. Bu zorbalık, onların korkusunun en açık göstergesidir. Çünkü korkuyorlar; bir gemiden, bir vicdandan, bir damla adalet sesinden.
Ve bugün bu kahramanlar, sadece İsrail'in hücrelerinde değil; bütün insanlığın vicdanında özgürdür. Onların esareti, işgalcinin ahlaki iflasının en büyük belgesidir. Tarih bu sahneyi yazacak: Bir yanda mazluma uzanan elleri zincirleyen zalimler, diğer yanda zulmü yırtmak için bedenini siper eden onurlu insanlar.
Kahramanlara karşı sorumluluklarımız: Sessiz kalmak ihanettir
Bu kahramanların cesur adımı sadece bir destan değil, aynı zamanda bizlere yüklenmiş ağır bir sorumluluktur. Onlar hayatlarını ortaya koydular; peki ya biz? Onların sesine ses katmak, ellerine el uzatmak, yalnızca insani bir görev değil, aynı zamanda ahlaki ve dini bir yükümlülüktür. Çünkü zulme karşı susmak, zulme ortak olmaktır.
Her şeyden önce, esir alınan bu kahramanların özgürlüğü için mücadele etmek boynumuzun borcudur. Devletler, hükümetler, uluslararası kurumlar ve insan hakları kuruluşları, bu zorbalığa karşı ayağa kalkmalı, işgalcinin esaret zincirlerini kırmak için bütün imkânlarını seferber etmelidir. Bu insanlar suç işlemedi; tam aksine insanlığın onurunu savundular. Onları kurtarmak, aslında insanlığı kurtarmaktır.
Aynı zamanda bu filonun hedeflediği asıl gayeyi, yani Gazze'ye insani yardım ulaştırma davasını da yarım bırakmamak gerekir. Bu sadece bir sefer değil; bir bilinç hareketidir. 500'den fazla gönüllünün, 20'den fazla ülkeden gelen vicdan sahiplerinin birleşerek kurduğu bu kervan, dünyaya şunu haykırdı: "Gazze yalnız değil!" İşte bizlerin görevi, bu haykırışı daha gür bir sesle devam ettirmek, yeni filoları hazırlamak ve kuşatmayı yarmaktır.
Bu sorumluluk yalnızca hükümetlerin değil, halkların da omuzundadır. Her fert, her aile, her kurum, kendi imkânlarıyla bu direnişin bir parçası olmalıdır. Dua eden bir dil, yazı yazan bir kalem, meydanlara çıkan bir beden, sosyal medyada hakikati haykıran bir paylaşım... Bunların her biri bu davanın tuğlalarıdır. Unutmayalım ki zulüm, en çok suskunluktan güç alır.
Son olarak, bu kahramanların ve filonun uğruna canlarını ortaya koyduğu ideali sahiplenmek, sadece bugünün değil, yarının da meselesidir. Onların mücadelesini sahiplenmek, çocuklarımızın yarın onurlu bir dünyada yaşamasının teminatıdır. Gazze'nin kurtuluşu, Kudüs'ün özgürlüğü ve insanlığın onuru, bizim elimizdedir. Ve bugün bu sorumluluk, ertelenemez bir çağrıdır: Sessiz kalmak ihanettir, harekete geçmek ise imanımızın gereğidir.
Zalim rejimin kaçınılmaz sonu: Umudun kapısını aralayan gerçek
Tarih bize defalarca gösterdi: Zulümle ayakta duran hiçbir güç ebedî olmadı. Firavunlar yıkıldı, Nemrutlar devrildi, zalim imparatorluklar tarihin çöplüğüne atıldı. Bugün Gazze'deki mazlumların üzerine çöken işgalci rejim de aynı akıbete mahkûmdur. Onların zorbalığı, yeryüzünü kan gölüne çevirmeleri, insanlığı açlığa ve ölüme mahkûm etmeleri, aslında sonlarının yakın olduğunun işaretidir.
Bu rejim, tanklarıyla, uçaklarıyla, bombalarıyla güçlü görünebilir. Ama unuttukları bir gerçek var: Zulüm üzerine kurulan hiçbir güç kalıcı değildir. Çünkü zulüm, kendi içinde çürüyen bir yapıdır. Direniş filolarını engellemek, gönüllüleri esir almak, insanlığın vicdanını zincire vurmak istiyorlar. Oysa bunlar, onların korkularının ve tükenmişliklerinin yansımalarıdır.
Fakat umut, karanlığın en koyu olduğu anda doğar. Gazze'nin çocuklarının gözyaşları, Kudüs'ün taşlarından yükselen dualar, Mescid-i Aksa'nın kubbelerinden yankılanan "Allahu Ekber" sesleri, bu zulmün biteceğini ve adaletin geleceğini müjdeliyor. Bugün direniş filoları, yarın özgürlük filolarına dönüşecek; bugün işgalin duvarları, yarın özgürlük şarkılarıyla yıkılacak.
Bu yüzden biz, karamsarlığa kapılmak yerine umudu büyütmeli, karanlığa teslim olmak yerine ışığı çoğaltmalıyız. Her adım, her söz, her çaba, zalimin sonunu hızlandıran bir tuğladır. Gazze'nin direnişi, ümmetin uyanışı, insanlığın yeniden şahlanışı için atılan her adım, tarihin yönünü değiştirmektedir.
Ve o gün mutlaka gelecek: Filistin özgürleşecek, Kudüs yeniden ümmetin kalbi olacak, Mescid-i Aksa işgal zincirlerinden kurtulacak. Esirler serbest kalacak, zalimler hesap verecek. İşte o gün, bugün sefer eden kahramanların adı, tarihin altın sayfalarına yazılacak; onların cesareti, bizlere umut ve yol gösterecek. Bu hakikat, bir temenni değil; Allah'ın değişmez vaadidir: "Zulüm baki değildir, adalet mutlaka galip gelecektir."