Barış koridoru

Mustafa Ekici / Yazar
4.08.2019

Suriye’deki emperyalist lejyonun etkisinin kırılmasından sonra, ülke içinde, Suriye kaynaklı zehirli havanın hızla dağılacağını öngörmek gerekir. Bu hem Suriye ile entegrasyonda çok büyük işlev yüklenecek olan mülteci iskanı hem de süreğen bir şekilde sosyolojiyi zehirleyen Kürt modernleşmesi sürecinde yaşanacaktır.


Barış koridoru

“Orta Doğu’da geçerli tek yasa, önceden niyet edilmemiş sonuçlar yasasıdır.”
Karl E. Meyer/Shareen Blair Brysac,
Orta Doğu Tarihi

Suriye’de bir sürecin sonuna yaklaşıyoruz zahir. Yeni bir sürecin de başlangıcı olacak bu sonlanmakta olan süreç, geride bıraktığı tortuları ile muhtemelen yakın ve uzak dönem Suriye toplumu üzerinde akla sığmaz etkiler yaratacaktır. Özellikle de siyasal sistemler konusunda ve bunların üzerinde temellendirilmeye çalışıldığı derme çatma/dayatma değerler konusunda büyük ve sarsıcı değişimler… Bugün Ortadoğu’daki hemen bütün krallık ve cumhuriyetlerde yönetilenlerin yönetenlere gösterdikleri rıza tamamen bir varsayımdır.  Baştan başa bütün Ortadoğu siyasal düzeni, 200 yılı aşkın bir süre devam eden sömürgeciliğin kurguları ile kurulmuş, dış destek ve müdahalelerle ayakta durabilen devletimsi yapılardan ibarettir.

Mikro etnikçilik

Osmanlı’nın bölgeden çekilmesi ile birlikte, 30 Aralık 2006’da idam edilirken “Amerika’ya ölüm, İsrail’e ölüm, Fars-i Mecusilere ölüm, Yaşasın Filistin” sloganları atan Saddam Hüseyin’in dediği gibi ‘cehennemin kapıları açılmıştır’ adeta. Bütün bu kanlı tiyatronun nedeni şüphesiz siyasi örgütlenmede esas alınan değerlerle ilgilidir. Birbirini karşılıklı kışkırtan etnik milliyetçilikler olarak yeni siyasi yapının üzerine oturtulduğu bu dışlayıcı ve kıyıcı değer, ilginç şekilde, yücelttiği etnik yapılardan da umulan yaygın rızayı elde edememiş, sıkıştıkça daha mikro etnikçiliğe savrulmuştur. 1958 yılında Mısır ile ortak bir devlet kuracak kadar Arap milliyetçiliğinin bayraktarlığını yapan Suriye Baası, günün sonunda neredeyse ülkenin en küçük azınlık grubu olarak Nusayri ırkçılığa sığınmak durumuna gelmiş bulunuyor. Bu kadar zayıflamış bir toplumsal destek ve paralize edilmiş sosyolojide ayakta kalmanın tek geçer kuralı, halka karşı kendilerine hamilik edecek dış destekti, onu önce mezhebi saiklerle İran, ardından da jeopolitik hesaplarla Rusya sağladı. Artık Suriye hükümeti denilen şey, halkına karşı kendini korumak için, emperyalistlerce korunan sağlam kalelere sığınmış bir grup azgın muktedirden ibarettir.

Osmanlı millet sistemi, hemen bütün dünya tarihinde kayda değer bir barış ve huzur sağlamış, yine kayda değer bir rıza üretmiş bir değerler sistemi üzerine kurulmuştu. Şüphesiz süreç içinde vergi sistemi, bürokrasi sistemi, yönetme aygıtları eprimiş, çağın getirdiği yeniliklere uyumda sorunlar ve yetersizlikler yaşanmıştır ama Osmanlı’yı bitiren şey, bu toprakların ruhuna aykırı, kurgusal etnik anlayışlardır. Osmanlı temel olarak inanç değerlerini esas alan kavramsal bir çerçevede toplumu tanımladı ve İslam hukukunun yol gösterdiği şekilde bir uygulama yürüttü: İslam milleti ve kendi içinde bölümlere ayrılsa da zimmet akdi ile devlete bağlı Gayri Müslim tebaa. Kendi içinde geniş dini, hukuki ve idari özerklikler taşıyan bu sistemin en önemli yanı, toplum kesimlerini birbirlerine kışkırtmayan, bireyin, içinde yer aldığı kesimde gönenç içinde yaşamasına elverişli sosyal çerçevedir. Ardından çağın getirdiği ve çokça da kışkırtılmış etnik siyaset maalesef başa çıkılması güç bir süreci tetiklemiş ve belki millet sistemi içinde modern yönetim aygıtları ile tolere edilebilecek yapılara evrilmesi mümkünken, emperyalist devletlerin saldırıları ile iş çığırından çıkmıştır. Saddam’ın deyimi ile cehennemin kapıları o günden bu yana adeta ardına kadar açılmış bulunmaktadır.

Türkiye, Arap Baharı olayları başladığından beri, özellikle Suriye konusunda büyük bir dikkatle insani yanı ağır basan politikalar gütmüştür. Zaman zaman askeri nitelik kazanan tehdit ve tehlikelere yönelik olarak da yeter miktarda askeri operasyon yapmıştır. 4 milyonu aşkın Suriyeliyi kabul eden Türkiye, emperyalist bir ülke olarak ABD’nin Müslüman maskesi takmış DEAŞ terör şebekeleri ve Kürt maskesi takmış PKK’lı lejyonerleri aracılığı ile yarattığı jeopolitik tehdidi bertaraf etmek için önce Fırat Kalkanı ve ardından Zeytin Dalı operasyonlarını gerçekleştirmiş, başından beri ifade ettiği Güvenlikli Bölgeler politikasını ısrarla dillendirmiş, bütün askeri ve politik imkanları ile ABD’yi buna zorlamıştır.

Köle toplumlar

Türkiye sosyolojisine zehirli bir şekilde etki eden Suriye konusunu, bölgede yaşamakta olan toplum kesimlerini, Arapları, Türkleri, Kürtleri birbirine kışkırtarak, düşmanlaştırarak ele almak, yukarda bahsini ettiğim cehennemleştirmeye, kanlı kapışmalara daha da benzin dökmekten öteye gitmeyecektir. Maalesef emperyalistlerin yedeklediği çoğu gerçek anlamda terör kavramı içindeki siyasi ve askeri yapıların, bu kanlı cehennem tiyatrosunun sonuçlarını öngörebilecek akıl ve imkandan yoksun oldukları ortada. Bağımsız bir politik merkez olarak Türkiye, bütün kışkırtma ve tehditlere rağmen, bölgede makul olana, ortaklaşmaya, halkın güvenlik ve refahına yönelik politikalar yürütmeye odaklanmış tek ülke konumundadır. Suriye’deki emperyalist lejyonun etkisinin kırılmasından sonra, ülke içinde, Suriye kaynaklı zehirli havanın da hızla dağılacağını öngörmek gerekir. Bu hem Suriye ile entegrasyonda çok büyük işlev yüklenecek olan mülteci iskanı hem de süreğen bir şekilde sosyolojiyi zehirleyen Kürt modernleşmesi sürecinde yaşanacaktır. Mültecileri iğrenç ırkçılıklarına malzeme yapanlar ile Kürt’ün gecikmiş modernleşmesinden emperyalizme güç devşirmeye kalkışanların ters köşe olacakları bir devlet aklının işler hale geleceği görülüyor.

Yazının girişindeki söz acı bir gerçeğin ifadesidir. 200 yılı aşkın bir süreden beri buralara akın akın gelen emperyalist güçler hep hesapladıklarının ötesinde sonuçlarla karşılaşmışlardır. İslam kültür okyanusu, modernleşince yok olup gidecek sandılar, kendilerine bağlı gönüllü köle toplumlar oluşacağını varsaydılar, ama yanıldılar. 80 yıllık Türkiye macerasında yanıldılar, Arap sokağındaki tehlikeli dikleşmede yanıldılar. Yine yanılıyorlar, Suriye’de veya Türkiye’de umudu Kürt gavurlaşmasına bağlayan emperyalistler, İslam kültürünün hem de kendini yenileyerek nasıl gümrah çıkmaya devam ettiğini görüyorlar. ABD ve yedeğindeki terör odakları, günün sonunda sahadaki tek gerçek gücün halk olduğunu, meşruiyet olduğunu ve bunun hiç de kolay elde edilemeyeceğini görmüş olacaklar ki, nice katliam ve insani maliyetten sonra yeniden Türkiye’nin tezlerine yaklaşmış görünüyorlar.

Türkiye, Barış Koridoru diyerek, ABD ve ortaklarının Kürt ve Araplara her yolla empoze etmeye çalıştıkları Türkiye düşmanlığı tezine barış eli uzatıyor. Dünya konjonktürü ve bölgesel gelişmeler, bu barış elinin ya maliyetsizce ve isteyerek, ya da askeri seçeneklerle tutulmak zorunda kalacaklarını apaçık ortaya koymaktadır. Şimdi hem Arap hem de Kürtler adına siyaset yürüttüğünü iddia eden kesimlerin, Arap ve Kürtlerin yaygın şekilde benimsediği şu gerçeği görmesi gerekir; Suriye’de veya Irak’ta hangi kesim olursa olsun Türkiye’nin düşmanlığını değil dostluğunu hedeflemeleri gerekir. Barış Koridoru kavramı tam da bu dostluğa, ortaklaşmaya, işbirliğine samimi bir çağrıdır. Emperyalistler adına çalışan, onlara ajanlık, lejyonerlik yapan örgüt ve yapıların sadece kullanım değeri vardır, kendi tabanlarını Türkiye’ye karşı düşmanlaştırarak gidilebilecek bir mesafe yoktur. Terör örgütü liderinin hapishaneden yolladığı üç mektupta ifade ettiği ve seçim gürültüsünde pek duyulmayan, hatta parti ve örgüt içindeki emperyalist lejyonerlerin adeta ‘tecrit’ ettikleri ifade ‘Suriye’de Türkiye’nin hassasiyetlerine dikkat edilmesi’ gerektiğine dair sıkı tavsiyedir. Bu tavsiyeye direnip geleceğini halkında değil emperyalistlerin gölgesinde arayanlar için son, maalesef hep hüsran olmuştur, öyle de olacaktır. Bu mektup ve yürütülmekte olan askeri operasyonlarda, örgüt içinde ciddi ayrışmaların, çatışmaların izleri açıkça görülmektedir. Tecrit diye aylarca tepinip, sekiz tutukluyu ölüme sürenlerin ilginç bir şekilde örgüt liderine uyguladıkları tecrit de bu çatışmanın en belirgin işaretlerindendir.

Sosyolojinin gerçekliği 

Sözün özü; Kürt’ün de, Arap’ın da, Türk’ün de üzerinde ortaklaşacağı, adalet ve hakkaniyet içinde kardeş olduğu, olacağı yer Türkiye’dir, Türkiye’nin gütmekte olduğu barış ve ortaklık politikalarıdır. Bu politikalara el uzatanlar kazanacak, direnenler halk tarafından tasfiye edilecektir. Bölgede çarpık da olsa hiçbir iradeye var olma şansı tanımamaya yeminli sömürgecilerin bölge halklarına kandan, katliamdan başka vaad ettiği hiçbir şey yoktur. Türkiye devlet aklının, zaman zaman savrulsa da, üzerinde dikkatle durduğu izlek, sosyolojinin gerçekliğidir. Sosyoloji, üzerinde temellendiği kadim değerlerleri yeniden ve yeniden var ederek, devlet ve siyaset aklına da ayar vermeye devam etmektedir.

@mustafaekici23