Daha kaç ateşkes oyunu göreceğiz

Prof. Dr. Kemal İnat / Sakarya Üni. Öğr. Üy.
27.02.2016

Suriye’de ABD ve Rusya’nın “teröristleri dışarıda bırakarak” yürürlüğe koymaya çalıştıkları ateşkesin neden gerçekçi olmadığını anlamak için geçen ayın sonunda yapılan Cenevre Görüşmeleri’nde bu iki ülkenin gösterdikleri ikircikli tutuma bakmak yeterli olacaktır.


Daha kaç ateşkes oyunu göreceğiz

Herkesin “kendi teröristini” dışarıda tutmaya çalışarak varmak istediği ateşkes bu görüşmeler sırasında da temel anlaşmazlık noktasını oluşturmuş ve Rusya-İran-Şam blokunun diplomatik çabalara bir şans vermek için ateşkese razı olmayıp terörist olarak gördükleri muhalifleri hedef alan hava saldırılarını yoğunluğunu artırarak sürdürmeleri görüşmelerinin başarısız olmasının temel nedeni olmuştu. Son dönemdeki başarıları sebebiyle savaşı cephede kazanacaklarına inanan Moskova-Tahran-Şam ekseni Cenevre’ye zaten zaman kazanmak için, muhaliflerin kabul etmesi imkansız taleplerle gelmişti. Onları bu konuda çok güvenli ve cesaretli yapan temel husus ise karşılarında kendileri gibi sağlam iradeye ve homojen hedeflere sahip bir blok görmemeleriydi.

Moskova ve Tahran kararlı bir şekilde, Esed yönetimini iktidarda tutmaya ve Baas Rejimi etrafında Suriye’nin toprak bütünlüğünü adım adım tekrar sağlamaya odaklanmışken ve bunun insani maliyetinin ne olacağını hiç umursamayan bir politika izlerken, karşı tarafta yer alan aktörlerin Suriye’nin geleceği ve insani krizin sonlandırılması konularında çok farklı tasavvurlara sahip olduğu görülüyor. Türkiye ile Batılı müttefiklerinin, PYD’nin pozisyonu ve Cenevre Görüşmeleri’ne katılıp katılmaması konusunda bile anlaşamayıp ciddi bir krizin içerisine sürüklenmesi “karşı cephe”de durumun ne kadar karmaşık olduğunu göstermiştir.

Açık bir şekilde Türkiye’nin güvenliğine karşı silahlı mücadele veren ve Türkiye’de bir iç savaş çıkarmaya çalışan terör örgütü PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin ısrarlı bir şekilde ABD ve diğer Batılı ülkeler tarafından bir “müttefik” olarak görülmesi Ankara’da büyük bir öfkeye yol açıyor. NATO çerçevesinde 60 yılı aşkın bir süredir kendi müttefiki olan ülkelerin, terör örgütü olarak tanımladıkları PKK ile bağlarını bildikleri PYD’yi Suriye’de bir müttefik olarak görmelerini Türkiye anlamakta zorlanıyor. Bu konunun anlaşılması için bazı soruları cevaplamak gerekiyor.

PYD neden vazgeçilmez!

Öncelikle, başta ABD olmak üzere bu ülkelerin, müttefikleri Türkiye’yi kızdırmak pahasına PYD’ye neden destek verdikleri sorusuna cevap vermek gerekiyor. Bunun iki nedeni olduğu söylenebilir. Birinci olarak, Suriye’nin bütününe yönelik bir stratejiye sahip olmayan ABD ve müttefikleri kendilerine temel öncelik olarak DAEŞ ile mücadeleyi belirlemişler ve bu mücadelede kendilerine yardımcı olacak güvenebilecekleri aktör olarak “seküler” PYD’yi görüyorlar. Bu örgütün Suriye’de DAEŞ’e karşı kazandığı başarılar Batılı ülkeler açısından onu etkili bir partner haline getiriyor. Ülkedeki Esed yönetimi ve müttefiklerine karşı savaşan muhaliflerin büyük bir çoğunluğunu fazla “İslamcı” bulan ABD, daha önce Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi, kendi çıkarlarıyla uyumlu yapay bir silahlı güç oluşturma çabası içerisindedir. Bu gücün, Suriye’nin geleceğine yön verecek kadar toplumsal bir tabana sahip olmaması ve aslında Esed yönetimine karşı da olmaması Washington ve Batılı müttefikleri için çok önemli değildir. İlk aşamada DAEŞ’e karşı savaşta faydalı olması yeterlidir ve sonraki safhada, DAEŞ’in ortadan kaldırılmasının ardından Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde bu silahlı gücün varlığını bir koz olarak kullanmak niyetindedir. Bu nedenle, özellikle Rusya-İran ekseninin desteğine sahip olan Şam yönetimine karşı PYD’nin kontrolünü elinde tutmak istemektedir. Ancak Washington’un bu planlarının farkında olan Moskova ve Tahran da Suriye’de tesis etmek istedikleri düzene karşı ABD’nin elindeki bu aracı ele geçirmek için girişimlere çoktan başladılar. Bu durum, yakın gelecekte PYD üzerinden yürütülen bir ABD-Rusya mücadelesine işaret ediyor. PYD’nin bu mücadeleden nasıl etkileneceğini ise zaman gösterecek.

ABD ve diğer Batılı ülkelerin PYD’ye olan desteklerinin nedeni konusundaki ikinci açıklama ise bu ülkelerin PYD üzerinden Türkiye’nin Ortadoğu politikalarına yön verme çabası olabilir. Uzun zamandır AK Parti iktidarının, Washington ve Brüksel’in çıkarlarını hesaba katmadan Ortadoğu politikasını şekillendirmesinden rahatsız olan bu ülkeler PYD’ye destek vermek suretiyle Ankara’yı baskı altına almak ve hareket alanını sınırlandırmak istiyor. PYD’nin güçlenmesi PKK’nın da güçlenmesi anlamına geliyor ve Suriye’de geniş bir alanı kontrol etmekten cesaret alan PKK’nın Türkiye’deki Barış Süreci’ni sonlandırıp devlete karşı yeniden terörist eylemlere başlaması sonucunda, içeride kendi güvenlik sorunlarıyla uğraşan Türkiye’nin dış politika alanındaki aktivitelerinin sınırlandırılması amaçlanıyor. Bu şekilde Ankara’yı yeniden sıkı bir şekilde Batı eksenine sokup, itiraz etmeden Batılı ülkelerin politikalarına uyumlu hareket eden bir aktör haline getirmeye çalışan Washington yönetiminin bu politikasının, oldukça riskli bir yöntem olduğunu ifade etmek gerekir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ey Amerika! Size kaç kere söyledim. Siz bizimle mi berabersiniz yoksa bu terör örgütü PYD ve YPG ile mi berabersiniz?” şeklindeki sözleri bu politikanın Türkiye’de doğurduğu etkiyi gösteriyor. Amerikan yönetiminin gerçekten de kendisine müttefik olarak Türkiye’yi mi yoksa PKK/PYD’yi mi seçtiğine karar vermesi ve Ankara’yı PYD üzerinden terbiye etmeye çalışan riskli politikasına son vermesi gerekiyor.

Washington yönetiminin ayrıca Suriye’nin bütününe yönelik bir strateji geliştirip geliştirmeyeceği bu ülkedeki çatışmaların bundan sonraki yönünü belirleyecek temel faktör olacaktır. Obama yönetimi açısından, ilk aşamada Rusya’nın bölgedeki etkinliğinin önlenmesinden daha çok DAEŞ sorununun çözülmesi önemli görünse de bu sorunun çözümünün de Suriye sorununun bütüncül çözümüne bağlı olduğu unutulmamalıdır. DAEŞ’e karşı yürütülen hava saldırıları bu tür örgütlerin sonunu getirmeyeceği gibi, Rusya, İran ve Esed yönetiminin sivil insanların hayatını hiçe sayan ve kalan şehirlerin de terk edilmesine yol açan yoğun saldırıları Suriye’de radikalizmi daha da artırarak bu tür örgütlerin kendisini geliştirmesine elverişli zemin oluşturmaya devam edecektir.

Rusya’nın nüfuz alanını genişletmesine göz yuman ve Suriye konusundaki politikasını DAEŞ’e karşı mücadele hedefiyle sınırlandıran ABD, Cenevre görüşmelerinde de bu hedefine uygun politika izlemiştir. Bu çerçevede bir yandan, DAEŞ’e karşı mücadelede müttefik olarak gördüğü PYD’nin görüşmelere katılmasını sağlamaya çalışırken, diğer taraftan Rusya ve İran’ın görüşmeler boyunca muhalifleri ve sivilleri hedef alan saldırıları durdurması konusunda gerekli tavrı göstermemiştir. Bir taraftan şehirler bombalanırken yürütülen görüşmeler sonunda başarısız olmuş ve hiçbir sonuç elde edilemeden sonlandırılmıştır.

Riskli bir taktik

Cenevre görüşmeleri ve Suriye’de son gelişmeler çerçevesinde PYD’nin pozisyonuna bakıldığında ise ülkede yaşanan iç savaşta konjonktürü doğru okuyarak kendisini DAEŞ karşısında konumlandıran bu örgüt, Esed yönetimi konusundaki pozisyonunu da hem ABD hem de Rusya’yı rahatsız etmeyecek şekilde belirlemiştir. Rusya ve İran’ı rahatsız etmeyecek şekilde Esed’in karşısında yer almazken, Washington’u rahatsız etmeyecek şekilde Şam yönetimine açık destek vermemiştir. ABD ve Batılı ülkeler, PYD’nin bazı şehirlerde Esed yönetimi ile işbirliği yapmasını ise görmezden gelmişlerdir. PYD’nin bu taktiğinin oldukça riskli olduğunu ifade etmek gerekir. Sırtını ABD, Rusya ve İran’a dayayarak Sünni Arapların ve Türkiye’nin tepkisini çekecek şekilde Suriye içerisinde oluşturduğu özerk bölgeler ne kadar kalıcı olacaktır? ABD ve Rusya’nın arasında bir etkinlik mücadelesinin nesnesine dönüştüğünde PYD, nasıl bir tavır izleyecek, hangi tarafa yaklaşacaktır?

Bu soruların cevabı henüz bilinmiyor belki, ancak Ortadoğu bölgesi söz konusu olduğunda tarihsel tecrübelerle kesin olarak bilinen şey, küresel aktörlerin bölgede kendi çıkarları doğrultusunda dönemsel olarak kullandıkları araçları zamanı geldiğinde kolaylıkla değiştirdikleri gerçeğidir. Bu gerçek, gerek ABD ve gerekse Rusya’nın, kendi çıkarları gerektirdiğinde PYD’nin karşısındaki aktörlerle de işbirliği yaparak bu örgüte verdikleri desteği kesebileceklerini gösteriyor. Bu durumda PYD, söz konusu desteğe sahip olduğu dönemde aşırı şekilde rahatsız ettiği bölgesel aktörlerle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle PYD’nin, ABD ve Rusya gibi bölge dışı aktörlerin Ortadoğu’da kalıcı olmayacağını, buna karşılık Türkiye gibi ülkelerin sürekli olarak bölge politikalarının şekillenmesinde etki olacağını bilerek hareket etmesi gerekmektedir.

Cenevre Görüşmeleri’nde Suriye iç savaşının bir süre daha sürmesine karar verildi. Zaten görüşmeler süresince Rusya-İran-Esed blokunun saldırılarının hiç durmaması, bu aktörlerin askeri yöntemlerle sorunu çözebileceklerine dair düşüncelerinin bir göstergesi olmuştur. Bu konuda haklı olup olmadıklarını muhaliflerin direnci, onlara destek veren ülkelerin tutumu ve ABD gibi Batılı ülkelerin bu blok karşısındaki pasif politikalarının devam edip etmemesi gösterecek. Bu süreç içerisinde daha kaç tane “ateşkes oyunu” göreceğimiz konusunda ise şimdiden bir yorum yapmak mümkün görünmüyor.

[email protected] (Prof. Dr. Kemal İnat / Sakarya Üniversitesi Öğr. Üy.)