Kıbrıs'ta verilen mücadele, Anadolu'da verilen İstiklal Mücadelesi'nin bir devamıdır. Bir toprak meselesinin ötesinde bir milletin onuru ve varoluşunun adıdır. Bu varlığı sorgulayan girişimler, hiç şüphesiz Türkiye ve KKTC arasındaki birliği zedelemeyi hedefliyor.
Engin Özekinci/ Yazar
Son dönemde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (KKTC) başörtüsü karşıtı söylemler ve Türkiye'yi "işgalci" olarak nitelendiren bazı marjinal grupların açıklamaları dikkati çekiyor.
Hiç şüphesiz bu tür söylemler, tarihi gerçekleri çarpıtmanın ötesinde, KKTC'nin haklı mücadelesini ve Türkiye'nin bölgedeki stratejik rolünü hedef alan siyasi ve ekonomik bir saldırı niteliği taşıyor.
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, Türkiye'nin garantör devlet olarak gerçekleştirdiği bir müdahaleydi. Elbette ki bu harekât Türkiye'nin Zürih ve Londra Anlaşmaları'ndan doğan haklarına dayandığı gibi Kıbrıs Türk halkına karşı yapılan etnik temizlik tehdidine de insani bir cevaptı.
Türkiye'yi "işgalci" diye yaftalayan görüşler, bu hukuki ve tarihsel zemini yok sayarak tek taraflı bir anlatıyla uluslararası kamuoyunu yönlendirmeye çalışıyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 3 Mayıs'ta KKTC'ye gerçekleştirdiği ziyarette bu iddialara," Adlarımız farklı olsa da söz konusu Kıbrıs davası olunca soyadımız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir." diyerek sert bir yanıt verdi, Türkiye ve KKTC'nin kader birliğini vurguladı.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Kardeşliğimizi bozmaya, aramızı açmaya, bu bereketli topraklara barış ve huzur yerine nefret tohumları ekmeye çalışanlar başarılı olamayacaktır." sözleriyle, Türkiye'nin kararlı duruşunu ortaya koydu. Özellikle Türkiye'nin Kıbrıs'ta birçok yatırımı hayata geçirdiği ve yine Doğu Akdeniz üzerinden gelecek muhtemel tehditlere karşı stratejiler geliştirdiği bir dönemde böylesine senaryoların devreye konulması son derece manidardır.
Saldırıların kültürel boyutu
Bu tür siyasi saldırılar sadece stratejik değil, bununla beraber kültürel bir boyut da taşıyor. KKTC'de başörtüsüne yönelik ayrımcı tutumlar, dini özgürlükler açısından endişe uyandırıyor. Başörtüsü, sadece bir inanç sembolü değil, aynı zamanda bireyin kimlik ve özgürlük ifadesidir. Türkiye, kendi halkının değerlerini koruduğu gibi Kıbrıs Türklerinin de en temel haklarını savunuyor.
Ancak bazı kesimlerin başörtüsü serbestliğine karşı çıkması, Türkiye'de 28 Şubat döneminde görülen baskıcı zihniyetin bir başka tezahürü olarak değerlendiriliyor. O dönemde başörtülü öğrencilerin eğitim hakları engellenmiş, ikna odaları gibi uygulamalar çok derin toplumsal yaralar açmıştı. KKTC'de İrsen Küçük Ortaokulu'nda bir öğrencinin başörtüsü nedeniyle okula alınmaması ve sendikaların bu yasağı desteklemesi, bizlere bu karanlık günleri bir kez daha hatırlattı.
Öyle ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, 3 Mayıs'ta katıldığı Teknofest KKTC'de bu duruma tepki gösterdi, "Kuzey Kıbrıs'ta kızlarımızın başörtüsüyle uğraşmaya kalkan, karşısında bizi bulur." diyerek baskıcı zihniyete karşı net bir tavır sergiledi.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Çağdaşlaşmayı, bilimde, teknolojide, kültür ve sanatta ileri gitmekte değil de kılık kıyafet yasaklarında arayan faşizan zihniyetin buradaki teknoloji şöleninden korkuya kapılması gayet tabiidir." ifadeleriyle de bu yaklaşımın çağdışı olduğunu vurguladı.
Büyük ve güçlü Türkiye ideali
Aslında başörtüsü gibi meseleler bireysel özgürlüklerin ötesinde, Türkiye'nin daha geniş vizyonuyla bağlantılıdır. Zira iktidarın her zaman ifade ettiği 'Büyük ve güçlü Türkiye ideali', ekonomik kalkınmanın yanı sıra diplomatik, askeri ve kültürel liderliği de hedefleyen bir vizyondur. Bu yüzden bu ideal, Türkiye'yi bölgesel bir güç olarak konumlandırırken, Kıbrıs gibi stratejik bölgelerde ise etkin bir duruşu gerektiriyor. Doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları, deniz yetki alanları ve bölgesel dengeler açısından KKTC, Türkiye için vazgeçilmez bir öneme sahiptir.
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğinde Türkiye, tam bağımsızlığa dayalı bir dış politika izliyor. KKTC ile ilişkiler de bu politikanın temel taşlarından birini oluşturuyor. Türkiye, Kıbrıs Türk halkının egemenliğini tanıyor ve uluslararası tüm platformlarda bu hakların savunulması için büyük bir gayret gösteriyor.
Bu duruş, yalnızca tarihsel bağların değil, Türkiye'nin ve KKTC'nin güvenliğinin de bir gereğidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın her fırsatta "Türkiye ve Kuzey Kıbrıs'ımız kader ortağıdır." ifadelerini kullanması bu hakikatin bir yansımasıdır.
Buradan hareketle şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki; KKTC'de başörtüsü karşıtlığı ve "işgalci" söylemleri, yerel bir anlaşmazlıktan ziyade Türkiye'nin bölgesel liderlik hedefine yönelik açık bir meydan okumadır.
İşgalci iddialarının asıl amacı; 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nın hukuki ve insani gerekçelerini çarpıtarak Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını ve KKTC'nin bağımsızlık yolundaki mücadelesini zedelemektir. Bu söylemler, dış destekli bazı grupların etkisiyle Türkiye ile KKTC arasındaki bağları zayıflatma girişimidir. Başörtüsü tartışmaları ise geride kalan 28 Şubat zihniyetinin bir uzantısı olarak dini özgürlükler ve kültürel kimlik üzerinden içeride fay hatları oluşturmaya yönelik ilkel bir tutumdur.
İşte büyük ve güçlü Türkiye ideali, bu tehditlere karşı KKTC'nin stratejik değerini ve ortak kültürel mirasını koruma kararlılığını gösteriyor.
Bu bağlamda, KKTC'deki gelişmeler Türkiye'nin bölgesel gücünü sınayan jeopolitik bir hamledir.
Sonuç olarak, Türkiye'nin Kıbrıs'taki varlığı, tarihsel ve hukuki kökenleriyle sağlam bir zemine dayanıyor. Çünkü Kıbrıs'ta verilen mücadele, Anadolu'da verilen İstiklal Mücadelesi'nin bir devamıdır. Bir toprak meselesinin ötesinde bir milletin onuru ve varoluşunun adıdır. Bu varlığı sorgulayan girişimler, hiç şüphesiz Türkiye ve KKTC arasındaki birliği zedelemeyi hedefliyor.
Türkiye Yüzyılı, Türkiye'nin bölgesel bir güç olma çabasının yanında mazlum coğrafyalara umut olma misyonunu da temsil ediyor.
KKTC de bu vizyonun kalıcı bir sembolü olarak Türkiye'nin vicdan ve kararlılık mirasını geleceğe taşımaya devam edecektir.