Epstein vakası, seks ticaretinden öte, uluslararası sistemde bilgi, şantaj ve manipülasyonun güç araçları olarak kullanıldığı post-modern bir istihbarat modeline işaret etmektedir. Epstein'ın ardında kalan asıl soru, artık “kim suçluydu?” değil; “kimler bu sistemin varlığından faydalandı?” sorusudur.
Prof. Dr. Emel Topcu/ Akademisyen, Yazar
Kasım 2025'te kamuoyuna açıklanan yeni belgelerde, Epstein Vakfı'na ait 23.000 e-posta arasında dönemin ABD Başkanı Donald Trump'a ilişkin üç yazışmanın yer alması dikkat çekti. NBC muhabiri Mike Delanian'ın haberine göre, söz konusu yazışmalar Jeffrey Epstein'ın Trump üzerinde olası bir "bilgi kozuna" sahip olabileceğini ve bu bilginin hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi çevreler açısından stratejik önem taşıyabileceğini göstermektedir.
Bu belgelerin bir kısmı, Temsilciler Meclisi'ndeki Demokrat üyeler tarafından kamuoyuna sunulmuş ve The Week adlı haftalık haber dergisinde 13 Kasım 2025 tarihinde yayımlanan haberde ayrıntılı biçimde yer almıştır. Habere göre, yayımlanan e-postalardan biri Epstein'ın 2019 yılında gazeteci Michael Wolff'a yazdığı mesajda şu ifadeleri içermektedir:
"Of course he knew about the girls." ("Elbette o kızlardan haberdardı.")
Bir diğer e-posta ise 2011 yılında Epstein tarafından Ghislaine Maxwell'e gönderilmiş ve şu ifadelerle dikkat çekmiştir:
"Trump is the dog that hasn't barked. Virginia[Giuffre]spenthours at my house with him — and he has never once beenmentioned by investigators." ("Trump, henüz sesi çıkmamış köpek. Virginia benim evimde onunla saatler geçirdi — ama hiçbir soruşturmada adı geçmedi.")
Üçüncü yazışma, Epstein'ın yakın çevresine gönderdiği kısa bir nottur:
"He will say he doesn't know, but he always knows more thanhe lets on." ("O bilmediğini söyleyecek, ama her zaman göründüğünden fazlasını bilir.")
E-postaların yayımlanmasının ardından Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, belgelerin "hükümetin yeniden açılması sürecinde dikkati dağıtma çabası" olduğunu savunmuş ve "Başkan Trump'ın hiçbir yanlış yapmadığını kanıtlıyorlar" açıklamasını yapmıştır. Buna karşılık, Demokrat Parti üyeleri e-postaların, Trump'ın Epstein ağı hakkında bilgi sahibi olduğuna işaret eden "dolaylı kanıtlar" sunduğunu öne sürmüştür.
Jeffrey Epstein'ın yükselişindeki güç servet ve gizemli bağlantılar
Jeffrey Epstein olgusu ise bu gelişmelerin ardından yeniden küresel gündemin merkezine yerleşmiştir. Epstein, yalnızca bireysel suç eylemleriyle değil; aynı zamanda küresel ölçekte güç, servet ve sosyal hiyerarşi ilişkilerinin karanlık dinamiklerini temsil eden bir figür olarak değerlendirilmektedir. Üniversite diplomasına sahip olmamasına rağmen New York'un en prestijli özel okullarından biri olan Dalton School'da matematik öğretmeni olarak görevlendirilmesi, onun elit çevrelere giriş kapısını aralamıştır.
Bu olağandışı başlangıcın hemen ardından finans dünyasına yönelen Epstein, kısa sürede "finans danışmanı" kimliğiyle Wall Street çevrelerinde tanınan bir isim hâline gelmiştir. Ancak servetinin kaynağı hiçbir zaman şeffaf biçimde açıklanamamış; mal varlığının hangi yatırım ve bağlantılar üzerinden oluştuğu belirsizliğini korumuştur. Bu durum, onun yükselişinde istihbarat destekli finansal ağların etkili olduğu iddialarını güçlendirmiştir.
Epstein Adası
Karayipler'deki özel mülkü Little Saint James —kamuoyunda "Epstein Adası" olarak bilinir— yıllar içinde sistematik cinsel istismar ve insan kaçakçılığı suçlamalarının odağı haline gelmiştir. Tanık ifadeleri, uçuş kayıtları ve görsel materyaller, küçük yaştaki kızların adaya götürüldüğünü ve burada istismara maruz bırakıldığını ortaya koymuştur. Uçuş listelerinde iş dünyası, siyaset ve eğlence sektörünün önde gelen isimlerinin yer alması, olayın küresel elitlerle bağlantılı bir ağın parçası olduğuna dair güçlü göstergeler sunmuştur. Bill Clinton'ın adaya birden fazla kez uçtuğuna, eski İsrail Başbakanı Ehud Barak'ın Epstein'ın New York'taki malikânesinde uzun süreler kaldığına ve Donald Trump'ın Epstein'la 1980'lerden itibaren kişisel bir ilişki sürdürdüğüne dair belgeler, bu vakayı bireysel suç sınırlarının ötesine taşımıştır.
Epstein belgelerinin açıklanması için kamuoyu baskısı
Bu gelişmeler, ABD Kongresi'nin Epstein dosyasına ilişkin kamuoyu baskısını artırmasına da neden olmuştur. Temsilciler Meclisi'nin, Adalet Bakanlığı'nı "Epstein belgelerini" tam biçimde yayımlamaya zorlayan girişimleri hız kazanırken, tartışmanın odağı yeniden güç, istihbarat ve finans çevreleri arasındaki derin bağlara yönelmiştir. Epstein dosyasındaki kamuya açıklanan bölümler, yalnızca cinsel istismar ve insan kaçakçılığı suçlarının boyutlarını değil, aynı zamanda bu vakayı çevreleyen uluslararası siyasal ve istihbari ilişkilerin karmaşık yapısını da gözler önüne sermektedir. Epstein'ın mağdurlarından Liz Stein, CNN'e verdiği demeçte meselenin "partiler üstü bir adalet sorunu" olduğunu vurgulamış ve belgelerin mağdurların mahremiyeti korunarak eksiksiz biçimde kamuoyuna sunulması gerektiğini belirtmiştir.
Gizli diplomasi ve istihbarat bağlantıları
Drop Site News tarafından yürütülen araştırmalar, Epstein'ın İsrail istihbaratıyla ilişkili bazı gizli diplomatik süreçlerde arabuluculuk yaptığını ortaya koymuştur. Bu süreçler arasında, İsrail ile Moğolistan arasındaki güvenlik mutabakatı ve İsrail–Rusya hattında Suriye konusunda yürütülen arka kanal görüşmeleri yer almaktadır. Benzer biçimde, The Grayzone'da Max Blumenthal tarafından yayımlanan araştırmalar da Epstein'ın yalnızca Amerikan finans çevreleriyle değil, aynı zamanda İsrail istihbarat ağıyla da bağlantılı bir figür olduğunu ileri sürmektedir. Les Wexner, Alan Dershowitz ve Ehud Barak gibi isimlerle kurduğu yakın ilişkiler, Epstein'ın ekonomik dokunulmazlığının ve politik koruma mekanizmasının ardında organize bir istihbari yapı bulunduğu yönündeki iddiaları güçlendirmiştir.
Robert Maxwell ve Epstein ilişkisinde istihbarat ağının izleri
Blumenthal'ın analizine göre Epstein, Siyonist hareketin merkezinden gelen bir figür olarak görülmekteydi. Yakın çevresinde yer alan Ghislaine Maxwell'in babası Robert Maxwell aracılığıyla İsrail istihbaratıyla doğrudan bağlantı kurduğu iddia edilmektedir. Her ne kadar Robert Maxwell'in İsrail ile bağları resmî olarak hiçbir zaman doğrulanmamış olsa da, onun İsrail'de devlet töreniyle defnedilmesi bu iddiaları kuvvetlendiren bir unsur olarak yorumlanmaktadır. Maxwell ile Epstein arasındaki yakınlık dikkate alındığında, bu tören Epstein'ın da benzer düzeyde istihbari bağlara sahip olabileceğinin sembolik bir göstergesi olarak değerlendirilmektedir. Tüm bu iddialar, Epstein'ın kişisel suçlarının ötesinde küresel güç ilişkilerinin doğasını sorgulatmaktadır.
Mega Group ve güç ağlarının ekonomik-siyasal yapısı
Bu ilişki ağında Les Wexner'in 1998'de kurduğu ve İsrail'e finansal ile politik destek sağlamayı amaçlayan 50 milyarderden oluşan Mega Group özel bir konuma sahiptir. Wexner'in Epstein'ı kişisel finansal temsilcisi olarak ataması ve Manhattan'daki 77 milyon dolarlık malikâneyi herhangi bir ticari gerekçe göstermeksizin ona devretmesi, bu ilişkinin ekonomik ve siyasal doğasını açık biçimde ortaya koymaktadır. Ağın diğer önemli figürlerinden Alan Dershowitz, Harvard Üniversitesi'nde uzun yıllar görev yapmış, Amerikan hukuk sistemi içinde etkili bir isimdir. Epstein'ın çevresinde bulunması, onun avukatlığını üstlenmesi ve kendisine yöneltilen istismar suçlamaları, akademik ve etik çevrelerde geniş yankı uyandırmıştır. İsrail'in eski Başbakanı Ehud Barak da hem siyasi hem güvenlik alanlarındaki konumu nedeniyle dikkat çekmektedir. Barak'ın Epstein'la ilişkisine dair ortaya çıkan ziyaret kayıtları, yatırım bağlantıları ve basına yansıyan görüntüler, İsrail istihbarat çevreleriyle Epstein arasında olası bir bağa işaret eden unsurlar olarak değerlendirilmektedir.
Jeffrey Epstein vakası yalnızca bir bireyin suç geçmişiyle sınırlı bir olgu değil; uluslararası finans, istihbarat ve siyasal güç ağlarının kesişiminde yer alan çok katmanlı bir yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle bugün sorulması gereken esas soru "Jeffrey Epstein kimdi?" değil, "Jeffrey Epstein küresel güç sisteminin hangi parçasını temsil ediyordu?" sorusudur.
Epstein vakası ve elit teorisi bağlamı
Elit teorisi, İtalyan sosyolog Vilfredo Pareto'nun The Mindand Society (1916) adlı eserinde temellendirilmiş; daha sonra Amerikalı sosyolog C. Wright Mills'in The Power Elite (1956) kitabında geliştirilmiştir. Bu teoriye göre iktidar, toplumda eşit biçimde dağılmaz; ekonomik, siyasal ve ideolojik güç, küçük bir azınlığın elinde yoğunlaşır. Jeffrey Epstein olayı bu bağlamda, yalnızca bireysel bir suç değil, küresel elitlerin finans, istihbarat ve siyaset ekseninde kurduğu kapalı güç ağlarının somut bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
Epstein'ın kaynağı belirsiz serveti, politik elitlerle kurduğu ilişkiler ve istihbarat çevreleriyle bağlantıları, Mills'in tanımladığı "güç eliti" kavramının çağdaş bir örneğini oluşturur. Bu ağ, yalnızca sermaye aktarımı üzerinden değil, aynı zamanda bilgi ve mahremiyet üzerinden kurulan bir tahakküm mekanizmasıyla işlemektedir.
Bu çerçevede, Epstein'ın İsrail istihbaratıyla bağlantılı olduğu iddiaları —özellikle Ehud Barak ve Mega Group ilişkileri üzerinden— ABD–İsrail hattındaki gayriresmî diplomatik temasları anlamak açısından dikkat çekicidir. Barak'ın Epstein'la kişisel dostluğu, sık sık onun Manhattan'daki malikanesinde misafir olması ve finansal bağlantılara dair ortaya çıkan belgeler, bu ilişkinin sıradan bir tanışıklığın ötesine geçtiğini göstermektedir.
Epstein'ın mağdurlarından biri olan Virginia Giuffre'nin 2024 yılında ölümünün ardından yayımlanan kitabında yer alan ifadelerinde, kendisine "bir eski başbakan tarafından birden fazla kez cinsel saldırıda bulunulduğu" yönünde açıklamalara yer verilmiştir. Giuffre, söz konusu saldırılar sırasında "yoğun bir fiziksel ve psikolojik acı yaşadığını, ancak saldırganın bu duruma alaycı bir gülüşle karşılık verdiğini" anlatmıştır. Bu ifadeler, kamuoyunda söz konusu kişinin İsrail'in eski Başbakanı Ehud Barak olabileceği yönünde tartışmalara yol açmıştır.
Bu iddia, Epstein ağı olarak anılan yapının yalnızca bireysel düzeydeki cinsel istismar vakalarıyla sınırlı olmadığını; aksine, sistematik bir güç suistimali ve küresel ölçekte örgütlenmiş bir çıkar ilişkileri ağı niteliği taşıdığını bir kez daha gündeme getirmiştir.
Güç, bilgi ve şantaj üçlemesinde yeni istihbarat modeli
Epstein dosyaları, yalnızca cinsel istismar ağını değil, aynı zamanda bilgi ve şantajın uluslararası siyaset üzerindeki etkisini de gözler önüne sermektedir. Epstein'ın kayıt altına aldığı görüntüler ve yazışmalar, "bilgi silahı" niteliğinde belgeler olarak değerlendirilmekte; bu durum bireysel suçun ötesinde bir istihbarat mühendisliği olasılığını doğurmaktadır.
Gazeteci Max Blumenthal'ın (2025) belirttiği üzere, Epstein'ın ABD başkanları, iş insanları ve akademisyenlerle olan bağlantıları, yalnızca sosyal ilişkiler değil, aynı zamanda potansiyel şantaj mekanizmaları yaratmıştır. İsrail–ABD hattında geçmişte yaşanan Jonathan Pollard vakası —İsrail adına casusluk yapan bir ABD donanma istihbarat subayı— bu tür istihbari ilişkilerin tarihsel köşe taşlarından birinioluşturur. 1990'larda Benjamin Netanyahu'nun, dönemin Başkanı Bill Clinton'a ait özel konuşma kayıtlarını Pollard'ın serbest bırakılması için kullandığı iddiası "bilgiyle ikna" stratejisinin diplomasiye nasıl nüfuz ettiğini göstermektedir. Epstein'ın, bu geleneğin yeni bir versiyonunu temsil ettiği öne sürülmektedir.
Bu açıdan Epstein vakası, seks ticaretinden öte, uluslararası sistemde bilgi, şantaj ve manipülasyonun güç araçları olarak kullanıldığı post-modern bir istihbarat modeline işaret etmektedir.
Arka kanal diplomasisi ve devlet dışı nüfuz mekanizmaları
Epstein'ın İsrail ve ABD arasındaki gizli diplomatik temaslarda rol oynadığı iddiaları, "arka kanal diplomasisi" kavramını yeniden gündeme taşımıştır. Bu temaslar, resmî diplomasi mekanizmalarının dışında, özel aktörler aracılığıyla yürütülen hibrit iletişim biçimleri olarak tanımlanmaktadır. Epstein'ın Moğolistan güvenlik anlaşmasında ve Suriye konulu İsrail–Rusya görüşmelerinde arabuluculuk yaptığı iddiaları, bu modelin somut örnekleri arasında değerlendirilmektedir.
Bu süreçte, Epstein'ın çevresinde yer alan Les Wexner, Alan Dershowitz ve Ehud Barak gibi isimler, hem finansal hem de politik etkileşimlerin taşıyıcısı olmuştur. Epstein'ın kurduğu ağ, yalnızca kişisel servet transferleriyle değil, aynı zamanda istihbarat temelli bilgi akışıyla da işlemekteydi. Bu gayri resmî diplomasi hattı, kimi zaman İsrail–ABD ilişkilerinde, kimi zaman Orta Doğu'daki dengelerde arka kanal işlevi görmüş; devletlerin resmi temsilcileri yerine, milyarderler ve akademisyenlerden oluşan özel çevrelerin uluslararası siyasette rol üstlenmesine zemin hazırlamıştır. Böylece Epstein'ın finansal gücü, etik sınırları belirsiz bir diplomatik aracılığa dönüşmüş, ABD dış politikasında "devlet dışı nüfuz mekanizmaları"nın kalıcı hale gelmesinin önünü açmıştır.
Yeni jeopolitik gerçeklik ışığında paranın, bilginin ve mahremiyetin gücü
Epstein dosyası, bu yönüyle yalnızca bir adli vaka değil; devletlerin gölgesinde faaliyet gösteren ekonomik elitlerin, istihbarat yapılarının ve özel çıkar gruplarının oluşturduğu çok katmanlı bir güç ağının görünür hale gelmesidir. Bu ağ, paranın diplomasiye, bilginin şantaja, mahremiyetin ise politik pazarlığa dönüştüğü yeni bir jeopolitik düzenin kapılarını aralamaktadır. Bugün Epstein'ın hikâyesi, bir suçlunun değil; küresel sistemin en kırılgan noktalarının, yani güç, para ve bilginin kesiştiği karanlık alanların hikâyesidir. Bu tablo, ABD dış politikasında yalnızca şeffaflık ve etik sorumluluk değil, aynı zamanda demokrasinin gerçek sınırlarının da yeniden tartışılmasını zorunlu kılmaktadır. Çünkü Epstein'ın ardında kalan asıl soru, artık "kim suçluydu?" değil; "kimler bu sistemin varlığından faydalandı?" sorusudur.