26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Annelikten hakikate giden yol

Semih Kaplanoğlu filmlerinde yitirdiğimiz, hayatımızdan eksilen özün kaynağına işaret ediyor. Yeni filmi Bağlılık – Aslı’da da şimdiye kadar yapılmayan bir şeyi yapıyor; kadın ve annelik meselesine çok daha insani ve derinlikli bir açıdan bakıyor. Görünenin ötesinde katmanlı ve farklı okumalara da elveren bir film üstelik tıpkı Buğday gibi.

GÜLCAN TEZCAN 28 Eylül 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Annelikten hakikate giden yol

Yeşilçam’da ‘annelik’ çoğunlukla kutsanan, kadına ‘değer’ katan bir olgu olarak yer buldu. Çilekeş, vefakâr, eşine sadakat gösteren ama her ne hikmetse iki yalana kurban edilip senelerce çocuğuna hasret bırakılan annelerin hikâyelerini izledik Hülya Koçyiğit, Türkan Şoray, Fatma Girik suretinde. Aliye Rona başlı başına ‘ana’dolu olurken Adile Naşit ‘anaç’ annesiydi tüm izleyenlerin. 

2000’lerden sonra ortaya çıkan Yeni Türk Sineması için ‘annelik’ sorunlu bir alandı. Aile ise zaten problemin ana kaynağı. Son on yılın ödüllü ödülsüz sanat filmlerini hatırlayın bu cümlemi doğrulayacak onlarca örneğe rastlayabilirsiniz. Tabi bir de kimi yönetmenlerin ‘annelik’ olgusu ile kavgalı olduklarını doğrudan ikrar ettiklerine dair şahitliklerim var. Misal; Sinemada Kadın ve Psikiyatri Sempozyumu yapılmıştı 2014 yılında. Kadın Yönetmenlerin Kadın Karakterleri başlıklı oturumda yönetmen Belma Baş, Zefir adlı filminden hareketle Annelik üzerine bir konuşma yaptı. Anneliği kadını eksilten, hayatından alıkoyan bir durum olarak resmeden filmde çocuk da kadını tüketen, varlığına kasteden bir düşman şeklinde konumlandırılıyordu. Belma Baş’ın konuşmasına ‘Şu an burada anneliği kutsayan hiç kimse yoktur sanırım’ cümlesi ile başlaması bile filmin derdinin ne olduğunu pekiştirmeye yetmişti zihnimde.

AYNAYA BAKMA KORKUSU

Hâl ve gidişat böyleyken Semih Kaplanoğlu, onların yıllardır ısrarla oluşturmaya çalıştığı algıyı ters yüz eden ve tam tersini söyleyen hatta annelik bağına çok derin anlamlar atfeden bir iş yaptı. Kaplan Film ve Sinehane ortak yapımı olarak hayata geçirilen Aslı, Semih Kaplanoğlu’nun ‘Bağlılık Üçlemesi’nin ilk filmi. Başrollerinde Kübra Kip ve Ece Yüksel’in yer aldığı film 2020 yılında gerçekleşecek 92. Akademi Ödül Töreni’nde, “Yabancı Dilde Uluslararası Uzun Metraj Film” dalında Türkiye’yi temsil edecek. Başrollerdeki Kübra Kip ve Ece Yüksel başarılı performansları ile dikkat çekiyorlar.  

İlk filminden itibaren yüzü maneviyata dönük sinema yolculuğu tolere edilen, Altın Ayı’dan dolayı Yumurta, Süt, Bal üçlemesindeki maneviyatçı bakışı kerhen kabul edilen Kaplanoğlu, Bağlılık Aslı’da onların değersizleştirmeye çalıştığı ne varsa merkeze alıyor. Reklam filmi estetiğinde stilize edilmiş modern hayatın anlam dünyamızda nasıl yıkımlara yol açtığına, işaret ediyor. Üstelik bunu son derece etkileyici bir sinema dili, görsellik ve anlatımla yapıyor. İşte tam da bu yüzden ülkesine, toprağına, kültürüne, değerlerine, kimliğine yabancılaşma ve ‘bağlılık’ sorunu yaşayan güruh filmden fena halde rahatsızlık duydu. Kaplanoğlu’nun filmini kritik etmek yerine ideolojik konumlandırmada bulunup durduğu tarafı eleştirmeyi seçti. Bu tavır da olsa olsa aynaya bakma korkusu şeklinde açıklanabilir. 

Geçen hafta vizyona giren Kaplanoğlu’nun yeni filmi Bağlılık – Aslı şimdiye kadar yapılmayan bir şeyi yapıyor; kadın ve annelik meselesine çok daha insani ve derinlikli bir açıdan bakıyor. Görünenin ötesinde katmanlı ve farklı okumalara da elveren bir film üstelik tıpkı Buğday gibi. Yitirdiğimiz, hayatımızdan eksilen özün kaynağına işaret ediyor Semih Kaplanoğlu filmlerinde. Bağlılık-Aslı yeni bir üçleme. Ancak hakikatle bağı yeniden nereden ve nasıl kuracağımıza ilişkin hatırlatmalar var her iki filmde de. 

HER KİLİDİ AÇAN DUYGU: ŞEFKAT 

Tipik bir modern, şehirli kadın Aslı. Altı ayını dolduran bebeğini bir bakıcıya bırakıp işine, kariyerine dönmek için sabırsızlanıyor. Son derece anlayışlı, müşfik ve şefkatli bir kocası var. Aslı’nın çıkışsızlığına çözüm üretmeye çalışıyor. Kahramanımız ise hiçbir teklife sıcak bakmıyor. Bu yüzden çoğu kez Aslı’nın tepkileri, tavırları rahatsız edici geliyor. Oysa Aslı’nın tek derdi reklam filmlerindeymiş hissi veren, kurgulanmış, ölçülü biçili hayatının hep hesap ettiği gibi gitmesi. Zaten mesele de burada başlıyor. Bebek henüz annesiyle bağının kopmasına hazır değilken Aslı işine dönebilmek için ilaç müdahalesiyle sütünün kesilmesini sağlıyor. Kendince uygun zamanın bu olduğunu düşünüyor. Bebeğinse hâlâ anne kokusuna, sıcaklığına ihtiyacı var. Bu yüzden genç bakıcı Gülnihal’in şefkatli kollarını yadırgamıyor. Bebeğin varlığı anneye muhtaç. ‘Hâlâ kendisini annenin bir parçası, uzvu zannediyor’. Doğumla birlikte aralarındaki fiziki bağ kopmuş olsa da ruhen devam ediyor. Genç kadının bu bağı bir an önce koparmak istemesinin annesiyle yarım kalan ilişkisinden kaynaklandığını fark ediyoruz hikâyenin devamında. Sesini duymak istemediği, uzaktan uzağa gösterdiği ilgiden bile rahatsız olduğu annesinin ana vatanı olduğunu kendi bebeğiyle -biraz da zorlanarak- kurduğu ilişki sayesinde keşfediyor. Annesinin uzattığı elini tuttuğunda gönlündeki kilitli bütün kapılar birer birer açılıyor. Yabancılaştığı her ne varsa yeniden tanışıyor hepsiyle. Hırçınlığı, öfkesi yerini sahici ilişkiler kurmaya dönük bir içtenliğe bırakıyor. 

İNSANLAR HEP AYNI YERDEN YARALANIR 

Bebeğin masumiyeti kadar bakıcı Gülnihal’in çocuksu safiyeti de Aslı’nın tanımlanmış dünyasındaki kodları yerle bir ediyor. Gündelik hayatındaki pek çok işi başkalarına havale eden modern zaman insanlarının çok sahici bir temsili Aslı. Balkonundaki çiçeklerle bile bir başkası ilgileniyor. Elbette hem çalışıp hem evin tüm sorumluluğunu üstlenmek şehirli kadın için son derece yıpratıcı. Dolayısıyla ev işlerinde yardım almaları da çok doğal. Ama bisikletini tamir edebilecek kadar marifetli bir kadının balkonundaki çiçekleri ile ilgilenmek üzere bahçıvan çağırması hayatla bağının ne kadar kopuk olduğunun da bir göstergesi. Belki de bu eksikliği hissettiğinden  bebeği arabada huzursuzlandığında arabasını bir ormanın içine çekiyor, ya da nefeslenmek istediğinde soluğu bisikletiyle birlikte bir ormanda alıyor. 

Filmde iki kırılma noktası var. Biri Gülnihal’in Aslı’nın bebeğini ondan habersiz ve izinsiz emzirmesi, Aslı’nın da gizli kameradan buna tanık olması. Diğeri ise Gülnihal’le konuşurken, genç kadının ‘Ben en çok annemi özlerim’ dediğinde Aslı’nın elindeki fincanı düşürüp kırması ve ikisinin eğilip o kırıkları toplamaya çalışması… Kendini sürekli kontrollü olmaya zorlayan Aslı, ilk kez o zaman bütün maskelerinden sıyrılıp ağlayarak Gülnihal’e sarılıyor. Ki çok kısa sürede bu ‘insanî’ tepkisinden utanıp yine uzaklaştırıyor kendini. Oysa hep kadınlar kadınların kırıklarını onarır, yaralarını sarar, birbirlerini derleyip toparlar; bazen anne, bazen kardeş yahut arkadaş olarak. Çünkü dünyanın neresine giderseniz gidin, bütün farklılıklarına rağmen insanlar aynı yerden yaralanır. Ve ortak tecrübeler bir diğerinin yarasını sağaltır. İşte Gülnihal de farkında olmadan Aslı’ya ayna tutup kendi hakikatiyle yüzleşmesine vesile oluyor. Final ise tam da bu günlerde bir çığlığa dönüşen Diyarbakır’daki annelerin yüce gönüllülüğünü hatırlatıyor. Polis, asker ve PKK’lı annelerini ‘evlat’ paydasında bir araya getiren ‘annelik’ öylesine güçlü bir bağ ki terör örgütünün karşısında korkusuzca dikilebiliyor bir avuç kadın.

KAMU SPOTU TADINDA DRAM: ANNEM 

Bağlılık- Aslı ile aynı günlerde vizyona giren Mustafa Kotan’ın yönettiği senaryosu Evren Erdoğan , Ayşe Balıbey’e ait olan Annem filmi daha çok gişeye yönelik bir ‘dram’ filmi olarak düşünülmüş. Sumru Yavrucuk’un anneyi Özge Gürel’in kızını canlandırdığı Annem, çok bildik bir hikâye anlatıyor. Bağlılık’ın tersine Annem, yaşadığı ve ait olduğu yerden gidemeyen, okuyamayan ve içinde kalmış bu ukdeyi kızının hayatında gerçekleştirmeye çalışan bir kadına odaklanıyor. Huzursuz bir ailede annesinin gösterdiği direnç sayesinde eğitimini tamamlayan Nazlı, ergenliğinden itibaren utandığı, kurtulmak istediği annesi ve ailesinden üniversite eğitimini bahane edip tamamen kopuyor. Anne kızının üstüne ne kadar titriyorsa evladı anneye karşı o kadar hoyrat. Ancak yaşadığı beklenmedik trajedi Nazlı’yı bir zamanlar nefret ettiği ancak artık ait olduğunu hissetmeye başladığı kasabaya döndürüyor. Ne ki annesi uzun yıllar sabırla beklediği bu geri dönüşün sebebini öğrenince kızını bumerang gibi yine İstanbul’a gönderiyor. Ve ilk kez Nazlı bu yolculuğa feryatlar ederek itiraz ediyor gitmeye. Nedendir bilinmez geride kalmak için hiçbir bahanesi olmayan anne, kızını en zor yolculuğuna yalnız yolluyor. Aslı filminde anayla, toprakla, kimlikle, ülkeyle barışık olmaya dair bir yaklaşım hâkim iken Annem, kahramanını aidiyetini tam bulmuşken bütün bağlarından kopararak yine ‘yabancı’sı olan yere gitmeye zorluyor. Yer yer kamu spotu tadında ilerleyen Annem’in en büyük problemi ise ne kadar güçlü bir oyunculuk sergilese de Sumru Yavrucuk’un müdahale görmüş yüzünden bir türlü gerçeklik ifadesinin seyirciye geçememesi…