8 Mayıs 2024 Çarşamba / 1 Zilkade 1445

Ben mi engelliyim şehir mi?

Serebral Palsili Seben Ayşe Dayı ile başarılarla dolu hayatı ve toplumdaki engellilik algısı üzerine konuştuk. Dayı, engellilik durumunun toplumumuzda bir vicdan sorunu olduğunu savunuyor.

ALİ DEMİRTAŞ30 Haziran 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Ben mi engelliyim şehir mi?

Seben Ayşe Dayı, 29 yaşında annesi Ayşe Dayı ve erkek kardeşi Kerem Dayı ile birlikte yaşıyor. Doğum sırasında beynine oksijenin geç gitmesinden dolayı Serebral Palsi olan Seben, 29 yıldır hayatını bu şekilde sürdürüyor. Lisansını Yeditepe Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde tamamlayan Seben, yüksek lisansını ise yine aynı üniversitenin Antropoloji Bölümü’nde tamamladı. Seben ile hem başarılarla dolu hayatı hem de bitmek tükenmek bilmeyen enerjisi üzerine konuştuk. Toplumdaki engellilik algısını da dâhil ettiğimiz sohbetimizde bu algının nasıl şekillenmesi gerektiğini de konu edindik.

Toplumdaki ‘engellilik’ algısını nasıl değerlendiriyorsun?

Türkiye’de engellilik bir vicdan sorunu; haklar açısından veya sosyal temelli bir mesele olarak ele alınamıyor. Türkiye’de hâlâ bu konuyla ilgili tıbbi görüş hâkim. Tıbbi görüşe göre ise engel ya da “sakatlık” bir aciliyet durumudur, eksikliktir ve tedavi edilmesi gerekir. Tedavi edilemeyen şey sorunludur ya da sorunlu olarak kalır. 

ENGELLİYİ DE BİREY OLARAK GÖRMELİYİZ

Peki bu vicdan sorunu yetisiz bireye nasıl yansıyor?

Geçen gün yemeğe gittik iki kör arkadaşım ile; keyif yapacağız. Lokantanın kapısında bir amca oturuyordu. Kendisi bizi göstererek “Bunların hesabı benden!” dedi. Garson geldi “Size adisyon açmıyoruz, hesabınızı bilmem ne bey ödeyecek” dedi. Ben de “Bizi kaldırmayın, geldik şurada keyif yapacağız, hepimiz parasını kazanan insanlarız. O beyinize söyleyin, yardım etmek istiyorsa, gerçekten bir yoksula, çocuğa, yetime birine yardım etsin.” dedim. Garson “Peki abla” diyerek uzaklaştı. Onun da kafası yandı. 

Toplumda “engelliye yardım edeyim, vicdanım rahatlasın, sevap işleyim” algısı oldukça engelli hareketinde de bir ayrım gerçekleşiyor. Bazı engelliler “Evet bana yardım edilsin, ben acizim, devlet bana baksın, para ile sandalye alınsın” kafasındayken bizim gibi engelli hareketinin diğer grubu da “Hayır biz çalışabiliyoruz ve kendi ekonomik özgürlüğümüz olduğu takdirde toplumda her birey gibi yaşamımızı idame ettirebiliriz” diye düşünüyor.  

Peki nasıl bir işbirliği ve iletişimle bu tarz sorunlara çözümler getirilebilir? 

Önce karşımızdakini birey olarak görememe sorununa çözüm üretmemiz lâzım. Mesela annemizi anne olarak görüyoruz; onu birey olarak saymıyoruz. Karını veya kocanı birey olarak görmüyorsun. Kadın kocasına “Ben evde oturayım bana para kazansın, çünkü onun karısıyım ona yemek yapıyorum” şeklinde bakıyor. Kendisinin ve karşısındakinin birey olduğundan habersiz.

İkincisi engelli politikalarının daha fazla engelliyle yürütülmesi gerekiyor. Mesela engellilerle ilgili bir şey yapılacak, komisyon toplanıyor ama içlerinde engelli yok ya da çok az. Engelsiz bireyler toplanıp engelliler hakkında bir tüzük, kanun veya yasa çıkarınca empati bir yere kadar işe arıyor. Sen titreyerek bardağı taşımıyorsun. Ancak titreyerek taşıdığın zaman benim ne hissettiğimi anlayabilirsin. Şimdi sana ‘Bu bardağa bir kulp geliştir’ desem, kendi dengene göre geliştireceksin. Ama ben buna kendi dengeme göre kulp geliştireceğim. 

Bütün bu süreçlerle ilgili devlet tarafından nasıl bir düzenleme yapılabilir? 

Öncelikle bütün devlet kurumları evrensel tasarıma uygun bir şekilde fiziksel olarak engelsiz hale getirilmeli. İkincisi nitelikli istihdam sağlaması gerekiyor. Yani bir engellinin devlet kurumları içinde “normal birey” kadar yükselebilmesi gerekiyor. Bu bir ayrıcalık veya inisiyatif değil; eşitlik. Mesela bir adam çok iyi yol mühendisi olduğu halde ayağı tutmadığı için onu mühendis yapmıyorsun; kimya mühendisini ulaştırmanın başına getiriyorsun. Niye onun ayağı tutuyor. Bence sıkıntı da buradan çıkıyor. Devletin istihdam eşitliği ve yaşama eşitliği vermesi gerekiyor. Ben İtalya’da üç şehre gittim. Bu üç şehirde de bir tane basamak inmeden ve çıkmadan şehri turladım. Burada geçen gün Şişhane metrosundan yukarı çıktım; önümde bir hendek. Orada ben mi engelliyim şehir mi?

Var olan söz konusu ‘engelli’ algısı nasıl değiştirilebilir? 

Toplum nezdinde normalleşme üzerine çaba sarfedilmeli. Şehirlerde bu algı durumu daha da acayipleşti. Kırsala gittiğinizde engellilik durumu oradakiler için daha normal bir şey. Bir zihinsel engelliyle ya da bir Serebral Palsili ya da bir kör ile nasıl baş edeceğini kırsaldaki insan daha iyi biliyor. 

MAHREMİYETTE KÖTÜ BİR DURUMDAYIZ

Biz zaten toplumda engelli mahremiyetinde kötü bir durumdayız. Toplum gözünde engelli bireyler “kamu malı” gibi. Mesela benim engelli türbanlı bir arkadaşım “Abdest aldım, adam geliyor elimi kolu tutuyor, e abdest gitti” diyor. Şimdi onun anlayışına göre ona dokunmayacaksın. Bilinçli ya da bilinçsiz sürekli taciz ediliyoruz. Adamın biri beni tramvaydan inerken belimden kavradı. Sonra indirdi. Şimdi burada bir taciz var. “Abi ne yapıyorsun” dedim. “Yardım ettim” dedi. “Yardım istedim mi?” dedim. “Hayır, ama bence yardıma ihtiyacın vardı” dedi. Ki yardıma ihtiyacım olsa bile belime sarılıp yardım etmemesi lâzım. Engelliler de böyle sanki kucaktan kucağa sevilen bir bebek gibi. Herkes dokunabilir, herkes onlara istediği gibi yaklaşabilir. Mesela geliyor kadının biri yanaklarımdan öpüyor; çok tatlısın diye. Senin bedenine sürekli sen istemeden birileri müdahale ediyor. Engelli bireylerin de bir kadın ve bir erkek olduğunu dolayısıyla kadınlık ve erkeklik konularında herkes için geçerli olan sınırların onlarda da var olduğunu unutmamak gerekir.

ENGELİNE TAKILI KALMA KENDİNİ GERÇEKLEŞTİR

Peki, sen tüm bunlarla nasıl baş ediyorsun? 

Ben artık takmıyorum. Eskiden çok takıyordum. Serim (Serebral Palsili bir arkadaşı) ile tanıştıktan sonra çok geliştim. Serim bana boşvermeyi öğretti. Ayrıca ben şuna da inanıyorum; sen kendini değiştirirsen toplum da değişir. Artık eskisi kadar abuk durumlarla karşılaşmıyorum ya da ben takmadığım için unutuyorum. Yaptığım işi profesyonel olarak en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Benim motivasyonum bu. Ben eğitim antropoloğu olup danışmanlık vereceğim. Resim yapıyorum, sergi açacağım, sergime konsantre oluyorum. Orada engelliliğim devre dışı kalıyor. Mesela kızdığım bir şey; engelliler sadece engellilik üzerine çalışıyor. Neden? Bu başında dediğimle farklı şeyler. Engelliler ile ilgili yasalar çıkmasında aktif olmalı. Ama sadece bu olmamalı. Benim birçok engelli arkadaşım engellilik üzerine yüksek lisans çalışmaları yapıyor. Neden? Engelliyim diye. Hayır, kardeşim ben engelli olup kimya mühendisliği üzerine ihtisas yapabilirim. Kendini gerçekleştirmen lazım. Kendi kişisel menkıben üzerine yol al. Sen Ali’sin ve senin bu hayatta olmak istediğin bir yerin var, senin oraya doğru yolunu çizmen lâzım. Ben böyle yapıyorum. Olayları akışına da bırakabilen bir insanım. Hayatta istediğin şey ile hayatın seni ittiği şeyler arasında denge kurman lazım. 

İNSAN KENDİNİ OLDUĞU GİBİ KABUL ETMELİ

Motivasyon kaynağın nedir?

Bir kere ben çok mutlu bir kadın tarafından büyütüldüm. Dünyadaki en pozitif kadın annemdir. Kaldı ki annemin annesi ve onun kardeşi, etrafımdaki insanlar her şeye gerçekçi bakabilen, hoşgörülü, saygılı ve pozitif insanlar. Güzel insanlarla yetiştim ve güzel insanlarla arkadaşlık yapıyorum. Bu zaten beni mutlu kılıyor. Mutluluk kötü bir şeyle bile karşılaştığında ‘Eyvallah’ diyebilmek bence. Huzurlu ve dingin olmak sadece mutlulukla ilgili bir şey de değil. Bir acıyı bile huzurlu yaşamak gibi bir şey bu. Mutluluk, mutsuzluk, huzur durumu insanın kendi içinden gelebilecek bir şey. 

İnsanlar yaşadıklarının ve kendilerinin farkında olsunlar ki; etrafındakileri de fark edebilsinler. Bende gördüğünü söylediğin mutluluk ya da enerjinin sebebi kendimin farkında oluşum. Biliyorum ki elim bu kadar çalışıyor. Ya da araba kullanamayacağım. Tamam şoför tutarım. Bu aslında kendi durumunu ve dünyada olduğun yeri kabul etmekle ilgili. Bunu kabul ettiğinde zaten daha tam oluyorsun etrafın da tamamlanıyor.