26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Gülten Dayıoğlu: Çocuklara saygım sonsuz

Çocuk öykü kitaplarının usta ismi Gülten Dayıoğlu’na göre miniklerle omuz omuza yürümek çok önemli. Yazarlıkta 50’nci yılını dolduran Dayıoğlu yeni yazdığı seriyi dokuz yaşında bir çocuğa okutup ondan eleştirmesini bile istemiş. Çünkü onların fikirleri herkesinkinden değerli!

26 Kasım 2016 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Gülten Dayıoğlu: Çocuklara saygım sonsuz

Aramızda çocukluğunda eline Gülten Dayıoğlu kitabı almamış olan var mı? Dile kolay, 81 yıla sığdırılmış 81 kitap. Üç kuşak büyüdü onun eserleriyle... Çocuk kitabı yazarı denildiğinde ilk akla gelen isim de yine o. Peki Dayıoğlu çocukların dilinden nasıl bu kadar iyi anlıyor dersiniz? O aynı zamanda bir öğretmen. Yıllarca sayısız çocuğa ‘analık’ yapmış. Sohbet ederken “Öğretmenin kaliteli olması öğrencinin de kalitesinin yükselmesi demektir” diyor. Şimdilerde 10 kitaplık bir seri üzerinde çalışan Dayıoğlu ile kendi geçmişinden yeni neslin geleceğine kadar pek çok şey konuştuk...

Siz de yazarlığa öğretmeniniz sayesinde başladınız değil mi?

Evet. Anası okuma yazma bilmeyen babası rüştiyeden ayrılmış sıradan bir ailede büyüdüm. Okumak, kitap, diyinceKur’an-ı Kerim vardı duvarda bir onu bilirdik. Başka kitap görmemiştik. Ayşe Bumin öğretmenim ben 3’üncü sınıftayken “Bak yazılı anlatım ödevlerinden 4 yıldız alıyorsun sen gelecekte yazar olacaksın, yeteneklisin” dedi. Aileme söylediğimde kimse bir şey anlamadı. Annem “Öğretmen ol, hakim ol ama yazıcı olacaksın da ne olacak” dedi. O yazarları eskinin mahkeme kapılarındaki dilekçe yazan kişileri, arzuhalciler olarak düşünmüş. Öğretmenime minnettarım, beni kütüphaneye götürdü ve kütüphane memuruna beni teslim etti, beni yazarlığa hazırladılar aslında. Okuya okuya yazarlığın temelini oluşturdum ki hâlâ da okuyorum. Çağa ayak uydurmayı ilke edindim; çağın çocuklarına sıradan kurgular yetmez, sınırımı aşmak, çağın olaylarını yaşam biçimini tanımak bilmek için hep okuyorum.

Öğretmenlik yaptığınız günleri özlüyor musunuz?

Özlemiyorum, ayrılırken boşa ağlamışım çünkü şimdi de haftanın en az 3-4 günü çocuklarla beraberim. Hala da öğretmenlik havası içindeyim kendimi paralıyorum onları bilinçlendirmek için.

Romanlarınıza ilham oluyor mu bu durum?

Romanlarımı yazarken o gençler benim sık sık gözümün önüne geliyor. Sınıfta nasıl ki çocuklara karşınızda ders anlatıyorsunuz, ben de yazarken öyleyim. Öğretmenlik bilinci ile hata yapmaktan korktuğum için midir bilmiyorum hep onlar karşımda gibi oturuyorum, tetikte yazıyorum. Çünkü büyük bir sorumluluk var. Çocuklar hesap soruyor, çok dikkatliler. İşte bu korku benim sorumluluk bilincimle alakalı, çocuklara saygım sonsuz.

Öğrencinizle görüşüyor musunuz?

Çok. Amerika’dan değişik memleketlerden arayan oğullarım, kızlarım var. Geçen sene 8-10 öğrenicim Facebook’da birbirlerini bulmuşlar sonra da bana ulaştılar, toplandık doyumsuz sohbet ettik. Acılar, sevinçler yaşamışlar ama şefkatim silinmemiş ki hafızalarından buluştuğumuzda yine dertlerini bana açtılar.

Öğretmenlik sizce neden ulvi bir meslek?

Öğretmen ikinci bir ebeveyn gibidir, anne babalık rolü var, beslenmesinden konuşmasına her şeyine dikkat ederdik. Öğrencilerime ana gibiydim, sayısıyız çocuğu izledim. Bir de vebalim var; bir çocuk yoksul, ekmeğe az biraz peynir sıvamışlar. Diğer tarafta yumurtalı, köfteli, muzlu beslenen çocuklar vardı. Bakıyorum o çocuk çok doydu, kalanından arkadaşına verirdim. Orada paylaştırarak anne gibi davrandım. Ondan kutsaldır. Bunun bilincine varılması ve öğretmenlerin el üstünde tutulması gerek. Onların kalitesinin yükselmesi öğrencinin kalitesinin yükselmesi demektir. Ancak öğretmenler maddi ve manevi olarak özverili çalışmalarının karşılığını alamıyor. 60’lı yıllarda bir velim “Hoca Hanım gayret et de bu çocuk bari bir öğretmen olsun” dedi. Ağrıma gitti ‘bari’ demesi... Bu hiç değişmedi. Oysa benim çocukluğumda öğretmen çok büyük saygı görürdü. Biz bir öğretmenimize saygı duruşunda durur gibi selam verirdik. Onlar vefanın işlediği günlerdi tabii... Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Sağlam’ın fikri ile oluştu Öğretmenler Günü ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘başöğretmen’ ünvanını aldığı 24 Kasım’da kutlanmaya başlandı. Bu gelişme güzel bir coşkuya neden olmuştu.

“Sınırımı aşmak, çağın olaylarını tanımak bilmek için hep okuyorum.”

DOĞMAMIŞ BEBEĞE KİTAP İMZALATIYORLAR

Türkiye’de pek çok çocuk sizin kitaplarınızla büyüdü...

Çok sevinç ve onur duyuyorum. Fuarlarda “Sizin okurunuzum” diyip gelen üç kuşak var. İlk kitabım ‘Fadiş’i getirenler, annesinin çeyizinden kitap çıkaranlar var. Bazen anne, kız ve torun geliyor karşıma! Hamileler de gelip alıyor. Takılıyorum ben de “Ölmedik daha!” diyorum. Ki daha evlenmemiş olanı bile doğmamış bebeğe imzalatıyorlar kitaplarımı.

Çocuklarla iletişim kurmanın püf noktası nedir?

Çocuğu anlamak hem zihnen hem ruh olarak, ben buna çocuğun düzeyine inmek demiyorum omuz omuza el ele gitmeli. Onu anlamazsanız o sizi tepede görürse o korku ve çekinme ile küçük çocuklar ezilir, anlamak demek el ele göz göze olmaktır onu ezmeden. Ben bilgiliyim dememek gerekiyor. 

81 YILDA 81 ESER

Türkiye’de çok az çocuk kitabı yazılırken çocuklarımıza sürekli “Kitap oku” diyoruz. Burada bir tezatlık yok mu?

Ülkemizde son 25 yılda pek çok çocuk kitabı yazarı ortaya çıktı ve onlar o kadar heyecanlı ki 50’şer yüzer kitap ortaya koydular. Yayıncılar da ince eleyip sık dokumadan bu kitapları bastılar ama bunu yapan yeni yazarların büyük bir bölümü yaptığı işin pek bilincinde değildi. Yazma, bastırma tanınma heyecanı ile çalakalem giriştiler işe. Ben 81 yaşındayım, 81 kitap üretebildim bugüne kadar. Genç yazarlar şimdiden 100-180 kitap yazıyor, oysa çocuk eğitilirken heyecana telaşa gelmez, her şeyi doğru öğretmek lazım. Bu telaşla yazılan kitapların zararı da olur.

Yeni nesilde iyi çocuk kitabı yazarı yok mu?

Olayın bilincinde olan, neredeyse iki elimizin parmaklarını geçmeyen iyi isimler var, gerçek yazarımız. Okurun karışında titreyen, ona en iyisini vermeye çalışanlar var elbette ama o cicili bicili olup da içi boş hatta zararlı kitapların arasında kayboluyor. Kendini bilen veli de nitelikli kitapları buluyor ama farkında olmayan göz alıcı kitaplara atılıyor. 60’lı yıllarda ben çeviri okuyarak ancak yetiştim. Öğrencilerime de okutacak kitap bulamadım ama oturdum artık kendim yazdım. Öğretmenliğe minnettarım, benim için akademi oldu. Gözlem yaptım nice çocuklara anlattım. Oğluma okudum önce o beğenirse tekrar aynı hikayeyi isterse ben de o öykülerden seçtim. Yani çocuk denetiminden geçtim.

Yeni seri geliyor

Yeni kitabınızın konusu ne?

‘İz Sürücü Köpekler’ dizisinin ilk kitabı, ‘A Takımı Doğuyor’ adı. Ve bunu yazarken iz sürücü köpeklerin yetiştiği eğitim merkezine gittim her aşamalarını izledim köpeklerin ve öyküler öyle ortaya çıktı. Onları da yazın tatilde çocuklara okuttum kitap çıkmadan hatta 9 yaşında bir çocuğa rapor yazdırdım, görüşlerini aldım. Yazarlıkta 50’inci yılımı devirdim ama hala çocukların onayını alarak, süzgeçlerinden geçirerek yazıyorum. Eleştiri almadım ama! Demek ki artık yazarlıkta hata yapmamayı öğrenmişim.

Seri olacak dediniz. Kaç kitap olacağı belli mi?

Her sayfası resimli 64 sayfalık 8 yaş üstü kolay okunan ‘İz Sürücü Köpekler’ dizisinin ilki bu yılki TÜYAP’ta okuyucuyla buluştu. Hedefim o diziyi 10 kitaba tamamlamak.

Hiç büyüklere yönelik çalışma yapmayı düşündünüz mü?

Benim son 20 yıldır yazdığım gençlik kitaplarım başta eski okurlarım olmak üzere yetişkinler tarafından da okunuyor. Zaten öykücülükten gelmiştim, yetişkinlere yönelik öyküler yazıyordum. Yunus Nadi ödülünü ‘Döl’ adlı öyküm ile almıştım ama çocuklara yazmayı tercih ettim.