25 Nisan 2024 Perşembe / 17 Sevval 1445

Güneydoğu’nun ufkunu açan kadın

18 yıl önce İstanbul’dan Mardin’e göçüp turizm sektörünü canlandırmayı hedefleyen Ebru Baybara Demir’in o yıllarda bir gün Bask Dünya Aşçılık Ödülleri’nde finale kalacağı aklından bile geçmemişti. Dünyanın en prestijli şeflerinden biri olan Demir, bölge halkına göre de Güneydoğu’nun ufkunu açan kadın!

BÜŞRA UĞRAŞ1 Temmuz 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Güneydoğu’nun ufkunu açan kadın

Dünyanın en prestijli aşçılık ödüllerinden biri olarak kabul edilen Bask Dünya Aşçılık Ödülleri’nde dünyadan 110 meslektaşı arasından ilk 10’a girerek finale kalan ve Türkiye adına da bir ilke imza atan Ebru Baybara Demir hakkında bir kitap yazılabilir, film çekilebilir! Onun 1999’da Mardin’e göç ederek başlayan macerası ve bölgenin kadınları için verdiği mücadele imrendirecek cinsten! Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde binlerce kadının hayatına dokunan, hayal bile etmedikleri bir hayatı yaşamalarına vesile olan bu kadını duymayan kalmasın, herkes ondan ilham alsın istiyoruz. Sözü fazla uzatmaya lüzum yok. İşte dünyanın en iyi şefinin hikayesi. 

Hikayeniz nasıl başladı?

Ailem Mardinli. Doğu kültüründe erkek çocuk önemlidir. Annemin talihsizliği ise üç kız çocuğu doğurmak olmuş. Bu süreçte annemi çok üzüyorlar ama babam “Üçünü de okutacağım” demiş. Ailede bizden başka kızlarını okutan yok. Hepimiz üniversite mezunuyuz. Marmara Üniversitesi Turizm ve Rehberlik Bölümü’nden mezun oldum. Profesyonel turist rehberiyim ama mesleğimi yapmadım, meslektaşımla 98 yılında evlendim.

Mardin’e neden taşındınız?

1999 yılında Marmara Depremi’nin ardından turizm sektörü sekteye uğradı ve işsiz kaldık. Ne yaparız diye düşünürken daha önce hiç görmediğim memleketime gitmeyi düşündüm ve eşim de kabul etti. O dönem Mardin’de terör sorunu çözülmemişti. Oraya gittiğimde amacım turizm yapmaktı fakat turizm yapabileceğimiz bir ortam yoktu; 3 yıldızlı kötü bir otel ve bir tane küçük bir esnaf lokantası vardı. 1999 yılında Mardin’i ziyaret eden turist sayısı 11 binmiş. Kapasitesiyse 220. Nusaybin Sınır Kapısı’ndan geçen herkes turist olarak sayılmış. Bu durumu nasıl düzeltebiliriz diye düşünürken ben tur destinasyonları hazırlayıp bunları bütün seyahat acentelerine pazarlamaya başladım. Bu ilk kıvılcımdı ve Mardin bir ilgi odağına dönüşmeye başladı.

İstanbul’da doğan biri olarak Mardin’de zorlanmadınız mı?

O süreçte babamla sorunlarım vardı, eşim dönmüştü, dayım ve yengemin evinde kalıyordum. Onlar da gelinleriyle aynı evde yaşıyorlardı. İnsan ilişkileri gerektiren iş yapıyor, gelinlere kötü örnek oluyordum. Yengem bana o süreçte destek oldu. Küçük bir toplumda yalnız bir kadına neler söylenebilirse hepsini duydum ama duymamazlıktan geldim. 

Peki işler nasıl tersine döndü?  

2000 yılında Alman bir turist grubuna mihmandarlık ediyordum. Grupla birlikte gezerken akşam yemeğini o esnaf lokantasında yedirdik. Grup lideri bana “Buradaki yemekler çok kötü bunları yediremem” dedi. Ama maalesef yemek yedirebileceğim başka hiçbir yer yoktu. Sabaha kadar ne yapabilirim diye düşündüm. Çocuğumu İstanbul’da bırakmıştım, eşim gitmişti, babam uzak duruyor derken yengem “Öğle yemeği için buraya getir insanları biz yaparız yemeği. Nasıl olsa her gün 50 kişiye yemek yapıyoruz, ne olacak!” dedi. Böylece ben grup liderine haber verdim “Manastır bahçesinde sizi harika bir yemeğe götüreceğim” dedim. Evdeyse hummalı bir hazırlık vardı yengem, komşularını, gelinlerini çağırmış, yemek yapmışlar, çeyizler inmiş, sofralar kurulmuş avluda. Grubun saat 13:30’da ayrılması gerekiyordu ama onlar 17:30’a kadar kaldılar. Bölge insanıyla vakit geçirmek, ev yemeklerini yemek onları çok mutlu etmişti. O günden sonra o kadınlara “Gelin bu işi birlikte yapalım” dedim. 

Aileler nasıl ikna oldu?

Aynı mahallede sekiz tane ev seçtik, okuma-yazma bilmeyen yengemi işin başına koyduk, kadınları organize etti. Kimin evi müsaitse bir gün önceden hazırlıklarını yapıyorlardı. Grup gelip yemek yiyordu. Kadınlar bu işten para kazanmaya başladı, iş yaygınlaştı. Mardin’de ciddi bir değişim ve bu değişime inanan kadınlar vardı. 2001 yılında Mardin’in ilk turistik işletmesini açtık: Cercis Murat Konağı. Dışarıda turistlere yemek vererek burayı finanse ettik. Restoran açıldığında da ilk etapta tepki topladık, ancak bu işin de üstesinden geldik. 2014 yılına geldiğimizde Mardin’de konaklama kapasitesi 5800 olmuştu, turist sayısıysa gerçek rakamlarla 700 bin.

Hayatım Yenibahar Derneği’ni nasıl kurdunuz?

Kobane olaylarından sonra turizm bitme noktasına geldi. İstanbul’da tasarımcılık yapan ablamla geleneksel el sanatlarını geliştirmeye karar verdik. İstanbulda hediyelik eşya yapan bir şirket için buradaki kadınlarla çalışmaya başladık. Kızım Instagram’da ‘Hayatım Yenibahar’ adıyla o elişlerini satmaya başladı. Turist bize gelmiyorsa biz onlara gitmeliydik. Beş aşçı kadınla başladık ama şimdi 50 kişiyiz. İŞ-Kur’un da desteğiyle biz bu işin de üstesinden geldik. Arjantin, ABD, İngiltere, Fransa ve Kıbrıs’ta pek çok şirkete iş yapıyoruz. Yurtiçi piyasasında da sosyal medya aracılığıyla satış yapıyoruz. Hayatım Yenibahar bir proje olarak başladı ama artık Türkiye’nin farklı yerlerinden çeşitli iş adamları ve gazetecilerininde dahil olduğu bir dernek haline geldi. 

KAZANAN: AMAZON KADINLARI

Harran Gastronomi Okulu-Amazon Kadınları projesi nasıl başladı?

Tüm bu gelişmelerin ardından Anadolu Jet bizim en büyük destekçimiz haline gelmişti. Bir ay boyunca uçaklardaki dergilerde bizim hikayemizi anlattılar ve şans eseri o hikayeyi okuyanlardan biri de Harran Kaymakamı Temel Ayca’ydı. Harran Türkiye’de kadının en dezavantajlı olduğu yerlerden bir tanesi. Ayca oraya atandıktan sonra kadınlarla ilgili bir şeyler yapmak için çabalamaya başlıyor. Kadınlar için bir meslek edindirme kursu açıyor ama kimse gelmiyor. Öğretmen olan eşi diğer ailelere örnek olabilmek için bu kurslara katılıyor ve insanlar yavaş yavaş ısınıyorlar bu işe. İnanılmaz bir başarı! Kadınlar orada çok güzel el işleri yapmaya başlamışlar ama bunları pazarlamayı bilmiyorlar. İşte burada bize danıştılar, oraya gittim ve neler yapabileceğimizi konuşmaya başladık. Ayca Harran’a çok turist geldiğini fakat yemek ihtiyaçlarını karşılayacak hiçbir yer olmadığını dolayısıyla bunu geliştirmek için  bir Gastronomi projesini Birleşmiş Milletler’e sunduğunu söyledi. O sırada BM projesi kabul edildi ve benden eğitim vermem istendi. Bizleri finansal olarak BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) de destekledi. Üç fazda gerçekleşecek bir projeydi bu. Harran’ın nüfusu 80 bin mülteci nüfusu da 14 bin. Sığınmacıların dışında kalan yerel Suriyeliler de var. Aile destek merkezine katılan 83 kadınla araştırma yaptık; bunların bir kısmı da Suriyeli. Hem kampta hem de Harran’da geleneksel yemek kültürleri araştırıp kayıt altına aldık. İkinci fazda bu öğrendiklerimizi kime öğretebileceğimizi araştırdık. Bu arada sayımız 160’a yükseldi. Bize daha önceki projemizde destek veren İstanbul Zorlu Center’daki Eatly restorandan tekrar yardım istedik. Burada eğitim alan kızların staj yapabilecekleri büyük mutfaklara ihtiyaçları vardı, onlar da kabul ettiler. Mardin’den bir şefin önderliğinde Harranlı kızlar eğitim ve çalışma için Eatly restorana gittiler. Bu süreç 3 ay devam etti. Kızların hazırladığı yemekler restoranın içinde açılan pop-up kısmında satışa sunuldu. Sirha Gastronomi Fuarı’nda Harranlı kızlarla birlikte bir bulgur yemekleri sunumu yaptık. Hikaye Sirha yönetimi tarafından takdirle karşılandı ve biz 26 Ocak’ta bu kızlarla birlikte Fransa’nın Lyon şehrine gittik. Orada da sunum yaptılar. Ocak ayında bu 160 kişinin 108’i sertifikasını aldı. BM için de bir eğitim raporu hazırladık. Proje tamamen Harran Kaymakamı Ayca’nın fikriydi. Çok büyük bir şans, ondan çok şey öğrendim.

Ve Bask Dünya Aşçılık Ödülleri macerası…

Ben bir konferansa Harran Gastronomi Okulu-Amazon Kadınları projesini anlattım. O sırada Bask Dünya Aşçılık Ödülleri yetkilileri de Türkiye’ye lansman için gelmişlerdi. O topluluktan beni Gastronometro, Sirha Gastronomi Fuarı Türkiye Merkezi ve BM beni aday gösterdi. BM bu konuyla ilgili bir ön yazı hazırladı. Bask’takiler de buna kayıtsız kalmamışlar ve ben bu eğitim projemizle dünyada 110 şef arasından ilk 10’a kaldık ve dünyanın en iyi 10 şefi arasına girdim. Şu anda heyecanla 18 Temmuz’u bekliyoruz. Sonuçlar o zaman açıklanacak. Ancak ben her şekilde kendimi kazanmış sayıyorum. 

PROJELER SON HIZ DEVAM EDİYOR

Kazanırsanız ödülle ne yapmayı planlıyorsunuz?

100 bin Euro’luk ödül gelirse tamamen sosyal sorumluluk projelerine harcanacak. Hayatım Yenibahar Derneği olarak çocuklar için bir proje geliştirdik ve ekim ayında başlayacak. Cercis Murat Konağı’nı bir gastronomi okuluna çevireceğim ve tamamen bedelsiz gençleri yetiştireceğim. Hem eğitim alacak hem de işbaşı eğitimlerinde para kazanacaklar. İkincisi bir arkadaşımızın önderliğinde Suriyeli çocuklar için bir adaptasyon projesi geliştirdik. Çocukların oyun terapisiyle savaş psikolojilerini yenebileceği ayrıca Türk çocuklarla oynayarak akrandan akrana kolayca Türkçe öğrenebilecekleri bir program. Bunu projelendirip UNICEF’e verdik ama ondan önce Danimarkalı bir vakıf firması bu işin finansmanını karşılamayı teklif etti. Bize 900 bin Euro hibe ediyorlar. Eğer olursa Mardin’e bir oyun okulu kurulmuş olacak. Bir de KAGİDER üyesi Tülin Yazıcı’nın Soma’daki maden kazasından sonra başlattığı dikiş atölyesinden esinlenerek Suriyeli ve yerli kadınlarımız için Yazıcı’nın desteği ile bir tekstil atölyesi açacağız.