19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

İncir çekirdeğini dolduran ressam: Hasan Kale

Bir kabak çekirdeği, bir pirinç veya bir fasulye tanesi… Onları yemeklerde kullanmak dışında daha farklı anlamlar yükleyebilir ve daha değerli kılabilir miyiz? Yıllar boyu saklayacak paha biçilmez bir objeye dönüştürebilir miyiz? İşte ressam Hasan Kale tam da bunu yapıyor; Kale tam anlamıyla incir çekirdeğini sanatıyla dolduruyor...

ALİ DEMİRTAŞ31 Ağustos 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
İncir çekirdeğini dolduran ressam: Hasan Kale

The Sun Gazetesi 2017’nin Aralık ayında bir başlık attı, Reuters ise bunu dünyaya servis etti: “Türkiye’nin Mikroangelosu”… Ben de şöyle tanıtayım, karşınızda incir çekirdeğini dolduran ressam: Hasan Kale. Kendisi aklınıza gelebilecek her türlü mikro objeye resimler çiziyor, değersiz veya sıradan olanı bir anda paha biçilmez bir sanat eserine dönüştürüyor. Bu ne mi? Bu bir kabak çekirdeği de olabilir bir fasulye de. Ya da bir iğne veya bir saç teli… Onlara bazen İstanbul’u resmediyor bazen de bir portreyi… Ama ne yaparsa yapsın kendi kültüründen beslenmeyi ihmal etmiyor Hasan Kale. Bunu yaparken büyüteç ya da mikroskop kullanmıyor. Gözlüğünü takıyor, nefesini tutuyor, elini sabitliyor ve çiziyor. Aynı zamanda bir mücevher ve otomotiv tasarımcısı. Ama bunları yaparken de mutlaka mikro detaylar ekliyor tasarımlarına. “Bu benim için bir hobi değil. Bu benim mesleğim.” diyen Hasan Kale ve sanatı bu yıl itibariyle Türkçe sekizinci sınıf kitaplarında Geleneksel El Sanatları adı altında ders olarak gösteriliyor. 

FAZLASIYLA SABIR İSTEYEN BİR İŞ 

Kendisiyle atölyesinde bir araya geldiğimiz Hasan Kale hayatını şöyle özetliyor: “5 yaşında resimle, renkle ve fırçayla tanıştım. Sonra da hayallerimi ve hedeflerimi yanıma alarak aynı zamanda üreterek ve mücadele ederek bugünlere kadar gelmiş sıradan bir bireyim. Sadece yaptıklarımla sıra dışı algılanıyorum hepsi bu. Ben alaylıyım. Yani lise mezunuyum. 80’li yıllarda bir sürü arkadaş gibi üniversiteyi maalesef okuyamamış olanlardanım. Ama bu hayallerimi ya da hedeflerimi engellemedi. Hayatım boyunca resim, fırça ve renklerle ilgili olan her işi yaptım. 80’li yıllarda minyatür sanatıyla tanıştım. Ders almak istediğimde kimse ders vermek istemedi. Niye? Bilmiyorum. Ben de bulabildiğim kitaplarla minyatür sanatının inceliklerini öğrenmeye başladım. Bu arada Mehmet Siyah Kalem’den fırçanın kıvraklığını, Levni’den renk ve ahengi, Nakkaş Osman’dan da sultan portrelerinin inceliğini öğrendim. Bu 3 farklı üslubun ve üstadın çizgileriyle bir Hasan Kale çizgisi oluşturdum. Kendi eserlerimi üretmeye başladım. 95’li yılların sonunda bir gece yarısı fırça antrenmanı yaparken ‘Daha ne kadar küçük yapılabilir ki?’ sorusu karşısında iki seçeneğim vardı: Ya bu soruya hiç bulaşmadan ömrümün sonuna kadar keşkelerle gitmek ya da bugün sizin karşınızda bu soruların cevabını vermek…” 

Sanatçı Kale, sanatını mikroya yönlendirdiğinde ne gibi zorluklar yaşadığını ise şöyle açıklıyor: “Bugüne kadar geriye dönüp baktığımda yaklaşık 300-350 farklı objeye sayısız eserler üreten, bu alanda da dünyadaki tek sanatçı olmanın başka bir keyfini yaşıyorsunuz bir Türk sanatçısı olarak. Yıllardır bu işi yapan insanlara kapılar açtığımı söyleyen bir sürü teşekkür mesajları alıyorum hiç tanımadığım ve dillerini bilmediğim insanlardan. Yüreklere dokunuyor olmak büyük bir keyif. Büyük eserler sanat eseri olabiliyor da küçükler neden olmasının cevabı bu. ‘Hayatımız bir pamuk ipliğine bağlı’ bu mikro objeler de aslında bizi hayata bağlayan şeyler. Nasıl baktığımız nasıl algıladığımız önem kazanmaya başlıyor. İnsanları bir inciri yerken yüzlerce çıtırtı sesinden bir tanesinin üzerine bir İstanbul manzarasını düşünüyor olmak bile yutkunduruyor… Bir pirinç ya da bulgur tanesi 3 bin yıl kalabiliyorsa demek ki bunun üzerine yapılan eser de 3 bin yıl sonrasına kadar gidebilir.” 

Hasan Kale hâlâ büyük resimler yapmaya da devam ediyor. Peki, ikisini kıyasladığında ne gibi farklılıklar gözlemliyor? “İkisi de çelişki. Resim aslında içinde olmak… Büyük tablonun içine girebiliyor, kaybolabiliyorsunuz. Ama mikro art’ın içine girmek fazlasıyla sabır, iyi bir disiplin, iyi bir el, iyi bir göz ve kocaman bir yürek istiyor. Sonra size bütün objeler öğretileriyle geliyor. Bu şu demek: ‘Bana fırçayı öyle bir değdir ki beni delik deşik etme’ diyor. El hassasiyetinizi ölçmeye başlıyor. Bir boyayı kabul etmediğinde ‘farklı teknikler geliştirerek ya da karışımlar yaparak bana öyle bir boya hazırlaman lazım’ diyor. Bütün bunları fark etmeye başlıyorsunuz. Burada sabır çok önemli. Nefesinizi tutmayı, yeri geldiğinde kalbinizi durdurmayı becermek durumunda kalıyorsunuz. O minicik bir pirinç tanesinin üzerine bir portre çalışırken, yaptığınız portrenin gözüne göz bebeğini yapmak için nefes alamazsınız. Kalp ritminizi yavaşlatmak durumundasınız. Bütün bunlar zaman içinde gelişiyor. Aksi takdirde ikisi de farklı ve ikisinin de kendine göre has özellikleri ve sizi mutlu edecek farklı tarafları var.”  

ANADOLU’YU VE KÜLTÜRÜMÜZÜ BİZDEN BAŞKA KİMSE ANLATMAYACAK 

Hasan Kale’ye resimlerinin genel çizgisini nasıl tanımladığını sorduğumda ise şöyle yanıtlıyor: “Daha oryantalist, daha realist… Önemli olan genel çizginiz. Yurtdışında sergi ve fuarlarda dolaşırken gördüğüm şuydu: Biz Anadolu’da yetişmiş, Anadolu’nun kültür izlerini her gün görerek yaşadığımız bir şehirde; İstanbul’dayız. Bunları anlatmak kadar doğal bir şey olamaz. Batı’dan gelen bilmediğimiz yaşamadığımız, algılayamadığımız, sadece kitaptan okuduğumuz ya da sözel olarak öğrendiğimiz bir takım sanat yollarına gitmek bence biraz eksiklik. Bu şeye benziyor; İtalya’da hiç yaşamadınız veya oraya gitmediniz ama hep İtalyan şeyler çizmek istiyorsunuz. Bu çok doğru gelmiyor bana. Biz anlatmazsak Anadolu’daki kültürü ve kültür izlerini; bizden başka kimse anlatmayacak. Otomatik olarak hem büyük tablolarda hem mikrolarda hem de 40 yıllık mücevher tasarımcısı olarak mücevherlerimde de aynı çizgide devam ettim. Hâlâ da devam ediyorum. 

Mikro art’ın felsefesinde şu var: Es geçtiğiniz, görmediğiniz, bazen çöp dediğiniz o mikro objeleri sanat kapsüllerine çevirmek ve bütün bunları yaparken değişik bakış açıları getirip, farklı pencereler açmak. Akabinde de dünyada hiç konuşulmamış yepyeni bir dil oluşturmak. Bunu başlangıçta böyle kurguladım. Sonra bugünden geriye dönüp baktığımda evet çok doğru bir iş yapmışım. Ve doğru bir felsefede yapmışım. Dünyanın neresinde sergi açarsam açayım; kabak çekirdeği sadece o ülkeye göre isim değiştiriyor. Sonuçta o bir kabak çekirdeği. Algıyı hayatın içine sokuyor. Biz hayatın içinden birtakım anlatımlar yapıyoruz. Bir Türk sanatçısı olarak Fransa’ya, ABD’ye veya İngiltere’ye gittiğimde orayla ilgili bir şeyler çizmek istiyorsanız, çizersiniz. Ama onların hep aşina olduğu şeyleri onlara götürmek, ne kadar doğru? İstanbul gibi marka bir kültür şehrimiz var. Bunu anlatıyor olmak ya da Hititleri, Arkeoloji Müzesi’ni anlatıyor olmak başka bir olay. Yurtdışına çıktığımda benim Türk olup olmadığımı kimse sormuyor çünkü zaten ifade biçimimden belli. Ve gerçekten herkesin de İstanbul’a bir aşkı var.” 

HOLLANDA’DA MÜZE AÇTI 

Hasan Kale Ukraynalı bir mikro heykel sanatçısıyla birlikte iş insanı Murat Bilal’in desteğiyle Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da bir müze açmış. 5 Eylül’de resmi açılışı ile lansmanın yapılacağı müze için Kale, mikro objelerle eserler üretmiş arkadaşı ise mikro heykeller yapmış. Bu müzenin bir benzerini Paris, New York, Berlin ve tabii ki İstanbul’da açmayı planlıyor. Müze dünyanın ilk ve tek mikro obje müzesi. “Yurtdışından gelen bir sürü turistin gezerek gördüğü şeyleri bir anda pirinç tanesinde veya bir fasulyenin üzerinde görecek olması etkileyici olacaktır.” diyen Hasan Kale 7 Eylül’de de Türk kahvesini tanıtmak ve sanatını göstermek için Amerika’ya gidecek. Gizem Şalcıgil’in başlattığı bir proje bu. Kahve kitabının yazarı Cenk Girginol’un da katkılarıyla birlikte Türk kahvesi ABD şehirleri gezilerek seyyar bir şekilde caddelerde, sokaklarda tanıtılacak. Hasan Kale aynı zamanda sanatını da icra edecek bu tanıtım sırasında. Türk kahveleri, Türk lokumlarıyla birlikte ücretsiz olarak Amerikalılara sunulacak.