19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Kadın cinayeti haberlerinde dram rüzgarı

Kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinde medya, adeta ‘dram rüzgârı’ estiriyor. Sunucusundan muhabirine medya çalışanlarının şiddet haberlerini rating malzemesine dönüştürmesi, şiddeti önlemek veya caydırıcı kılmak bir yana yeniden üretiyor. Öyle ki yapılan birçok araştırma medyada konu edilen şiddet haberlerinin, bu tür vakaları yaygınlaştırdığı hatta bunun ötesinde şiddeti meşrulaştırdığı ve kanıksattığını ortaya koyuyor.

ALİ DEMİRTAŞ31 Ağustos 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Kadın cinayeti haberlerinde dram rüzgarı

Kadına yönelik şiddet bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de farklı boyutlarıyla üzerinde çalışılması ve kalıcı çözümler üretilmesi gereken ciddi bir sorun. Kadın cinayetleri ise meselenin gelip dayandığı en korkunç boyut. Her güne yeni bir kadın cinayeti haberi ile uyanıyoruz. İstatistiklere göre ülkemizde kadına yönelik şiddet önlenemez bir artış gösteriyor. Öyle ki 2017 yılında 348, 2018 yılında 396, 2019 yılı Ağustos ayı itibariyle 248 kadın öldürüldü. Kadın cinayeti haberleri de bu verilere paralel oranda yazılı ve görsel basında yer alıyor. Ancak basının bunu farkındalık adına mı yoksa tiraj/rating açısından mı yaptığı önemli bir tartışma konusu. Bu haberler öyle bir dil ve görsellikte veriliyor ki, farkındalık mı oluşturuyor yoksa şiddetin başka bir boyutu mu belli değil. 

Bu konuda basın organlarına ve çalışanlarına ciddi bir sorumluluk düşüyor. Zira böylesi bir dil kullanılarak okura/izleyiciye sunulan her haber yeni cinayetlere zemin hazırlıyor. Kadın cinayetlerini konu alan haberler genel olarak, ‘kadınların toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınlığa yüklenen anlamlar nedeniyle öldürülmeleri’ olarak tanımlanıyor. 

ÜÇÜNCÜ SAYFA HABERCİLİĞİ… 

Gazetelerde ve televizyonda kadına yönelik şiddet haberleri “üçüncü sayfa haberciliği” kapsamında varlığını sürdürüyor. Günümüzde haber medyasına baktığımızda kadınların yer aldığı haberlerde kadınlara yönelik kalıplaşmış söylemlerin varlığı dikkat çekiyor. Üstelik kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinde de aynı üslubun devam ettiriliyor olması büyük bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. 

Medya kadına şiddet veya cinayet haberlerinde adeta eylemi meşrulaştırıcı ibareler kullanıyor hem de olayı dramatize ederek kamuoyunun esas sorunu görmesine ve düşünmesine imkân tanımıyor. Medya, toplumun şiddeti önleme veya katkı sağlamadaki rolüne değil, içeriksel bir çerçeve çizmeksizin, tek başına yaşanan şiddet ile ilişkili bireysel durumlar üzerine odaklıyor. 

Medya bir şiddet veya cinayet olayını sosyolojik ve hukuki açıdan tartışmak yerine basit, yüzeysel fakat rating getirecek bir anlatım yoluna gidiyor. Mağdurun hayatının detaylarıyla dramatize edilerek anlatılması olayı gerçek bağlamından uzaklaştırıyor ve durumu magazinel bir yapıya sokuyor. Kamuoyunda kadınların ezik, acınası durumda ve birer kurban olduğu algısı oluşturuluyor. Kadınlar mağdur, kurban, öldürülen, dövülen, taciz edilen, tecavüze uğrayan olarak resmediliyor, görsel bir malzemeye dönüştürülüyor. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet ve buna ilişkin kalıplar gerek yazılı gerekse görsel basın tarafından pekiştirilmeye devam ediyor. Bu pekiştirme sürecinde toplumsal cinsiyet temelinde kadın erkeğe göre zayıf, güçsüz, duygusal, mantıksız gibi olumsuz özelliklerle tanımlanıyor. Üstelik bütün bunları yaparken “kamu yararı” adlandırmasıyla savunulan bir habercilik anlayışı ortaya çıkıyor. 

TV HABERLERİNDE DİZİ ESİNTİLERİ... 

Kadına yönelik şiddet ve cinayet haberlerinin bültenlerde ekrana getirilme biçimlerinde de ciddi hak ihlalleri ve sorunlar bulunuyor. Medyanın kadına yönelik şiddet haberlerini sunarken şiddeti uzun süre göstermesi, görüntüyü tekrarlaması ve kadına yardımcı olacak bilgileri vermemesi sorunun boyutunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ayrıca cinayet haberlerinde çoğu kez vahşice katledilen kadının görüntülerine müzik ve benzeri efektlerin eklenmesi, durumun kurgusal bir süreç içerisinde dizi gibi algılanmasına sebep oluyor. Bu da olayı gerçekliğinden ve vahametinden kopararak sıradan bir seyirliğe dönüştürüyor. Her ne kadar spikerler haberi sunarken üzüntü duyduklarını ve eleştirilerini ifade etseler de bu anlamda bir sorumluluk üstlenmedikleri de açıkça görülüyor. Sorunun kaynağına değinmeyen sadece olayın ‘trajik’ boyutu ile ilgilenen ortalama bülten haberciliği yaraya merhem olmak bir yana tuz basarak daha da can yakıcı hale getiriyor.

Şiddet gören kadınları başvuracakları mercilerden haberdar etmek yerine haberi sansasyonel hale getirmek toplumda bir farkındalığın oluşturulmasına imkân tanımıyor. Öte yandan atılan haber başlıklarındaki “aşk cinayeti, töre cinayeti, sevda ölüm getirdi, kıskançlıktan öldürdü” gibi tanımlamalar da gerçekleşen olayın korkunçluğunu normalleştiriyor ve faili kamuoyunda haklı kılmaya çalışıyor. 

Neticede ekranda bir dizi gibi izleyip kanıksadığımız olaylarla gerçek hayatta karşılaştığımızda duruma müdahale edip şiddeti durdurmak, mağdura yardım etmek ya da ambulans çağırmak yerine olayı görüntülemeyi seçiyoruz. En son yaşanan Emine Bulut cinayeti bu açıdan da üzerinde düşünülmesi, tartışılması gereken bir durum. 

Medyanın bütün etik ilkeleri çok rahatlıkla çiğnediği bir zamanda ‘yurttaş gazeteciliği’nin birtakım ahlaki kurallarının olmasını beklemek elbette safdillik olur. Ancak öncelikle medyanın ve ana akım medyanın dilini örnek alan yurttaş gazeteciliğinin şiddet içeren haberler konusunda aynaya bakmaları gerekiyor.  

PEKİ, NASIL HABERLEŞTİRİLMELİ

Kadına yönelik şiddet evrensel bir sorun. Bu sorunu tüm yönleriyle ortaya koyup cözüm üretmek, kamuoyunu doğru bilgilendirerek suçu özendirmek yerine sağlıklı bir kamuoyu oluşumuna hizmet etme işlevi de kuşkusuz medyanın önemli görevlerinden. Medyanın patrondan muhabirine tüm medya çalışanlarının, özellikle şiddet içerikli haberlerde, öncelikle mağdur ve yakınları, faili ve yakınları ve en nihayetinde topluma karşı belli sorumlulukları olduğunun bilinci ile hareket etmesi gerekir. Bu bağlamda etik ihlallerin en aza indirilmesi için belli çözüm önerileri şu şekilde sıralanabilir: 

- Habere ilişkin ön kabuller yeniden düşünülmeli ve hiçbir haberin tümüyle gerçeği yansıtamayacağı anlaşılmalı. 

- ‘Haber gerçeğin ta kendisidir, gazeteci bu gerçeği yansıtır’ şeklindeki liberal anlayış değiştirilmeli. 

- ‘Kamu yararı’ kavramının içinin net bir şekilde doldurularak kişisel ve keyfi uygulamalara sebebiyet vermeyecek şekilde somutlaştırılması ve etik ilkelere dâhil edilmesi gerekir. 

- Özellikle şiddet haberlerinde habere konu olan tarafların aile ve özellikle çocukları göz önünde bulundurularak bu hassasiyetle haber yapılması, mağdurun fotoğrafının mümkün olduğunca kullanılmaması, eğer kullanılacak ise buzlanarak verilmesi gerekir. 

- Habere ilişkin detayların ölüm, kan, gibi toplum psikolojisini sarsacak ve umutsuzluk ya da kanıksama yaratacak unsurlar üzerinden değil, toplumu bilinçlendirecek öğeler üzerinden verilmesi gerekir. 

- Haberin mağdur aleyhine isim, yaşanılan yer, yaş, meslek gibi her türlü detayı vererek oluşturulması; haberde yer alan bilgilendirici öğelerin de aynı şekilde yer alması beklentisini oluşturmakta. Örneğin, haberi izleyen ve aynı mağduriyeti yaşayan bir kadına bu konudaki devlet politikaları, koruyucu önlemler, verilen sağlık hizmetleri, uzman görüşleri gibi bilgilendirici içerikler yoğun bir şekilde sunulmalı. 

- ‘Devlet yine koruyamadı’ şeklindeki başlıklar, aynı sorun ile yüz yüze olan bireyleri güvensizlik ve korku ile yaşadığı şiddeti saklamaya ve dolayısıyla çaresizlik hissini kabullenmeye yöneltirken, şiddet uygulayan erkeklerin eylemlerinin sürekliliğine hizmet etmekte. 

- Failin yargı süreci takip edilmeli, sonuçlar kamu ile paylaşılmalı. Özellikle caydırıcı olabilme ihtimali sebebiyle ağır cezalarla sonuçlanan yargılama süreçlerinin paylaşılması bir başka çözüm önerisi olarak sunulabilir. 

- Son olarak iletişim fakültelerinde gazeteci adaylarına haberin insan yaşamı ve onurundan daha değerli olmadığı, öğretilmeli.