23 Nisan 2024 Salı / 15 Sevval 1445

Kalbim sizde kaldı ey kadim şehirler

Osmanlı Medeniyetinin İzinde 40 Şehir Portresi adlı son kitabı geçtiğimiz aylarda yayımlanan yazar Fahri Tuna bu eserini tek bir cümleyle özetliyor: “Onlar gizemlerini anlattı, ben sadece not aldım...” 

ALİ DEMİRTAŞ3 Ağustos 2019 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Kalbim sizde kaldı ey kadim şehirler

“Yazıyorsanız varsınız, yoksa yoksunuz. Yazmak var olma biçimi benim için. Her yazar için de. Gerisi teferruat. Biz gideceğiz, yazdıklarımız kalacak. Yazdıklarımızı da kutsallaştırmam elbette.” diyor yazar Fahri Tuna. Kendisi bir portre yazarı. Bu adı belki de sadece resimde ya da fotoğrafta biliriz. Ama o bunu edebiyatta yapıyor. Son kitabı da yine portre üzerine. Ama bu kez şehir portreleri. Osmanlı Medeniyetinin İzinde 40 Şehir Portresi adlı kitabını geçtiğimiz aylarda yayımlayan Tuna, “Kalbim Sizde Kaldı, Ey Kadim Şehirler!” diyerek başlıyor kitabına ve şöyle devam ediyor: “Osmanlı nice kadim şehri aynen korumuş, ihtiyaç gördüğü her yere yeni camiler, medreseler, hanlar, köprüler serpiştirerek. Yakmamış yıkmamış, aksine; yaşamış, yaşatmış! “İyi insanlar” açmış gül bahçelerinde asırlardır. Minarelerden gelen ezan sesleri kiliselerin çan sedalarına karışmış, kaynaşmış... Osmanlı şehirlerinde her şehir “kendisi” olmuş, herkesin “kendisi” olduğu gibi. Herkes kendisi kalmış, “bir bütünün özgün bir parçası” olarak. Her şehir, Osmanlı kanaviçesinin özgün bir rengi kalmış. Zira Osmanlı medeniyeti ilmek ilmek, eser eser, vakıf vakıf dokumuş tezgâhında bu şehirleri. Gittim, yaşadım, gördüm. Kulak kesildim sırlarına. Tanıştık, ahbap olduk onlarla. Neler anlattılar, neler: Osmanlı şehirleri ne besteler terennüm ediyor, onlara kalbini açana. Kalbim onlarda kaldı, yalnız. Okuyunca sizin de kalabilir, diyeyim baştan. Bu kitapta, Osmanlı medeniyetinin izlerini sürdüğüm bu kırk şehrin portresini okuyacak, nabzını tutacaksınız. Anadolu’dan Balkanlar’a; Mardin’den Mostar’a, Konya’dan Kırcaali’ye, Urfa’dan Üsküp’e. Kuru bir nostalji kitabı değil elbette bu eser. Okura sorumluluk da yükleyecek; bu şehirleri yaşamak ve yaşatmak gibi. 

40 Şehir Portresi’nin hikâyesi nedir? 

Bu 40 şehir bana kendi hikâyelerini anlattılar aslında. Acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini. Gizlerini, gizemlerini, gamzelerini… Ben sadece kulak kesildim, dinlediklerimi not aldım, o kadar. Bu kitabımda, okur Osmanlı Medeniyetinin izlerini sürecek, 40 şehrin nabzını tutacak. Anadolu’dan Balkanlar’a; Mardin’den Mostar’a, Konya’dan Kırcaali’ye, Urfa’dan Üsküp’e, Gaziantep’ten Gagauz Yeri’ne, Trabzon’dan Silistre’ye. Kalbim onlarda kaldı, yalnız. Kitabı okuyanların da kalabilir, diyeyim baştan. 

Konu edindiğiniz 40 şehri neye göre belirlediniz? 

Gittiğimi gördüğüm, yaşadığım, kalbime dokunan, kalbimde yaşattığım şehirleri yazıyorum ben. Ruhu olan şehirleri, kasabaları. Kulak kesilince ne sırlar anlattılar, ne besteler terennüm ettiler bana. Sayıları ellinin üzerinde. Hayy Kitap aralarından ‘Osmanlı Medeniyetinin izi’ çerçevesinde seçti bu şehirleri. Ve sıralamayı - sağ olsunlar - ona göre yaptılar.  

40 şehrin hepsine gittiniz mi? 

Yemen ve Kudüs hariç evet. Oğlumun adı Ahmet. Dedemin dedesi Hacı Ahmet’in adını taşıyor. Yemen’de yıllarca savaşan, dönüşte Hicaz’a uğrayıp hacı olan ve Kudüs’te de bir süre kalan dedemin. Diğer otuz sekizine gittim, gördüm. Konuştum onlarla, evet. Ruhu olan şehirler en çok geceleri konuşur. Dinlemesini bilenle. Mesela Tuna; ne sırlarını anlattı bana bilseniz. Hüznünü hicranını hasretini. Bizi, bizleri bekliyormuş yine. Yüz elli yıllık kocaman bir hasretle. Selam söyledi hepinize. 

Okur bu kitapta Osmanlı’nın hangi yönüyle tanışacak?

Her yazarın durduğu bir yer vardır: Ben her insan her şehre Müslüman bir Türk olarak bakıyorum. Yerli ve milli bir kalp taşıyorum ben. Bu kitabı okuyanlar Anadolu’da bin yıllık Balkanlar’da altı yüz elli yıllık; güzel zarif ve zengin bir medeniyetin ayak izlerini sürecek. Bu topraklardaki kalbi selimin, aklı selimin, zevki selimin izlerini sürecek en çok. Bizim şehirlerimizi yaşayacaklar. 

En çok hangi ili yazarken zorlandınız?

Zorlandığım olmadı hiç. Ama yedi veya dokuz veya on bir veya on üç ayrı dönem geçirmiş olan Sarajevo’nun geçmişi biraz karmaşıktır. Ama Aliyacity’dir o da; Aliya yüzlü Aliya özlü Aliya hisli şehirdir de. Her şeye rağmen biz’dir, bizle’dir, bizcedir Sarayevo. 

ÜSKÜP GÖMÜLMEYİ VASİYET ETTİĞİM ŞEHİR 

En sevdiğiniz şehirleri öğrenebilir miyiz? 

İstanbul’a aşığım, on günden fazla görmesem yapamam. Edirne gitmekle kalmanın bıçaksırtı hikâyesidir, dinlemesem olmaz. Prizren dilleri, gönülleri, sofraları gül kokulu şehirdir, doyamam. Üsküp ‘gömülmeyi vasiyet ettiğim şehir’dir, öylesine çok severim. Ankara Hacıbayram Veli’dir benim için, gitmesem yapamam. Mardin rüya şehir, masal şehir, şiir şehirdir; bin bir gece masalıdır, içinde mutluluktan kaybolurum. Adapazarı huzurun ve gönlümün başkentidir. 40 şehir de benimdir. Ben de onlardanım. 

Sadece Türkiye’den  değil Osmanlı coğrafyasında da şehirleri anlatıyorsunuz kitabınızda. Yazarken neler hissettiniz? 

Hicran, hüzün, hasret. Bir yanık türkü dillerindeki. Akıncısının yolunu gözleyen küheylan sanki onlar. Söylemesi ayıp ben 59 kez çıktım Balkanlar’a. Adım Anadolu (Fahri) soyadım Rumeli (Tuna) benim. Lakabım da Malkoçoğlu’dur. Okuru da birer çağdaş Malkoçoğlu olarak dolaştıracağım Balkanlar’da. Öylesine eski, öylesine bugün, öylesine yarın…

Neden tür olarak bu yazım alanını seçtiniz? 

Aslında ben deneme ve mizah yazarı olmak istiyordum. Otuzuma girdiğim yıllarda İzlenim, Yedi İklim ve Türk Edebiyatı dergilerinde denemelerim yayımlanıyordu. Özdeyiş yazarı Mehmed Selahaddin Şimşek ‘Sende portre yeteneği var, portreler yazmalısın’ deyince bu alana yöneldim. Ustam seçti yani. Otuz yıldır yüz elli civarında insan, ellinin üzerinde şehir portresi yazmak kısmet oldu çok şükür.”