26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

'Komşusu açken ‘tok yatan’ bizden değildir'

Metropol hayatı bize milli değerlerimizi unutturdu mu dersiniz? Anadolu insanın dünyaca meşhur misafirperverliğini yeniden hatırlatmak ve ihtiyaç sahibi ailelere yardım eli uzatmak için çabalayan TRT 1’in sosyal sorumluluk yüklü programı “Komşum Benim” kültürümüzü yaşatarak Türkiye’yi daha güzel bir ülke haline getirmeyi hedefliyor.

BÜŞRA UĞRAŞ29 Nisan 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
'Komşusu açken ‘tok yatan’ bizden değildir'

Yurtdışında kime Türkiye’yi sorsanız size mutlaka insanların misafirperverliğinden bahseder. Ancak bazen bizler kendi kültürümüzü unutuyoruz. En son ne zaman komşunuzun kapısını çalıp derdi var mı diye sordunuz? Özellikle büyük şehirler, hayatın koşuşturması, toplumumuzun temel taşlarından olan yardımlaşmayı ve komşuluk kavramını yitirmemize neden oldu. İşte tam da bunları bize hatırlatmak isteyen yapımcı Semra Kaplan kendi çocukluk anılarından da ilham alarak yepyeni bir TV programı formatı hazırladı. “Komşum Benim” adlı program yitirdiğimiz değerlerimizi hatırlatmak ve ihtiyaç sahibi ailelere yardım eli uzatmak için her Pazar 16.15’te TRT 1 ekranlarında yayınlanıyor. “Bizler ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ diyen bir peygamberin ümmetiyiz” diye hatırlatan Kaplan ve programın sunucusu Aynur Ayaz ile hem toplumumuzun değerlerini hem de programı konuştuk. Gördük ki endişelenecek bir şey yok, Türkiye insanı hala özünden bir şey kaybetmemiş… 

Bu hikâye nasıl başladı? Programın fikri nasıl çıktı ortaya?

Yapımcı olmak her zaman yeni fikirler üretebilmek demek. Gözünüzün kulağınızın her zaman açık olması gerekir. Bu projenin hikayesi benim çocukluğuma dayanıyor. Ben 89 doğumluyum ve Malatyalıyım. 9 yaşıma kadar da orada yaşadım, sonrasında İstanbul’a taşındık. Yani Anadolu kültüründe büyüdüm. Komşuluğun, insanlığın, güzelliğin iç içe, misafirperverliğin ön planda olduğu bir toplumdan geliyorum. Böyle güzel bir ortamda yaşadım ve sonra İstanbul gibi bir metropole geldim, yıl 99’du. O zamanlar, şu anki İstanbul ile kıyaslanamayacak derecede geride, sıkıntıların fakirliğin, paylaşımsızlığın ve önyargıların olduğu bir toplum vardı. Ama bugün geldiğimiz noktada devletimizin ve hükümetimizin yaptığı çalışmalar ile bu toplumsalsıkıntılardan kurtulduk.Başka bir durum isekomşusuzluktu. Kimse kimsenin kapısını çalmıyordu. Evimizde bir çorba bile pişse komşularımızla paylaşmak isterdik ama bize kapısını açabilecek bir komşu yoktu, bizim çorbamızı kabul edecek kimse yoktu. O zamanlar dokuz yaşındaydım ve tüm bunlar benim bilinçaltıma işledi. Dokuz yaşımdan 17 yaşıma kadar tekstil alanında çalıştım, konfeksiyonda. Orada çalışan insan hayattaki her şeyin üstesinden gelebilir; başarının tavanını görmüştür, orada çalışmak gerçekten çok zor. 

Hayatınız nasıl değişti peki?

2002 yılından sonra yani 17 yaşında TV dünyasına girdim, birçok ismin menajerliğini üstlendim, yapımcı olarak iş yapmaya başladığımdan beri de sosyal içerikli çalışmalar yapıyorum. ‘Komşum Benim’ programı dokuz yaşından beri içimde olan bir ukdeydi. Evet, ülkemizde sosyal içeriği olan pek çok program var ama hiçbirinin ana teması ‘komşuluk’ değil. Küçük bir kızken kafamda oluşan bu fikir bir yıl önce hayata geçti, proje yazıldı ve TRT1’de program fikrimize çok sıcak baktı ve proje kabul edildi. TRT 1 ile anlaşırken hiç zorlanmadık çünkü TRT bu tarz projelere çok sıcak bakan, her zaman milletine yakın duran, milletin menfaatine çalışan bir kanal oldu. İyilik, yardımlaşma ve komşuluk değerlerini içeren bu projemiz ile her Pazar TRT 1 ekranlarında sevgili halkımıza ulaşma imkânı bulduk.

İzleyiciden ne gibi tepkiler geliyor?

Güzel ve olumlu geri dönüşler alıyoruz. Sanırım insanlar etraflarına, kapı komşularına daha dikkatli bakmaya başladılar. Bir farkındalık yaratmayı başardığımızı düşünüyoruz. Ben eleştiriye açık biriyim ama gariptir ki bugüne kadar hiç olumsuz bir eleştiri almadık. Bizim hikayelerimiz gerçek. O nedenle çekim yaptığımız kişilerin duygularını da ister ağlasın ister gülsün ekrana şeffaflıkla taşıyoruz. Örneğin kaçarak evlenen bir çiftin hikayesini anlattık; Tuğçe ve Mustafa çifti. Dokuz aydır aileleriyle görüşmüyorlardı, kız tarafı barışmak istemiyordu. Biz gittik, onları barıştırmak için alt yapıyı oluşturduk, saygıdeğer hocamız Necmettin Nursaçankanaat önderliğinde bu aileyi barıştırdık. Kızını dokuz aydır görmeyen baba orada hüngür hüngür ağlayarak yüreklerimizi parçalamıştı. Emin olun hikâye gerçek olduğunda insanlar bir editörün ya da yapımcının hayal edebileceğinden çok daha iyi bir etki oluşturuyorlar. Dolayısıyla izleyici de bu hakikati anlayabiliyor.

Bu insanlara nasıl ulaşıyorsunuz?

Bizim işini yürekten yapan güçlü bir ekibimiz var. Fragmanlarımız dönmeden önce ciddi bir araştırma yapılarak ihtiyaç sahibi insanlar bulundu. Bu tarz yardıma ihtiyaç duyan insanların çoğu TV ekranına çıkmak istemeyen, utanan, yardım dilemeyecek kadar gururlu insanlar. O nedenle diyoruz biz “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Gerçekten yardıma ihtiyaç duyan insanlar bunu söylemez, sizin gidip kapısını çalmanız gerekir. Bu insanlar çok hassas oluyorlar, onlara yaklaşırken çok dikkatli olmalı, onları kırmadan elimizi uzatmalıyız. Bir de biz o insanlara gidip kendimizi tanıttığımızda ‘Nasıl yani komşu?’ diye sorup ardından “Ama benim komşum yok” diyen çok oluyor. Düşünsenize bırakın birilerinden yardım almayı, komşusu dahi olmamış! Bu sefer ben dokuz yaşımdaki halimi hatırlıyorum hemen. Bu konuda çalışmaya başlıyoruz, mahallenin muhtarıyla görüşüyoruz, esnafı bilinçlendiriyoruz, insanları birbirine yaklaştırmak için çalışıyoruz. Programımız yayınlanmaya başladıktan sonra ise Türkiye’nin her yerinden yüzlerce komşu çağrısı almaya başladık ve iki şeyi çok net gördük. Bazı yerlerde bırakın komşuluğu insanlık yaşamıyorken bazı yerlerde ise ‘komşuluk’ ölmemiş dedirten sıcak mahalle ve insan ilişkileri hala yaşıyor. Duyarlı komşularımızın varlığı da daha iyi bir dünyada yaşamamız için bizi yüreklendiriyor.

Komşuları ikna etmekte zorluk yaşıyor musunuz?

Yardıma gittiğimiz insanlar bazen çekiniyorlar, biz onları hem yardım etmek için yüreklendiriyoruz hem de devletin kendilerine sunduğu haklar konusunda bilinçlendiriyoruz. Buna rağmen başkasının hakkına girmekten korkanlar oluyor. Çevrelerinde kapısını çaldığımız insanlar, komşuları ya da esnaf da bize gönüllü bir şekilde yardım ediyorlar. Biz onlara kendi komşularının derdini açtığımızda harekete geçme konusunda istekli oluyorlar. Biz emeğimizin karşılığını asıl bu insanları mutlu ettiğimizde alıyoruz. Güzel insanlar da var, hep kötü haberler görmek zorunda değiliz. Dünya iyilikle güzelleşecek başka çaremiz yok. Aslına bakarsanız yardımlaşma ve misafirperverlik bizim toplumumuzun DNA’sında var. Turistlerin bizim hakkımızda söylediği şeyler hep aynı değil mi? Anadolu insanı, Türkiye hep yardımseverliği ve misafirperverliği ile anılır. Her şeyi geçtim daha birkaç yıl önce biz binlerce Suriyeliye kapımızı açmadık mı? Ünümüz buyken nasıl komşusuz yaşayan bir topluma dönüşebiliriz ki? Dünyada vermek kadar güzel bir şey var mı? Allah hepimizi verenlerden eğlesin. Vererek azalmazsınız vererek çoğalırsınız.

GURBETÇİLER DESTEK OLUYOR

Bağış talebi geliyor mu?

Evet, bugüne kadar program çektiğimiz her aileye mutlaka sonrasında yardım etmek isteyen birileri çıktı. Özellikle yurtdışında yaşayan vatandaşlarımız bu konuda çok duyarlı. Bu noktada biz köprü vazifesi görüyoruz. Yalnızca aile ile hayırseveri telefon aracılığı ile buluşturuyoruz ve geri kalanını onlar kendi aralarında hallediyorlar. Bu çok büyük bir mutluluk. Sonuç olarak evet biz o an bir ailenin elinden tutuyoruz ama ya sonrası? İşte bu noktada da hem aile ile kaynaşmasına vasıta olduğumuz komşular hem de böyle ekrandan görüp yardımlaşmak isteyen insanlar giriyor devreye. Başta “Benim hiç komşum yok” diyen aileler sonrasında bize arayıp komşularıyla olan ilişkilerinin nasıl geliştiğini anlatıyorlar. 

Sunucu Aynur Ayaz

EMPATİ KURABİLMEK ÖNEMLİ

Çekimler sırasında neler yaşıyorsunuz?

Bu işi yapmaya karar verdiğimizde ilk önce hayatına dokunduğumuz insanlardan alacağım duaları düşündüm. İnsan yalnızca bu dünya için değil öteki dünya için de biraz birikim yapmalı. Bunu yapmak da bencilliğimizi kırarak, empati yapmaktan geçiyor.  Her bir bölüm öncesinde ekibimiz ziyaret edeceğimiz aile ile ilgili bir ön araştırma yapıyor. Tabii biz bu insanların yanına program dahilinde gidiyoruz ama ziyaretlerimiz sırasında çok farklı durumlarla karşılaşabiliyoruz. Ben işin sadece sunum kısmıyla ilgilenmiyorum. Zaten yara almış olan bu insanları biraz olsun mutlu edebilmek için elimizden geleni yapıyoruz. Bunlara özel yaşantımda da dikkat ediyordum ama bu programla birlikte daha da dikkat eder oldum.

İstanbul’a ilk geldiğimizde Kürt  olduğumuzdan kimse bizimle iletişim kurmuyordu. 2002’den sonra Tayyip Erdoğan başa geçince sistem değişti ve rahatlıkla ‘Ben Kürdüm’ demeye başladım.