8 Mayıs 2024 Çarşamba / 1 Zilkade 1445

Muhalefetin yalanlarına milletin karnı tok

“Cumhuriyet Gazetesi’nin yalanları sadece geçmişte değil bugün de var. Güya muhalefet ama baştan sona yalan. Bizim gençliğimizde bizi nelere inandırmak için ne yalanlar söylendi. Ama ortaya çıkar bunlar. Bu kafada olanlara hiçbir zaman oy vermemiş, itibar etmemiştir bu millet.”

ZEYNEP TÜRKOĞLU16 Haziran 2018 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Muhalefetin yalanlarına milletin karnı tok

Bilen bilir de bilmeyenler için sorsak, kimdir Aynur Mısıroğlu, neler yapar?

Ben esasında hukuk okudum, avukatım. Ama hiçbir şekilde avukatlık yapamadım maalesef. Özel kurslarda ders verdim sadece. Tarih, coğrafya, İngilizce dersleri… Avukatlık yapamamış olmak tabii çok hüzün verici bir şey. 

Neden yapamadınız?

Başörtüsü ile imkânsızdı. İm-kân-sız-dı! Siz o devirleri bilmezsiniz. Bu son on altı sene gibi değildi o zamanlar. İnanılmaz gelir. Halbuki bunlar hakikat. 1962 mezunuyum. Avukatlık hakkımı kazanmak istiyordum. Evlendiğim şahıs çok maceralı, gözü kara bir kimseydi. Bir gün çalışmak mecburiyetinde kalabilirdim. Onun için stajımı yapmam gerekiyordu. Stajyer olarak duruşmaya girdiğimde başımı açıyordum, bitince takıyordum. O yıllarda belirgin bir biçimde örtü mücadelesi olmadığı için yahut hâkimin iyiliğine denk geldiğinden bir şey söylemediler. Böylelikle avukatlık ruhsatımı aldım. Fakat benden çok daha sonra mesela Emine Aykenar diye bir genç kız vardı, o başörtüsüyle avukatlık yapmak istedi kızı rezil ettiler. İmkansızdı yani. Bütün bunlar yaşanırken ben zaten alengirli bir kimseyle evli olduğumdan başka sıkıntılar çekiyordum. Daima soruşturmalar, hapisler, tehditler, beraatlarla geçti hayatımızın büyük bir kısmı. Bir de benim yuvayı korumak gibi bir vazifem vardı. Eve sahip olmak, çocukların yetişmesiyle ilgilenmek zorundaydım. Çünkü Kadir Bey ya o bahsettiğim soruşturmalar, hapislerle uğraşıyor ya da tebliğ ve dava için Anadolu’da, Avrupa’da bulunuyordu. Eve de arada sırada uğruyordu tabii… 

Yetiştiğiniz aile ortamı nasıldı?

Ben bir subay çocuğuyum. 12 yaşımda babamı kaybettim. Kıymetli bir kimseydi. Fakat Cumhuriyet’in ilk yıllarının, pozitivizmin, o laik anlayışın hâkim olduğu, Cumhuriyet Gazetesi okunan bir evde büyüdüm. Milliyetçi değerlerimiz, vatan-millet sevgimiz vardı, o başka. Ama sevmesini bilmek diye bir laf var ya “Mesud olur aşktan yana, sevmesini bilen gönül” diye. Bilmiyorduk, vatanımızı kuru kuru seviyorduk. Sonra baktık bunlar bizi maneviyatımızdan uzaklaştıran hadiseler. Bu evliliği yapmadan evvel de benim fikrim tamamıyla değişmişti.

Sizi değiştiren ne oldu? 

1960’a kadar ben de öyleydim. 60 darbesi benim kafamı karıştırdı. Subay ailesiydik. Bu ihtilâlin içinde olanlarla beraberdik. Yüksek düzeydeki insanlar ahbaplarımızdı. Mesela Akademi kumandanı Faruk Gürler. Sonradan cumhurbaşkanlığına da adaylığını koydu. Kendi profesörlerimiz, Hüseyin N. Kubalı, Sıddık Sami gibi… O zamanlar profesör deyince biz çok doğru insanlar olduklarını zannediyorduk. Onların yalan söyleyebilecekleri aklıma gelmiyordu. Cumhuriyet Gazetesi’ne yüzde yüz inanıyorduk. Hiç aklımıza gelmiyordu yalan yazacağı. Bir insan yanılabilir de, yalan çok ağır bir şey. Yok kıyma makineleri, yok öldürülenler. Menderes’i seven biri olmadım ama bunlar yalandı. Sanki onun vahşetiyle karşı karşıya kalmışız gibi korkuttular. İhtilalden sonra baktık ki, ne ölüler, ne kıyma makineleri hiçbiri yok. Bunları öğrenince ne yaparsınız? Eyvah dedik. Ne kadar aldatıldığımızı anladım. O güne kadar da dini olarak kendime çeki düzen vermeye çalışıyordum. Üniversitede hoca olarak kalmak istiyordum. Yüksek lisans için seminerler almaya başlamıştım. Bir taraftan da dinleri inceliyordum. İncil’i, Tevrat’ı hatta Budizm hakkındaki kaynakları okuyordum. Sanata da merakım vardı. Resimle, müzikle ilgileniyordum. Beethoven hayranıydım, hâlâ da vazgeçmem. Ama özellikle 60 darbesinden sonra anladım ki pek çok şey yalandır. Hayatımdaki dönüşüm de böyle hızlandı. Namaza başladım. Tabii ailem bunu kabul etmedi. Pek ağır bir devre geçirdik. Ailemin Kadir Bey gibi birini kabulü mümkün değildi. O devrin tipik Cumhuriyet dönemi insanı öyleydi. Nasıl böyle olmuşlar, bu çelişkileri nasıl göremediler… Ben hem çok üzülüyor hem de o hale getirenlere de Allah cezalarını versin diyorum. 

CHP DEMOKRASİ PLANINDA HİÇBİR ZAMAN KAZANAMADI

Cumhuriyet Gazetesi’nin yalanları sadece geçmişte değil bugün de var. Güya muhalefet ama baştan sona yalan. Bizim gençliğimizde bizi nelere inandırmak için ne yalanlar söylendi. Ama ortaya çıkar bunlar ve bu kafada olanlara hiçbir zaman oy vermemiş, itibar etmemiştir bu millet. Cumhuriyet Halk Partisi demokrasi planında hiçbir zaman kazanamadı. Bir kere koalisyona girebildi, onu da Ecevit’in halkçı pozlarıyla elde etti. Onun da ne olduğu görüldü. Memleket üzerinde çok oyunlar var. Ama bunu fark edenler de var. Halkımızın sağduyusuna inanıyorum. Her zaman inandım ama 15 Temmuz hadisesi bu inancımı büsbütün pekiştirdi.

60 darbesine direnmeyen bir milletiz sonuçta...

Ben inanıyordum fakat o olacak bir iş değildi. 15 Temmuz, Marksizm ve Pozitivizmin çöküşü demektir. İmanın galebesidir. Başka bir şey değil. İman demek ki maddeden çok daha üstün. Ölmeye gidiyor ve bunun farkında o adam. ‘Bugün ölmezsem ne zaman öleceğim’ diyor. Bunu demek kolay mı? Ve kadınıyla, erkeğiyle, çoluğuyla, çocuğuyla… Arkadaşımın çocuğu dokuz ameliyat geçirdi. Bir kere de ‘keşke çıkmasaydım’ demedi. 15 Temmuz’u gördüm ya… hani ‘ölsem de gam yemem’ diye bir tabir vardır, işte o hâle geldim. Demek ki milletin imanı kül altında bir kor gibiydi. Yavaş yavaş parlamaya başladı. Bunun daha ilerisi çok daha iyi olacak inşallah. 

Dünün zorluklarıyla bugünün zorluklarını bir mukayese etseniz bize? 

60’larda çok yalnızdık. İstanbul gibi bir yerde yoldan nadiren geçen bir başörtülüyü görünce çocuğum “Anne bak arkadaşın geçiyor” diyordu. O kadar az ve yalnız. Ankara’ya gelin gittiğim zaman ise Kızılay’da öyle bakıyorlardı ki, uzaydan gelsem daha iyiydi herhalde. Başka muhitlerde vardır ama Kızılay’da yeni evli biraz da giyimli, kuşamlı genç bir kadının örtülü olması çok olağanüstüydü. Çok sözlü tacizlere uğradık. Araba kullanıyorum, ‘sana mı kaldı araba’ diyorlar. Bugün bu anlattıklarımız masal gibi geliyor değil mi? Geçmişte bu yüzden kaybedilenlere kızmaz mısınız? İyi kötü cumalara giden, Anadolu adamı diye bakılan Demirel bile ‘Arabistan’a gidin’ diyordu başörtülülere. Şimdi CHP’li İnce, ‘Böyle bir meselemiz yoktur’ diyor. E, diyecek. Çünkü ok yaydan çıkmıştır artık. Çıkmasına çıktı da şimdi yeni hedefleri bunu kontrol altına alıp yönlendirmek. Teoriler o yöne dönüyor. Ne gibi derseniz, DEAŞ gibi, Bokoharam gibi çok dindar göstererek veya Fetö gibi protestanlaştırarak dine karşı görünen değil, dinin içindenmiş gibi kurgulanan şeylerle tahribata çalışıyorlar. Dinin sulandırılma çabaları bunlar ve yeni değil. Çok eskiden de vardı. Zekeriya Beyaz vardı ve ona benzer bir çok isim. Tükenip gittiler. Sağduyu var halkta çünkü. Ama bunu bizim hissettiğimiz gibi düşmanlar da hissediyor. Ortadoğu önemli bir merkez ve Türkiye’nin burada hayati bir rolü var. İslam ve Türk âlemine etkisi var, Avrupa’ya da çok yakın. Ama Norveç değiliz sonuçta; 150 senedir harp görmemişler. Sefasını sürüyorlar hayatın. Biz ise her taraftan baskıya açık bir noktadayız. Ama Allah da dağına göre kar verir. İman ettik, hiçbir şeyde üzülmeyelim. Ama işte içte de biraz tesanüt (dayanışma) olsa…

Cumhuriyetin ilk yılları oruçlu Ramazan bilmezdik

Doğumum itibariyle Cumhuriyetin ilk dönemlerine ait Ramazanları görmüş biriyim. Subay ailesi olduğumuz için, görüştüğümüz, gidip geldiğimiz çevre de çoğunlukla memur ailelerden oluşuyordu. Öyle oruçlu ramazanları bilmiyorum pek. Çocukken bazen Ramazan’ın geldiğini anlamadığımız da oluyordu. Oruç tutmayı da bilmiyordum. Üniversiteye geldiğimde oruç tutmaya başladım. Üniversitede tezimle meşgul olan hocam Salih Tuğ, Allah razı olsun, “Ramazan geldi” dedi. Ben de “Evet, ama ben zayıf olduğum için oruç tutamam” dedim. “Ne demek, orucun zayıflıkla ne alakası var” dedi. Ama bana öyle öğretmişler, ne bileyim. Yirmi yaşımda koskoca kızım, bakın şimdi gülüyorsunuz değil mi? Ama böyle işte. Yoktu ve öğrenme imkânı da azdı. Beyazıt Kütüphanesi’nde çalışırken, Hilmi Ziya Ülken’in kitabını bulup okumuştum. Düşünün onun kitabından Müslümanlığı öğrenen bir insandım. İşte ilk defa o zaman oruç tuttum. Annem tabii çok kızdı. 30’da 30 nasıl tutarsın diye. Baktım, insan ölmüyor hakikaten… Bu kadar uzak, bu kadar bilinmiyor. Daha acıklı bir şeyi de bayram hakkında söyleyeyim size. İki dini bayramımız var; Ramazan ve Kurban. Bunların ikramı neydi biliyor musunuz? Likör ve çikolata. Müslüman bayramlarının böyle kutlandığı devirlerden geldik biz. 

GENÇ KIZLARDAN UMUTLUYUM

Ben gençleri, kızları şuurlu buluyorum. Eleştiriyorlar bazen kıyafetleri, düzelir onlar. O bir adım atmış ya. Öbürünü de atar. Nitekim öyle de oluyor. Olumsuzluk göze batan bir şeydir. Çoğunluk düzgün olsa da gözü tırmalayan olarak kötü örnekler bilinir. Aileler için de böyledir. Büyük kısmı iyi insanlardan müteşekkil de olsa bir aileden bir veya iki kötü örnek çıksa hem ailenin kalanını üzer, hem de etraftan dikkat çeker. Ama bu baskın olan durum değildir aslında. İyilik, doğruluk kendi halinde, sessiz ve vakurdur. Güzel örneklerden de bahsediliyor tabii arada. Bir ara bir haber çıkmıştı, kaza geçiren Rus uyruklu bir gence bizim bir kadınımız ana gibi sahip çıktı ve on yıl bu felçli çocuğa baktı. Kolay mı, herkes yapabilir mi? Hayır, herkesin harcı değil. Ama yapabilen var. Bu insanlıktır. Benim milletim bunu yapıyor. Halkımızın çoğunluğunda bu iyilik vardır. Daha da çoğalsın inşallah. Ümitvârım.

KADINLARI YEŞİLAY’A GETİREMEZDİK

Gülsen Ataseven, Fevziye Hanım, Meliha ve Hamra Hanımlar, Münevver Ayaşlı, Hümeyra Ökten, Reyhan Songar’dan oluşan bir arkadaş çevremiz vardı. Anadolu’ya mektuplar yazıyorduk, Yeşilay’da kadınlar grubu olarak çalışıyorduk. Ramazan, bayram, hicret günleri konferanslar veriyorduk. Her zaman anlatıyorum, bu da komik veya inanılmaz gelecek size; kadınların ödü patlardı böyle toplantılara gitmekten. Yeşilay’a bile zor getiriyorduk. Allah, Peygamber’den bahsedilecek, polis gelecek bizi basacak diye korkuyorlardı.

SENELERCE İRTİCA BALONU ŞİŞİRİLDİ

Senelerce bu memlekette irtica balonu şişirildi. Ahmet Necdet Sezer diye biri Cumhurbaşkanı oldu. Bayram mesajlarını bir dönüp dinleyin. Bayram kutlamıyor, irticadan giriyor, gericilikten çıkıyor. Yahu bayram kutluyorsun, irtica laflarının sırası mı? Milletimizin bayramını kutluyorum de, bitir. Tayyip bey’in ilk senelerini de yedi. Her şeyi veto ediyordu. Bugün kılık kıyafeti mani olmaksızın eğitim ve çalışmalarına devam ediyor kadınlarımız. Söyleyince acı acı gülüyor insan ama kendi tesettürlü olup, bundan kocası zarar görmesin diye tedbiren kızlık soyadını kullananlar vardı. 

YORULUNCA OKUYARAK DİNLENİYORUM

Hâlâ aktif bir sosyal hayatın içerisindesiniz. Okuma grubu ve dernek çalışmalarınız var. Sizi evden çıkıp yorgunluğu göze almaya sevk eden nedir? Nasıl bir motivasyon bu? 

Okumayı çocukluğumdan beri çok severim. Beyazıt Kütüphanesi’nde ders çalıştım çok zaman. Okuyorum, yoruluyorum. Yorulunca ne yapıyorsunuz. Onu bırakıyorum, bir şiir kitabı veya başka türde bir edebiyat kitabı alıp okuyorum. Sonra tekrar dersime dönüyorum, böylece dinlenmiş oluyorum. Dersten veya başka bir şeyden yorulmuş kafayı bir başka mevzuu okuyarak dinlendiriyorum. Mevzu değişince dinleniyor insan. Bir de şu var. İmam Maturidi’nin konuşulacağı bir konferansa gittim. Baktım salon dolu ve çoğunluğu da genç. Bir başka yerde İbn-i Arabi için bir söyleşi, orada da ancak üç beş kişi olur dedim. Hayır, yine dolu bir salon. Demek ki bir mesele var burada. Allah’ım! Kâbe’ye varmış gibi sevindim. İşte insana güç veren bu. Ayaklarımın ağrısı, yorgunluğu orada bitti.