2 Mayıs 2024 Perşembe / 24 Sevval 1445

Tarihe sırtını dayayan kültür durağı Kubbe İstanbul

Ulubatlı Hasan’ın Osmanlı sancağını ilk diktiği yerdeyiz. Sırtımızı Bizans’ın Eirene Kulesi’ne dayadık ve İstanbul Boğazı’nın keyfini Kubbe İstanbul’da çıkardık. Turistlerin uğrak noktası mekanın fikir babası Harun Reşit Göktaş, “Tarihin içindeyken kültür durağı olmak istedik, öbür türlü buraya zulmederdik” diyor.

FATMA ERSOY 16 Aralık 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Tarihe sırtını dayayan kültür durağı Kubbe İstanbul

Asya ve Avrupa’nın kesiştiği, dünyanın gözünü diktiği tarihi yarımadada var olmaya çalışan bir kültür durağı: Kubbe İstanbul. Tüm zorluklara ve engellemelere rağmen üç buçuk yıldır dimdik ayakta durmaya çalışan mekanda çalışma odası, kütüphane, müzik stüdyosu, halı ve takı odası bulunuyor. Bu tür yerlerin kafe veya restorana çevrilerek para makinesine dönüştürüldüğü bugünlerde Kubbe İstanbul’un fikir babası Harun Reşit Göktaş, kendi yağında kavrularak var olmaya çalışıyor. Daha önceleri terzilik, seyyar satıcılık, işletmecilik yapan Göktaş ile ilmek ilmek dokuduğu bu gizli yere ilişkin keyifli bir sohbet geçirdik. 

- Burayı nasıl keşfettiniz? 

Bu tarihi yapıyı devletten değil bir tarih profesöründen kiraladık. Aslında ilk önce yazar ağabeyim yayınevi prodüksiyon şirketi olarak kiraladı. Zaten başka türlü bize kiraya vermezlerdi. Bu tür sorunsal bölgelerde bir dükkan veriyorlar ikinci dükkanı vermiyorlar. Sebebi ise “Güçlenip bize karşı çıkmasınlar” diye. Ağabeyim buraya geldi bir şeyler yaptı ve zombiler hortladı. Ağabeyim belli bir zamandan sonra kendini çekti ve “Orayı düşündüğüm anda başım ağrıyor” dedi. Şu anda buraya gelemiyor. ‘Siz zombiyseniz ben de vampirim’ dedim. İnsanların özgür olmasını istiyorum. Gelsinler bu manzaranın karşısında kitaplarını okusunlar, fotoğraflarını çektirsinler... Kubbe İstanbul’u aklımın erdiğince, gücümün yettiğince çevirdim ama burayı gelen insanlar şekillendirecek.

- Neden kafe yapmadınız? 

Zaten çok fazla kafe var. Hani tam kültürün içindeyken, tam omzumu tarihe yaslayabiliyorken neden insan iki çay istesin, iş iki lahmacuna kadar gitsin? Dünyanın her yerinden gelen turistlerin bir şekilde yolu buraya düşüyor. Yine bir şekilde bizim insanımızı tüketirken değil bir şey üretirken yani okurken görsün… Tüm Avrupa ve edebiyat dünyası buraya hayranken neden  burası suistimal edilsin. 

YAPI BENİM KADAR YASAL DEĞİL

- Bu süreçte ne gibi zorluklar yaşadınız?

Sıkıntılı olduğum zamanlarda “Orayı bize bırak” teklifleri geliyordu. Kumarhane teklifi geldi, “Sen karışma ben o kapıdan gireceğim, bir şey olursa insanları diğer kapıdan göndereceğim. Kimse bulamaz burayı” denildi. Başka birileri geldi, “Sadece bir akşam, ne istiyorsan verelim, burada parti yapalım” dedi. Halı odasında bile nargile içmek için para teklif edildi. Eğer bunları kabul edersem, buraya zulmederim. Burayı çay ya da kahvehane yaparsam sadece belli bir kesime, ama kültür durağı olunca dünyaya hitap ederim. 

- Peki zorluk çıkaran kimlerdi? Hala tehdit var mı? 

İllegal insanlar benim karşıma hep legalleri çıkarttı. Çok alakasız bir şeydi ama ufacık düzensiz bir şey yapsaydım, şu anda burada değildim. Ama karşıma çıkartanların, mal sahibim olsun yerinin tapusunun olduğundan bile emin değilim. Ama ben yine kiramı banka üzerinden ödüyorum. Buradaki bekçinin ne güvenlik sertifikası ne sigortası ne resmi birşeyinin olduğunu sanmıyorum. Buradaki esnaflardan biri “25 yıldır buradayım, burası benim” diyor ama daha geçen ay vergi mükellefi oldu. Zaten biz büyük ihtimal şu anda belediyelik olduk. Bu da mahkemelik yapacak. Vergi levham var yasal olarak görülüyorum ama çalışma ruhsatı almam gerekiyor. Bu yapıdan daha yasalım ama yapı benim kadar yasal değil. Geçen hafta belediyeden geldiler, mal sahibi ön kapıyı kapattırmak istiyormuş. Peki ne öğrendim? Burası resmiyette görünmüyor, altı görünüyor. Sistemden bakınca burası Vakıflar Yetimler ve Öksüzler’in çıktı, içim sızladı.  

- Peki buranın gelir getiren kısmı neresi?

Asıl menümüzün kitap olmasını istiyorum. Kütüphanedeki kitaplar değil ama koridordaki kitapların, resimlerin yanında İstanbul’u veriyoruz. Ufak tefek şeyler oluyor ama bir katkısı olmuyor. Buranın çayı kahvesi olacak, insanlar kendi kendine hizmet edecek, kumbarada birikecek. Açıkçası kumbaradan ümitliyim ne düşeceği belli olmaz. Zaten kumbaraya düşen çok bariz bir şekilde yine buraya harcanacak. 

- Kütüphanenizdeki kitaplar nereden geldi?

Kısmi olarak mezatlardan toplandı. Bir arkadaşımın kütüphanesinin bir kısmını aldım. Kız arkadaşım Facebook’tan ilan verdi, yurtdışından insanlar poşet poşet kitap gönderdi. Ve hepsi turistti. Buraya gelen her bir kitabın ilk sayfasına gönderen kişinin ismini tarihini yazıyoruz zaten.

- Burası daha çok yurt dışında  biliniyor. Neden?

Özeleştiri olarak algılayın; bizim insanımız bir şeylerin farkında değil. Çok fazla insan geliyor ama fotoğrafını çekip gideyim diyor. Turistler ise en basit haliyle “Nasıl yaptın, senin için ne yapabilirim” diye soruyor. Bu bir özeleştiri, milliyetçi taraftan yaklaşacak bir durumda değilim ama bir misyon var. Yabancılar biraz daha önemsiyor, yorum yapıyor.  

- Büyük Valide Han kubbelerindeki fotoğraf çekimleri sırasında mekanın bir bölümü çöktü. Nasıl etkilendiniz? 

Bir yer hatırlıyorum orası çöktü. Orada bir-iki işgüzar illegal bir şekilde 3-5 lira koparmak için sistem kurdu. Bir de herkese de kapı açmazlar, önce kendisine biat etmeniz gerekiyor. Esenyurt’tan geliyorsanız farzı misal Adana’dan geliyorum diyeceksiniz ki önce onun keyfi olacak sonra çıkacaksınız. Tabii yanında bir grupla gelirsen 100 lira olur, fotoğrafa bir konsept istersen o zaman bin lira olur. 

- Şu anda kapalı olmasına rağmen kubbeye çıkan var mı?

Ara ara kubbeye izinsiz çıkanlar oluyor ama buradaki insanlar onları kovalıyor. Tabii diğer türlü yine çıkartıyorlar. Bu kez 3 lira yerine 50 lira, 100 lira veriyorlar. Bende telefonumu gösterip “Yine birilerini çıkarttın sen bittin” diyorum. O ne yapıyor! Ben bir şey yapamıyım diye ne kadar polis varsa onları çıkartıyor. Zaten şu anda restore olmuyor mühür vardı mühür kırıldı. 

- Polis ne yapıyor? 

Fotoğraf çektiriyor. Mesai saatlerinde grup grup geliyor ve üniformayla fotoğraf çektiriyorlar. Bana da “Bak benim etrafımda bu kadar polis var” algısı vermeye çalışıyorlar.

Kubbe İstanbul’u gelen insanlar şekillendirecek. Gelsinler kitap okusunlar, fotoğraflarını çektirsinler.

Kafeye çevirdiğimde sadece belli bir kesime, ancak kültür durağı olunca bütün dünyaya hitap ederim.

 

Kösem hikayesinin başladığı ve bittiği yer: Eirene Kulesi 

Eirene Kulesi Galata Kulesi’nin hemen hemen yaşıtı. Hatta daha eski bir yapı. Bir rivayete göre Fatih Sultan Mehmet gemilerini Haliç’e indirdi. Bu kule ne zaman menzile girdi ki İstanbul alınmış oldu. Tabii bir rivayette ise Ulubatlı Hasan’ın sancağı buraya diktiği söyleniyor. Aynı zamanda Kösem Sultan’ın bütün hikayesi burada geçiyor. Mahpeyker olarak ilk getirildiği ve öldürüldüğü yer. Hatta Kösem Sultan’ın tüm değerli eşyalarını buraya sakladığı söyleniliyor. Tabii şu anda içerisinde bir atölye var. Kubbe İstanbul’un koridorlarını işte bu kulenin dış kısmı çeviriyor.

Büyük Valide Han’ın kubbelerinin manzaralarını 1930’lu yıllarda İngilizler, 50’lerde Fransızlar, 90’larda tüm Asya bir şekilde biliyordu. Bizde 2012-2013’de Instagram’da selfie çılgınlığı ile burayı bir şekilde duyduk. Avrupalı’nın, Asyalı’nın yaklaşık 90 senede yapamadığını, biz beş senede hallettik, kubbeyi çökerttik. 

Galata Kulesi’nden daha eski Eirene Kulesi’nin dış cephesi Kubbe İstanbul’un koridorlarına ev sahipliği yapıyor.