Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Furkan Kaya, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Ukrayna ile müzakereler için İstanbul'u işaret etmesinin satır aralarını AA Analiz için kaleme aldı.
Savaş, çoğu zaman diplomasiyi zaman kazanmak için; diplomasiyse savaşı bir tehdit unsuru olarak kullanır. Bu anlayış, dünya savaşları tarihi boyunca ve hatta uluslararası ilişkiler öncesinde bile dış politikanın doğal bir refleksi olmuştur. Günümüzdeyse dondurulmuş krizlerin yeniden alevlenmesi, olası bir dünya savaşının en temel sebeplerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ifadesiyle "özel operasyon" olarak adlandırdığı, 22 Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı'nda askeri ve sivil kayıplar bir milyonu aşarken; savaşın maliyeti Rusya için yaklaşık 145 milyar doları bulmuş, Ukrayna'da ise altyapı çökmüş, enerji ve ulaşım ağları harap olmuştur. Ancak en derin ve kalıcı hasar, Ukrayna halkı üzerindeki psikolojik yıkımda kendini göstermektedir.
-TÜRKİYE'NİN KÜRESEL ROLÜ: SAVAŞIN ORTASINDA UMUT KORİDORU
Bu yıkıcı tabloya rağmen, Türkiye savaşın ilk gününden itibaren diplomasiyi elinde tutarak çatışmaların bir dünya savaşına ya da küresel gıda krizine dönüşmesini engellemeyi başardı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Tarafların makul ve adil bir uzlaşmaya varmaları halinde, bu tarihi sorumluluğu üstlenmeye hazırız" sözleriyle başlattığı Dolmabahçe görüşmeleri, yalnızca bir ev sahipliğinden ibaret değildi. Bu görüşmeler Türkiye'yi hem NATO üyesi hem de Rusya ile güçlü ilişkileri olan tek aktör olarak diplomatik dengenin merkezine yerleştirdi. Özellikle savaşın tetiklediği gıda krizine, Türkiye'nin öncülüğünde oluşturulan Tahıl Koridoru Anlaşması ile çözüm bulundu. Bu anlaşma sayesinde, Afrika'da milyonlarca insan açlık tehlikesinden kurtarıldı ve ilk yıl içerisinde yaklaşık 40 milyon ton gıda ürünü ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı.
Putin'in 24 ülkenin devlet başkanıyla birlikte kutladığı Zafer Günü'nün ardından yaptığı açıklamada, Ukrayna ile doğrudan barış görüşmelerinin 2022'de kesildiği noktadan devam etmesi için İstanbul'u adres göstermesi, Batı'nın sunduğu "30 günlük ateşkes" önerisine verilmiş en kritik yanıt oldu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump'ın da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile yaptığı telefon görüşmesinde, onu adeta "Ukrayna barışının elçisi" olarak tanımlaması gözlerin bir kez daha İstanbul'a çevrilmesine neden oldu. Putin ile Erdoğan arasında gerçekleşen son telefon görüşmesindeyse Türkiye'nin bu süreçte üstleneceği arabuluculuk rolünün önemi bir kez daha vurgulandı.
-BATI AVRUPA'NIN GÖLGE KRİZİ: DİPLOMATİK ÇÖZÜMDE TÜRKİYE FAKTÖRÜ
Batı Avrupa savaşın ateşini doğrudan hissetmese de çatışmanın dolaylı etkileri hem toplumsal hem de ekonomik olarak oldukça yıkıcı olmuştur. Savaş öncesi dönemde Avrupa'nın Rusya ile enerji işbirliği, Anglosakson ittifakı tarafından rahatsızlıkla karşılanmıştı. Savaş sonrası uygulanan enerji yaptırımları Avrupa Birliği'ni (AB) ciddi bir krizle karşı karşıya bıraktı. Rus gazının ikame edilememesi enerji fiyatlarını dramatik biçimde artırdı. Bu durum sanayi üretimini sekteye uğrattı ve kıtada enflasyonu körükledi.
Ayrıca savaşın diğer bölgelere sıçrama riski, AB ülkelerinde savunma harcamalarının artmasına ve kamu bütçelerinde açıkların büyümesine yol açtı. Bu gelişmeler, AB genelinde siyasal kutuplaşmayı da derinleştirdi. Giderek artan mali ve siyasi baskı altında kalan AB, savaşta en kısa sürede ateşkesin sağlanması gerektiği fikrinde birleşti. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın arabulucu aktör olarak öne çıkması Avrupa'da Türkiye'ye yönelik diplomatik güveni pekiştirdi. Olası İstanbul müzakereleri, Türkiye'nin AB nezdindeki itibarını daha da artıracaktır.
-ERDOĞAN-TRUMP-PUTİN ÜÇGENİNDE YENİ BİR DÖNEM Mİ BAŞLIYOR?
ABD Başkanı Trump'ın "Ukrayna savaşını 24 saatte bitirebilirim" sözü, barışın hangi koşullarda mümkün olacağı yönünde merak uyandırdı. Bunun yalnızca iki senaryosu olabilir. Birincisi, Rusya'ya topyekun bir savaş açılır ki bu durum Üçüncü Dünya Savaşı hatta bir nükleer felaket anlamına gelir. İkinci ihtimal olarak da Rusya'nın halihazırda işgal ettiği topraklar ve Kırım'ın ilhakı kabul edilerek müzakere masası kurulabilir. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio'nun "Ukrayna'nın Rusya'yı topraklarından atabileceğine inandırdık insanları. Ancak bu, Ukrayna'yı yüzyıl geriye götürür" şeklindeki açıklamaları da sürecin müzakereyle sonlanması gerektiğini açıkça ortaya koyuyor. Trump'ın Putin ile yaptığı üç saatlik olumlu telefon görüşmesi ve ardından Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy'ye "Elinde hiçbir kart yok" demesi, sürecin artık müzakere zeminine yöneldiğini gösteriyor. Rusya Devlet Başkanı'nın müzakereler için İstanbul'u önermesi ve Erdoğan'ın merkezi pozisyonu Putin, Erdoğan ve Trump arasında yeni bir diplomatik sinerjinin doğmakta olduğunun işareti olabilir.
-ÜÇ KITANIN MENTEŞESİ ANADOLU'NUN EKSEN ETKİSİ
Türkiye ile Rusya arasındaki yakın temas geçmişte ABD'yi rahatsız etmişti. Ancak Trump döneminin dış politikada pragmatizmi önceleyen yaklaşımı bu temasları bir avantaja dönüştürebilir. ABD yalnızca Atlantik'te değil, Avrasya ve Afro-Avrasya kalpgahında da etkili olmak istiyor. Türkiye'nin jeopolitik konumu, üç kıtanın birleştiği nokta olması nedeniyle bölgede kritik bir rol oynuyor. Washington, bu kalpgaha entegre olmak istiyorsa Türkiye ile işbirliği yapmalı. Bu çerçevede, Trump'ın Erdoğan ile yürütmeyi planladığı çatışma ve işbirliği alanlarını ayıran model olan kompartıman diplomasisi anlam kazanıyor.
-İSTANBUL: YENİ CENEVRE Mİ?
Dünya üzerindeki güç mücadeleleri, Birinci Dünya Savaşı'ndan bu yana farklı yoğunluklarda kıta güçleri ile deniz aşırı güçler arasında sürüyor. Rusya-Ukrayna Savaşı da bu büyük jeopolitik mücadelenin önemli bir parçası. İstanbul'un ev sahipliği yapacağı olası müzakereler, Türkiye'yi küresel dengede "nötr ama etkin" bir aktör haline getirirken Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın liderliğiyse Ankara'yı çok kutuplu dünyanın diplomasi köprüsü haline getirebilir. Rusya-Ukrayna arasındaki kalıcı bir ateşkes ise Türkiye'nin Karadeniz enerji ve lojistik merkezleri, TANAP, TürkAkım ve Zengezur Koridoru gibi stratejik projelerindeki rolünü pekiştirecektir.
İsviçre'nin önemli şehirlerinden biri olan Cenevre, özellikle iki dünya savaşı arasındaki dönemde tarafsız bir ülkenin şehri olarak uluslararası krizlerin konuşulduğu, barışın inşa edilmeye çalışıldığı bir merkezdi. Neticede Türkiye sadece coğrafi değil, diplomatik olarak da dünyanın kesişim noktasında yer alıyor. Eğer İstanbul'daki barış süreci başarılı olursa, bu kadim şehir 21. yüzyılın "yeni Cenevre'si" olmaya adaydır.
[Doç. Dr. Furkan Kaya, Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]* Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.