10 Mayıs 2024 Cuma / 3 Zilkade 1445

690 kadınla röportaj yaptı, Uzakların Şarkısı’nı yazdı

“Osmanlı kültürü diye bir şey olmasaydı benim hayal gücüm kesinlikle güdük olurdu. 18. yüzyıl İstanbul’unda yaşamak isterdim. Bunun için zaman makinesi yapmayı bile düşündüm. Fakat bu mümkün olmadığı için, okumak istediğim romanı yazdım. Romanlar pek ala birer zaman makinesidir aynı zamanda…”

BEHÇET ALVAR11 Ocak 2018 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
690 kadınla röportaj yaptı, Uzakların Şarkısı’nı yazdı
Kaan Murat Yanık genç kuşak edebiyatçılar arasında dikkat çeken bir isim. Kalküta, Butimar ve Uçurtma Mevsimi ile önemli bir okur kitlesi edinen yazar, Everest Yayınları’dan çıkan Uzakların Şarkısı’ndakadınların perspektifinden hayata bakmayı deniyor. Romanın fizibilite çalışması da epey yoğun bir emek gerektirmiş. Öyle ki yazar bu roman için 700’e yakın kadınla röportaj yapmış.
 

lUzakların Şarkısı’nda her şeyden önce derin karakterler var. Bilhassa ikinci bölümde Ruhsar karakteri… Erkek olarak, kadınları anlatırken zorlandınız mı?

Bundan önceki romanımda yani Butimar’da çok katmanlı kadın karakterler yoktu. Uzakların Şarkısı’nı yazmaya karar verdiğimde tıpkı bir kadın gibi, kadınların perspektifinden hayata bakabilir miyim diye epey düşünmüştüm. Bizim edebiyatımızda erkek yazarların kadın psikolojisini tam manasıyla idrak edemediklerine dair açık bir gerçek var zaten ortada. Bu bağlamda işe etrafımdaki kadınlarla röportaj yaparak başladım.  Roman üstünde çalıştığım iki yılı aşkın süre zarfında yüzlerce kadınla röportaj yaptım. Çeşitli soruları sordum. Çoğunlukla şaşırtıcı cevaplar aldım. Hemen yer yaş grubundan totalde 690 kadın. En başta annem ve çevremdeki kadınlar…

l Nasıl bir sonuç çıktı ortaya?

Bunun cevabını sistematik olarak romanın kurmacasına yedirdim fakat genel anlamda şöyle bir yanıt verebilirim: Kadınlar, birçok yönden erkeklere göre daha üstünler.  Bunun başlıca sebebi, algı güçlerinin yüksek olması. Sezgi yetileri müthiş. Bu bakımdan erkeklerin görmedikleri, nüfuz edemedikleri bir dünya algıları var. Korku, bunların başlıcası mesela. Kadın hem fizyolojik, hem de psikolojik olarak karmaşık bir yapıya sahip olduğu için her kavramın onlardaki yansıması farklı oluyor. Teferruatlar da…

l İlginç… Romanı yazmak için birçok ülke dolaştınız. Bu ülkelerin bir bölümü Avrupa’da. Zaten romanda keskin bir şekilde Doğu-Batı çatışmasını ve bu bağlamda çelişkileri işlemişsiniz. Batı sizin için nedir?

Doğu-Batı çatışmasını deşmeyi seviyorum. Bunu her şeyden evvel bir Doğulu olarak yapıyorum. Takdir edersiniz ki işe Doğu’nun kültürel örtüsüne bürünerek yaklaşmak nesnel olmuyor. Bu bakımdan üç farklı perspektif üç pencereden bakıyorum. İlki Doğulu nazar, ikincisi Batılı, üçüncüsü ise objektif bakış açısı…
Bu perspektifleri görüşleri farklı olan karakterler üzerinden veriyorum. Monologlar ya da diyaloglar yoluyla. Bence Batı, sandığımız kadar iyi ya da sandığımız kadar kötü değil… Mesele bambaşka. Batı’nın temelinde Doğu, Doğunun çatısında Batı var. Endülüs, Helen, İran ve Anadolu medeniyetlerinin suları büyük bir okyanusta birbirine karışmış durumda. Ama bugünkü Batı, medeniyet yerine siyaset üzerinden bakıyor Doğu’ya. Bunun içinde iktisadi boyutta var.

l Romanda çok tatlı bir İstanbul ve Osmanlı var...

Osmanlı kültürü diye bir şey olmasaydı benim hayal gücüm kesinlikle güdük olurdu. 18. yüzyıl İstanbul’unda yaşamak isterdim. Bunun için zaman makinesi yapmayı bile düşündüm. Fakat bu mümkün olmadığı için, okumak istediğim romanı yazdım. Romanlar pek ala birer zaman makinesidir aynı zamanda…

l Romanın bazı bölümleri psikolojik-gerilim tadında. Hem modern zamanların, hem de geçmişin psikolojik röntgeni var romanda. Nasıl bir çalışma yöntemi sonucu oldu bu durum?

İnsanları gözlemlemeyi, kendimi onların yerine koymayı seviyorum. Geçmişteki insanların dertleri ile bizimkiler arasında yüzlerce organik bağ var. Ben zaten tarihi romanlarda var olan padişah veya harem etrafında yoğunlaşan kurguları sevmiyorum. Benim işim sıradan insanların hayatın doğal seyri içinde yayılmış olan sıradan hayatları… Bu manada mekan, zaman ve olayların tanzimini yapıyorum.

l Romanın her iki kısmında da müthiş bir aşk var ve bunlar üçüncü bölümün sonunda birbirine bağlanıyor. Aşkı hem Doğulu hem de Batılı olarak ele alıyorsunuz. Başka kavramlara yaklaştığınız gibi… Tabii işin psikolojik boyutu da var. Ne dersiniz?

Uzakların Şarkısı’nda aşkın birçok boyutunu irdeledim. Doğu’nun yani klasik anlatının figürleri, motifleri ve kabulleniş biçimlerine dokunmaya çalıştım. Elbette aşkın ontolojik çehresi veya Freudyen tarafı da var. Bunları aynı potada mayalayıp ortaya bambaşka bir aşk algısı çıkarmak hoşuma gidiyor.

l Bir de renk meselesi ve zamanda yolculuk fikri var... 

Romanın ikinci bölümünde her insanın, her ruhun bir rengi olduğunu söylüyor Ruhsar. Yani insanların belli özelliklerini tespit edip onu bir renge ait hale getiriyor. Bilimsel bir temeli yok bunun. Tamamen kurmacamın bir parçası. Ancak bazı mitolojilerde renk ve ruh arasında bir bağıntı olduğunu biliyoruz. Romayana ve Mahabanata gibi Hint destanları veya Güney Amerika mitoslarında bunların izine rastlamak mümkün.