26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

70 yıl aradan sonra Yavuz’un Divanı

1946 YILINDA ALİ NİHAD TARLAN TARAFINDAN TERCÜMESİ YAPILAN YAVUZ SULTAN SELİM’İN FARSÇA ŞİİRLERİ, ONCA YIL ARADAN SONRA TEKRAR YAYINLANIYOR.

MUHAMMED YILDIRIM11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
70 yıl aradan sonra Yavuz’un Divanı

Bugüne kadar Türk tarihinin henüz yazılmadığı bariz bir gerçektir. Akademya açısından en fazla Mehmed Genç Hoca gibi yazılamadığının ilanını yapacak kaliteye ulaştık. Tarihin bizde “sahte ilim” şekli mevcut. Batıcı devrimlerden sonra devam edegelen İslâm’a karşı nefretin yâhud en hafif tarafı ile İslâm’ı dışlamanın yansımalarından biri olarak tarih kültürü, tarih terbiyesi de bizde ruh köklerimiz ile alâkasız olagelmiştir. Yâni bir dünya görüşü ile ele alınmış tarihimiz yok. Türk duyuşu ile, Türk tefekkürüyle ele alınmış bir tarihimiz yok! Hâl böyle olunca tarihimizde kahramanlarımız, dost ve düşman kutuplarımız belirsizdir, muğlaktır. Fakat sınırımızdaki Yunan’dan tutun Rus’a hatta Amerikalıya kadar hepsinde açıktır bu kutuplar. Ülkemiz içinde ise belli mezhepçi gruplarda bu açıklık vardır. Onların çok reklamcısı oldukları bir “ozan”, birkaç asır evvel dile getirdiği bir “şiir”de, bu ülkenin çoğunluğuna “kâfir” diyor ve “Şâh’ının Frenk’ten (Batı’dan) yesir (yardım) getirerek ‘kâfirleri’ öldürüp İstanbul’a oturmasını (işgâl) istiyor!”...

BATAKLIKTAKİ ESARET

Tabiî burada en başta tartışılması gereken “tarih” nedir? Bir Müslüman için şüphesiz şöyle olması gerekir: “Topyekûn tarih, insanoğlunun tarihi, Allah Sevgilisi’ne yakın ve uzak olanların, Allah’a yakın ve uzak olanların hayat maceralarıdır.”

Bu hayat maceraları içinde Yavuz Sultan Selim Han’ın hayatı, “tarihin en büyük îman devi olan” Türk’ün başbuğu olarak en kıymetli köşeyi tutar. Îman devi ne demek bunu 15 Temmuz Kıyâmı gecesi gördük zannediyorum. Bataklıktaki esâretimizin sona ermeye doğru vardığı şu günlerde O ulu başbuğun kahramanlık tarihimizin zirve noktasında bütün haşmeti ile oturuyor olduğunu bugün daha iyi anlıyoruz. Ümmet olarak O’nun ahlâkına muhtaçlığımızı... Bu anlayış ve özlemdir ki, devasa eserlere O’nun ismini verdiriyor. Yavuz Sultan Selim Han’ın devrinde hakkında yazılan eserlerin, Selimnâmelerin sayısı 20’yi geçiyordu. Zamanımızda ise teknik ve ilim temelli olarak Feridun Emecen’in yazdıklarından başka ele almaya değer nitelikli eser maalesef yoktur. Yahya Kemâl’in Selimnâme’si de zikre değerdir.

Tüm bu eserlere rağmen Yavuz Sultan Selim Han hakkında eksik kalan şeyler var. Bu eksikliklerden en büyüğünü Kökler Derneği Yayınları giderdi. 1946 yılında Ali Nihad Tarlan tarafından tercümesi yapılan Yavuz Sultan Selim’in Farsça şiirleri, onca yıl aradan sonra tekrar yayınlanıyor. Alman imparatorunun 1904 yılında Ulu Hakan İkinci Abdülhamîd’e hediye etmek için husûsî bir çalışma olarak bastırdığı divanın esas alındığı bu eserde, 304 şiir bulunuyor. Eklenen Sultan’a dair bir biyografi ve lügatçe eserin daha kolay anlaşılır olmasını sağlamış.

Bir dehâyı ancak bir başka dehâ yâhud yine kendisi anlatabilir. Bu ölçü ile bakınca Yavuz Sultan Selim Han’ın dış âleme nizam verdiren iç âleminden bizi haberdâr edecek olan yine O’nun şiirleridir. Çoğunluğu şehzâdeliği devrinde yazıldığı zannolunan bu şiirleri okurken görüyoruz ki, “küçük cihad”da olduğu gibi “büyük cihad”da da üstün bir himmet sâhibi, şehzâdeliğinde iken nefs zindanından kurtulup gönül tahtına ulaşmış... Nakşî Sultan’ın mâverâî hummasının ateşi, şiirlerine nurdan akisler hâlinde nakşedilmiş... Etrafına kıvılcım yağdırıcı bir aşk, harâret, hareket ve hamle kaynağı... Sahabî mayasından bir bünye ki, yanan, tutuşan, mütemâdiyen yanan ve asla sönmek bilmeyen ebedî bir aksiyon yolunun yolcusu...  Yalnız bir hamle ve hareket dehâsı; başını bir gâyeye satmış kahraman! Hepsi aşk için...

“Bu seferler, bu at koşturmalar beyhûde değil!

Biz gönülleri toplu bulundurmak için perîşan oluyoruz” diyor bir şiirinde, bütün aksiyonun gâyesini özetleyerek.