26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Akıbet muhakkak muttakilerindir

NEŞE KUTLUTAŞ’IN İLK ROMANI COMPANERO ROSİTA PERULU BİR KADININ, YOKSULLAR İÇİN ADALETİ TESİS ETME GAYRETİYLE GERİLLA SAVAŞINA KATILIŞINI, HAPİSHANEDE İŞKENCELERLE GEÇEN YILLARINI VE BÜTÜN BU ZORLUKLAR SONRASINDA YAŞADIĞI DEĞİŞİMLERİ SADE VE AKICI BİR DİLLE ANLATIYOR.

EMİNE ELİF KOTAN12 Ocak 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Akıbet muhakkak muttakilerindir

Neşe Kutlutaş ile Rosita’nın Peru’da sefalet ve açlığın kol gezdiği mahallelerden, işkencelerle dolu hapishane yıllarına ve sonra Türkiye’ye uzanan hayat hikayesini anlattığı romanı Companero Rosita’yı konuştuk.  

- Rosa’nın hikâyesinde sizi en çok etkileyen, “Muhakkak yazmalıyım” dedirten neydi?

Onu dinlerken hayatını yazmak aklımdan geçen birşey değildi. Aslında biz ondan istemiştik yazmasını. O ise benden beklediğini söyledi. Anne ve babasını anlattığı kısımlar, onların zorluklar karşısındaki metanetleri yüzyılın başındaki dedelerimizi çağrıştırıyordu. Bu sebeple sanki biraz da kendi hikâyemizi dinliyormuşum gibi gelirdi Rosa konuşurken. Haksızlığa ve adaletsizliğe karşı verilen bir mücadelede, karşılaşabilecekleri zorlukları (öldürülmek ve işkence) bile bile yer almış olmaları çok kıymetli bir şey. Angelika’nın Müslüman olup vefat ettiği gece Rosa’nın evinde iftardaydık. Kadir gecesiydi. O ana şahit olmak bu kitabı yazmamın sebeplerinden en önemlisidir. 

- Onunla yollarınız nasıl kesişti, karşılaşmanızın masalsı bir hikâyesi var mı?

İnsanların tanışıklığının da rızık gibi taksim edilmiş olduğuna inananlardanım. Türkiye’ye gelmeden hemen önce Hakan Albayrak vasıtasıyla kendisinden haberdar olmuştuk. Hakan, onun için ev, eşya vs. ayarlamaya çalışırken, ‘Rosa için ne yapabilirim’ diye sormuştum. Hemen her şeyi tek başına halletmeye çalışırken “şefkatinizi esirgemeyin ablacığım, bu yeterli” demişti o da. Geleceği gün, Hakan’ların evinde “Bienvenida”(Hoş geldiniz) pankartları ile karşılamıştık Rosa ve sevgili kızını. Hemen o an birbirimiz için  ‘hermana’ olduk. Daha sonraları Hakan’a verdiğim söze hep sadık kalmaya çalıştım. Birbirine yakın mahallelerde oturduk yıllarca. Ramazan’da iftarların birçoğunda beraberdik. Hemen her bayramın ilk gününü birlikte geçirdik. Masalsı bir yanı var mıydı bilemem ama hermanayı tanımak çok güzeldi.

- Yoksulluk, adalet, hikmet, hakikat, tevekkül; Rosa’nın hikâyesini okurken bütün bunları tekrar tekrar sorguluyoruz. Bu kelimelerle ve neredeyse dünyanın çivisinin çıktığı bir zaman olan günümüzdeki karşılıklarıyla ilgili neler söylemek istersiniz?

Zorluklar başkalarının hayatında, yani bizden bakıldığında seyirlik bir durum olduğunda sıkıntı yok. En fazla öfkelenip yardım organizasyonlarına katkı vermekle alâkalı bir durum gibi görünüyor. Ama şahit olduğunuzda, onu yaşamış bir insanın hayatına dokunduğunuzda size de sirayet ediyor. Kendi yaşadığınız zorlukları hatırlıyorsunuz. Üzerinden çok da fazla zaman geçmemiş olan ve dışarıda bırakıp hayatınıza devam ettiğinizi zannettiğiniz şeyler üşüşüyor kafanıza. İnsanın yeryüzündeki varlığı uğraşmak ve yorulmakla kayıtlı. İnsan olarak aslında kim olduğumuzu belirleyen hususlardan biri bu durumu nasıl karşıladığımızla alâkalı. İster kendi hayatımızda olsun ister şahitlik etmiş olalım. Mesuliyet, imkânımız nispetinde bizim yakamızdan yapışıyor. Bunu Hesap Günü’nden önce fark etsek iyi olur.

Dünyanın çivisinin çıktığı yerlerini düşündüğümüzde bu zikrettiğiniz şeylerden bizim payımıza galiba en çok yoksulluk düşüyor. Diğerlerinin mevhum olarak manasını henüz kaybetmiş değiliz. İnşallah bir gün karşılaşmak da nasip olur. Onlar yitiklerimiz çünkü.

- Hakikat ve hikmete ulaşmanın bir yolu, ön şartı, reçetesi var mıdır? Rosa’ya nasip olan herkese olabilir mi?

İtikadî mezheplerinin çıkış sebeplerinden biri de bu sorduğunuz soru ile alâkalı. Selim fıtratı muhafaza etmekle alâkalı bir zemini olabilir. Fıtri hidayet sahiplerine Allah teşri hidayeti de nasip ediyor diye düşünüyorum ama mevzuyu ehline bırakmakta yarar var.

- Rosa’nın hikâyesinde onu harekete geçiren ve arayışa götüren gücün kötülüğe karşı iyiliği hâkim kılma çabası ve umut olduğunu görüyoruz. Halep ve Suriye’de perişan olan, dünyanın her yerinde acımasızca katledilen milyonlarca masum insana rağmen adaletin adaletsizliğe, iyiliğin kötülüğe galip geleceğine olan inancımızı nasıl taze tutabiliriz?

Akşama veya yarına çıkmanın mümkün olamayacağını düşündüğümüz zamanlarımız olmadı mı hiç? Yiyeceğimizin, kalacak yerimizin olmadığı zamanlarımız? Bu dertten de kurtulmak nasip olur mu dediğimiz şeyler? Benim oldu. Bugünlere geldik.

“Irzımız çiğnenmesin diye Halep’ten çıkıyoruz, bombadan korktuğumuz için değil” demişti bir kardeşimiz tahliye esnasında. Bu ihlal ve zalimlik ekserisi Müslüman yurtlarında olmakla birlikte dünyanın hemen her yerinde yaşanıyor. Güçsüzler benzer endişelerle korkarak yaşıyor. Bunlar sınanma günleri. Kaybedenler ve kazananlar olacak. Bir gün galip gelmeyi kastetmiyorum. Hatta galip gelmenin zehirleyici bir yanı da olabilir. Bunu geçelim.

İsmet Özel’in mısraları geliyor aklıma: “Kardeşler!” deseydim “Kardeşlerim!”/ “Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Hazır olmak gerek. Neye hazır olmak; herşeye. Panik odası hazırlamaktan söz etmiyorum; makarna ve yağ biriktirmekten de. Yaşanmakta olanları kim nasıl bir tehdit veya tehlike olarak algılıyorsa ona uygun bir hazırlık içerisinde olmalı. Rosa’nın mücadelesi, insan hayatına ilişkin korunması gereken sınırların yok edilmesi üzerine yaşamayı mümkün kılacak bir zemin, bir toprak arayışıydı. Akşam evine dönebileceği, çocuğunu büyütebileceği yaşayacağı bir yer. Bu ihlaller farklı biçimlerde her zaman olacak ve oluyor da. Bazen zulüm bazen iyilik öne çıkacak. Savaşanların, kaçanların, susanların, yardım edenlerin ve yüz çevirenlerin mazeret öne sürenlerin zulmedenlerin ve cehennem insanlarının ortaya çıkması için bunlar olacak. Allah’ın (Azze ve Celle) “Akıbet muhakkak muttakilerindir” mübarek sözünü hiç unutmamamız lazım.

Burada sadece bir husus beni endişelendiriyor, aymazlık. Eskiden öncelik fıkhı denilen bir şeye sahiptik. İmkânlarınızı doğru kullanmaya yarayan bir tasnif ile belirlerdiniz meselelerinizi. Tek başınıza kaldıysanız bu hususlar hiç canınızı sıkmasın, herşey için geçmiş olsun çünkü. İyilik üzere birlikte yaşayan topluluklar olarak kendimizi muhafaza edebilmemiz gerekiyor. Ahlâk sahibi olmayanların aramızda kendine bir yer bulamaması lazım. O kadar temiz olmalıyız ki bizim yanımıza yaklaşamayalar işte bunlar ahlâksızlar diye gösterilmeli. Bunun yolu yöntemi ve nasılı uzun meseleler. Ama inanın akşamdan sabaha mümkün. Ömer Radıyallahu anh Resulullah’ın (sav) canına kast etmek üzere evden çıktı Müslüman olarak karşısında diz çöktü. Allah'a iman edenlerin Kızıldeniz’in yarıldığını görenlerin imkânsızlık veya kötülüğün kesifliği üzerinden bir yılgınlık üretmeleri yakışık almaz. Müminun suresini çokça okumak ve manası üzerinde tefekkür etmek bir Müslüman olarak beni dinç tutuyor. Bizi kederlendiren daha iyi ve doğru yapılmasının doğru olduğunu düşündüğüm hususlar var elbet. Ama kendi ülkemden umudumu hiç kesmedim. Burada yaşamayı Allah’ın imandan sonraki en büyük nimeti olarak görüyorum. Şükrünü eda edebilmeyi nasip etsin inşallah. Bu benim için şu demek; bu ülkenin iyilik üzere kalmasını temin ettiğimiz sürece yeryüzünün bir kalbi ve vicdanı olduğunu düşünmeye devam edeceğim. Kötülüğün işte o zaman kaybedeceğini göreceğiz.

Selam aleyküm.