26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Attila’yı nasıl bilirdiniz?

CHRİSTOPHER KELLY, BİR YANDAN HUNLARIN KÖKENLERİNE İLİŞKİN TARTIŞMALI TARİHİ BİLGİLERİ YENİDEN ELE ALIRKEN DİĞER YANDAN ATTİLA VE HUNLAR HAKKINDAKİ BATILI EZBERLERİ, ROMA’NIN SARAY ADAMI OLAN PRİSCUS’UN ANLATIMIYLA TARTIŞMAYA AÇIYOR.

ŞAHİN TORUN8 Aralık 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Attila’yı nasıl bilirdiniz?

Attila hakkında bildiğimiz birçok kaynak var aslında. Sözgelimi uzunca bir zamanın efsane kitabı niteliğindeki G. Gardonyi’nin  çalışması; Tanrının Kırbacı Attila’yı örnek verebiliriz. Hakeza çokça bilinen G.Nemeth’in Attila ve Hunlar adlı kitabını, M. Neagoe’nin Timur ve Cengiz Han’ı da incelediği Üç Bozkırlı adlı daha çok popüler tarih okurlarının bildiği kitabını, M. Brion’un yine aynı biçimde popüler kitaplar arasında duran Tanrının Kılıcı: Attila adlı kitabını, tarihe dair stratejik çözümlemeler yapan W. Roberts’in Attila’nın Lidelik Sırları adlı kitaplarını sayabiliriz. Bu kitaplara ek olarak bir de çok özel okurları dışında fazlaca bilinmeyen Peyami Safa’nın Attila adlı romanından söz edebiliriz.

C. Kelly’nin kitabının son bölümlerinde geçen III.Valentinianus’un kardeşi Honoria ve Attila İlişkisini okurken Peyami Safa’nın hızlı ama bir o kadar da içi dolu Attila’sını ve Onorya’yı hatırlamamak elde değil elbette. Sürgün kraliçe Galla Placidia’nın tek kızı, Attila’ya yüzüğünü gönderen hırslı ve akıllı bir kadındır Honoria/Onorya. O kadar ki, Safa’nın romanına bakacak olursak, Onorya Attila’nın Doğu’dan Batı’ya kadar Roma’ya yaptığı tüm seferlerin de yegane sebebi gibidir.

Attila’ya Batı’dan bakan kimi araştırmacıların onu ‘Tanrının Kılıcı’ ya da ‘Tanrının Kırbacı’ olarak tarif etmeleri ise oldukça düşündürücü. Zira ona yüklenen bu imgeler, Batılıların gözünde de onu Tanrısal bir terbiyenin aracı haline getiriyor. Bu bakımdan Romalı tarihçi Marcellinus’tan Homeros’a, Herodot’a, Vegetius’a ve C.Kelly’nin çokça faydalandığı Romalı devlet adamı ve tarihçi Priscus’a kadar pek çok tarihçinin Attila’yı kimi zaman gizli kimi zamanda açık biçimde tam bir kabalık içinde tarif etmeye uğraşırken aynı zamanda bir kıskançlık ve hayranlıkla ele alışını sanki derinde kalan bir yarayı sürekli kaşımak gibi değerlendirebiliriz.

ÖTEKİ İÇİN İLK YALAN

Kendilerinin dışında saydıkları insanlar için ilk yalanı Homeros söyledi belki de; o kadar ki, kylopları anlatırken sözgelimi ya da Odysseia’da anlattığı hem açgözlü hem acımasız hem de çirkin Polyphemus’u tek gözüyle nitelendirirken... Homeros’un kurup kurguladığı bu yalanı gün geldi Herodotos İskitleri kötüleyerek sürdürdü. O kadar acımasız, çirkin ve vahşiydiler ki İskitler, ölümüne sürdükleri atlarının üzerinde bir yandan daha nerelere saldıracaklarını düşünürken bir yandan da öldürdükleri düşmanlarının kafataslarından şarap içerek çirkin zafer naraları salıyordu.

Sonra bu kadim yalanı Marcellinus adlı Romalı bir başka tarihçi sürdürdü ve şöyle yazdığı geçti tarihin kayıtlarına;  ‘... Öylesine çirkin ve çarpıktırlar ki, iki ayaklı canavarlar veya köprü korkuluklarına konulmak için ağaç kütüklerden kabaca yontulmuş heykel sanılabilirler. Ne kadar tiksindirici olsalar da insan biçimindedirler, fakat yaşam biçimleri o kadar vahşidir ki, ne ateşe ne de lezzetli yiyeceklere ihtiyaç duyarlar; sadece yabani bitkilerin köklerini ve her tür hayvanın yarı çiğ etini yerler. Bu etleri de azıcık ısıtmak için kalçaları ile atlarının sırtları arasına yerleştirirler. Başlarını sokacak binaları yoktur ve günlük hayatlarında binalardan mezarlarıymış gibi uzak dururlar. Çoğunlukla dağlarda ve ormanlarda amaçsızca dolaşır ve daha beşikteyken soğuğa, açlığa ve susuzluğa dayanmayı öğrenirler. Keten bezinden veya tarla faresinin derilerinin bir araya getirilip dikilmesiyle yapılan elbiseler giyerler....’ 

Homeros’tan Herodotos’ a ve ondan da Marcellinus’a dek süren bu kadim yalan başka bir anlamda da kendilerini kendilerinde olmayanlardan ayrı ve üstün gören Yunan ve Roma kalıtının hep süregelsin ve öylece kalsın istedikleri bir çirkin algının da temelini teşkil etmekteydi. Bu temele göre bırakın Hunları, bu çirkin topluluğun atları bile çirkin ve korkunç yaratıklardı. Başları eğri, gözleri pörtlek, burunları dar, kaburgaları aşırı büyük, toynakları alabildiğine geniş, kuyrukları ve gür yeleleri korkunç olsun diye taranmış, zayıf bedenli, tıpkı yarı hayvana benzeyen binicileri gibi garip yaratıklardı.

BİR STRATEJİ USTASI

Oysa gerçek hiç de böyle değildi, Mundiuch’un oğlu Attila her şeyden önce bir kralın oğlu olarak doğmuş,  biri latince diğeri gotça olmak üzere iki dil bilen, tam bir strateji ustasıydı ve bütün başarısını da öncelikle bu ustalığına ve sabrına borçluydu.  Hiç de hinoğlu hin olmayan bir kraldı Attila. Dünyanın ve kendi gerçekliğinin farkında olan, yakın çevresinde olup bitenleri sürekli olarak izleyen düşünen, hile ve entrika kurmaktan çok, büyük topraklarda dönen hile ve entrikalardan yararlanan, fetihçi olmaktan öte bir rahatsız edici ve rahatsız ettiklerinin korkularından yararlanmasını bilen alışılmamış bir devlet adamıydı.

Şimdilerde Alfa Yayınları Tarih dizisinden çıkan Christopher Kelly’nin çalışması Attila, Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü adlı kitap, Attila’yı tam da olduğu gibi yeniden anlatması bakımından hayli önem taşıyor. Turhan Kaçar çevirisiyle yayımlanan kitap, adeta bir romanın bölümleri gibi birbirine eklenen üç bölüm boyunca bir yandan Hunların kökenlerine ilişkin tartışmalı tarihi bilgileri yeniden ele alırken öbür yandan da Attila ve Hunlar hakkındaki Batılı ezberleri, Roma’nın saray adamı olan Priscus’un anlatımıyla tartışmaya açıyor.

Böylece hayatları seleflerine ve haleflerine entrika kurmakla geçen Doğu ve Batı Roma imparatorlarının karşısında tam bir söz ve prensip adamı olarak duran Attila’nın nasıl da hak edilmiş bir kılıç ya da kırbaç darbesi olarak Roma’nın suratına düştüğü daha net bir biçimde ortaya çıkıyor...