11 Mayıs 2024 Cumartesi / 4 Zilkade 1445

Batı için ‘liberal demokrasi’ parantezi kapanmak üzere

Halime Kökce: “ AB’nin özellikle siyasi aktörleri açıktan PKK taraftarı bir pozisyona geldi. Yolun başında Kürt sorunu ve PKK sorunu için bir çözüm perspektifi olarak görülen AB, artık çözümsüzlüğün sebebi.”

HALE KAPLAN ÖZ13 Temmuz 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Batı için ‘liberal demokrasi’ parantezi kapanmak üzere

Gazetemizin köşe yazarı ve yayın danışmanı Halime Kökce’nin geçtiğimiz ay iki kitabı birden yayınlandı. Görüş Yayınları arasından çıkan Türkiye’ye Ayak Uydurmak’ta, bir gazetecinin, Türkiye’nin sıkıntılarla dolu ve bir o kadar da müjdeleyici gelişmelerin yaşandığı son beş yılına şahitliğini okuyoruz. Kopernik tarafından yayınlanan Ak Parti ve Kürtler ise yazarın yüksek lisans tezinin genişletilmiş versiyonu. Kökce, ilk baskısı 2011 yılında yapılmış olan kitaba genişçe bir önsöz yazmış. Bunun sebebi kitabın yazıldığı dönem ve bugün arasındaki siyasal-toplumsal farklılıklar. Tanzimat’tan bugüne Kürt sorunun tarihi, Kürt kimliğinin siyasallaşma süreci, Kürtlerin İslam ile olan ilişkisi, Erdoğan’ın “Siyasi hayatıma mal olsa da” diyerek başlattığı Çözüm Süreci’nin neden akamete uğradığı ve liberal iyimserlik ikliminden bugüne nasıl gelindiği kitabın  tartıştığı öne çıkan başlıklardan bazıları.

- 2000’lerin başındaki iyimser hava ve etnik temelli sorunların çözümüne dair inanca hatırlatma ile başlıyor kitap. Siz bu kitabı yazmaya başladığınızda hava buydu. Sonrasında neler oldu, bu kadar kısa bir süre içinde nasıl bir kırılma yaşandı tüm dünyada?

Liberal iyimserlik döneminde bizim de içinde olduğumuz İslam havzasında Bush ve Irak savaşının kötü hatıraları son derece iyi ambalajlanmış Obama imajıyla silindi. Arap Baharı dediğimiz sürecin hazırlık aşamasıydı belki de o iyimserlik. Ve bugün artık son derece sert şekilde görünür olan İslam düşmanlığını örten bir tül işlevi gördü o hava. Her şeyin yolunda gittiğini zannettiğimiz, ABD Başkanı’nın neredeyse gizli Müslüman ilan edildiği o dönemde de çok ciddi bir mücadele vardı. Zamanla mücadele çatışmaya evrildi. Evimizde, evimizin önünde vekalet savaşları yahut darbeler şeklinde sahneye kondu.

- Batı dünyası da karışık artık, öyle değil mi?

Evet, şimdi artık “liberal Batı” dünyası kendi içinde ciddi kırılmalar yaşıyor. Öyle böyle değil hem de. Fransa’da iki terör saldırısının OHAL uygulamasını hayatın normali haline getirdiğini gördük. Hakeza İngiltere terör karşısında OHAL uygulaması denilebilecek sıkı tedbirler alma yoluna gidiyor. Son Hamburg olaylarının Alman basınında nasıl yer aldığını izledik hep birlikte. Gezi kalkışmasından bu yana gözünü Batı medyası gözünü Türkiye’ye dikmişti. Uzunca bir süredir Türkiye dört farklı terör örgütünün eş zamanlı saldırısı altında olmasına rağmen haberlerinde ve yorumlarında halkın ve devletin güvenliğini değil eylemcilerin argümanlarını öne çıkartan Alman basını Hamburg olaylarında polise teşekkür edebiliyor. Türkiye’deki her sokak olayında devleti suçlayan Alman Yeşiller Partisi, Hamburg olaylarında göstericileri suçluyor. 15 Temmuz anma etkinlikleri için Türk bakanlara izin vermiyor. Bu trend devam ettiği müddetçe Batı için “liberal demokrasi” parantezi kapanacaktır. Süreç bunu gösteriyor. Dolaysıyla Batı’nın bize ve bizcileyin toplumlara liberal değerler üzerinden getirdikleri eleştirileri de daha az duyacağız çünkü giderek daha çok güvenlikçi politikalara yaslanmış bir Batı söz konusu. Bugün bize karşı kayırdıkları ve kullandıkları örgütlerin Almanya muhalefetinde de etkin olduğunu biliyoruz. Avrupa kullanırım nasılsa dediği bu yapıların da tehdidi altında aslında.

- Türkiye merkezli düşünürsek peki, dönüşümün ana eksenini ne oluşturuyordu? Söz konusu iyimserliğin faturası ne oldu?

Ak Parti ve Kürtler kitabı sözünü ettiğim iyimser havanın hakim olduğu dönemde başladığım master tezinin kitaplaşmış hali. İlk basımı ve yeniden basımı arasında geçen zaman zarfında o iyimser hava tümden dağıldı ve yerini son 4-5 yılda biz gazetecilerin çok yakinen şahitlik ettiğimiz Türkiye’nin varlık yokluk mücadelesi verdiği oldukça zorlu ve bugüne kadar emsali yaşanmamış yeni bir döneme bıraktı. Türkiye’nin kendi istikametinin Batılı ülkelerin menfaatlerince tayinini liberalizm olarak adlandıran kesim başladı önce homurdanmaya. “Hükümete liberallerin desteği sona erdi” diye yazılar yazıldı, haberler yapıldı. Hükümetin, Türkiye sosyolojisinde ve siyasetinde karşılığı olmayan ama Batı ile ilişkileri derin olan ve bu yüzden de sesi çok çıkan bu kesimin desteğini kaybedince meşruiyetini de kaybettiği algısı oluşturulmaya çalışıldı.

Akabinde FETÖ savaş açtı. Takip eden dönemde PKK saldırılara başlayarak çözüm sürecini bitirdi ve kabus gibi geçen iki yılın sonunda da malum 15 Temmuz darbe-işgal girişimi yaşandı. Çözüm süreci sırasında yüz dereden su getirenler, bu sefer de “liberal iyimserlikteki” o günlere öykünen cümleler kurmaya başladılar. Devletin ve halkın güvenliğinin tehdit olduğu yerde “PKK’yı devletin şiddetinden korumanın” bir yolu olarak akademisyenler bile devreye sokuldu. PKK ağzıyla “katil devlet” bildirileri yazıldı, imzalandı...

- Kürt sorununun anahtarı olarak Avrupa Birliği’nin göründüğü ama sonrasında bunun aslında bir engel olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Bugün gelinen noktada Avrupa’nın etnik ve mezhep temelli marjinal gruplara sağladığı destek göz önüne alındığında bu fotoğrafı çok daha net görebiliyoruz. Bu gruplarının lobileri ülke siyasetlerini güçlendirecek denli etkin mi?

Doğrusu bugünden geriye bakınca Avrupa Birliği’nin Kürt sorunun çözümünün önündeki en büyük engel olduğunu görüyoruz. AB Kürt sorununu tüm taraflar için çözecek bir demokrasi seviyesi olarak görüldü ama sonradan anlaşıldı ki AB perspektifinden örgütün anladığı tek şey özerklik. Demokrasiyi ve AB sürecini özerkliğe hamletmişler. Ve günün sonunda AB’nin özellikle siyasi aktörleri açıktan PKK taraftarı bir pozisyona geldi. Yolun başında Kürt sorunu ve PKK sorunu için bir çözüm perspektifi olarak görülen AB bizzat çözümsüzlüğün sebebi haline geldi.

- Çözüm Süreci, 22 Temmuz 2015’de Şanlıurfa’da iki polisin şehit edilmesiyle sona erdi. Ardından gelen “hendek savaşı” bölgede yaşayan Kürtler tarafından desteklenmedi. Batı’daki seçmenle sekülerlik, Doğu’dakiyle milliyetçilik paydasında buluşan HDP bu siyaseti hayata geçirirken nasıl bir stratejik hata yaptı , neyi hesap edemedi?

En büyük hatası HDP’ye verilen siyasi desteği örgüte verilen destek olarak okumasıydı. Çözüm sürecinin ılımı ikliminde PKK’nın toplumsallaşması için çok çalıştı HDP. Bazı yerlerde yüzde 90’larda oy aldı ve bunun, hendek terörüne yani Türkiye’nin Güneydoğu’sunu Suriyelileştirmek politikasını destek anlamına geldiğini zannetti. Kendi ideolojik katılıklarını halkın geneline teşmil etme hatası yaptı. Bir de tıpkı FETÖ’cüler gibi Batı’nın desteğini fazla abarttılar ve Türkiye’nin gücünü de azımsadılar. FETÖ’ye bel bağlamışlardı. FETÖ kaybedince PKK da kaybetmiş oldu.

- Erdoğan’ın 2005’te Diyarbakır’da yaptığı konuşma ile başlayan Çözüm Süreci’nin sonunun bu noktaya gelebileceği sizin için öngörülebilir miydi? Bundan sonrası muhtemel çözüm hakkında ne söyleyebilirsiniz?

Doğrusu çözüm süreci boyunca hep işkillendim. Bu işi ABD’ye rağmen yapmaya kalkmanın yani kendi sorunumuzu kendimiz tek başına çözebiliriz yaklaşımın çok da kolay olmayacağı ortadaydı. ABD’nin desteği değil de engeli varsa hele ilerin epey karışacağı muhakkaktı. Suriye’deki isyanın iç savaşa dönüşmesi ve PKK DEAŞ denklemi Türkiye’nin DEAŞ’a yardım eden ülke olarak etiketlenmesi çabası falan zaten bu sürecin doğrudan Türkiye’yi ve çözüm ümidimizi hedef aldığını ortaya koydu. Hele de devletin en kritik sac ayağında FETÖ gibi bir virüs varken çözüm ümidini fazla iyimser buldum.

Şu da beni hep endişelendirdi; çözüm sürecince Diyarbakır başta olmak üzere Doğu ve Güneydoğudaki bazı illere gidip geldiğimizde, üretilen söylemin, üslubun hiç de çözüm süreciyle uyumlu olmadığını fark ediyorduk. Kürtlere savaş nizamında yaşamayı telkin eden bir söylem dolaşımda tutuluyordu. Bu iş kolay olmayacak diyorduk. Ama Suriye vasatına, ABD-PKK-HDP-FETÖ-CHP-Avrupa’ya (başka aktörler de sayabiliriz) rağmen Kürt halkının, devletinin yanında yer almasında çözüm sürecinin olumlu etkisi olduğunu söyleyebiliriz.

- Bir diğer kitabınız Türkiye’ye Ayak Uydurmak da yeni çıktı. O da son beş yılın siyasi bir envanteri gibi. Bu gerilimli dönemin şahitliğini kalemiyle üstlenmek nasıl bir motivasyon ve sorumluluk bir yazar için?

Evet tam da Ak Parti ve Kürtler’in yazıldığı iyimserlikten sonraki sert iç ve dış mücadelenin yaşandığı dönemde kaleme alınmış bazı yazılardan oluşuyor kitap. Bir gazeteci ve Türkiye’nin kaderiyle kendi kaderini ayrıştırmayan bir birey olarak benim imtihanlarla, derslerle dolu bir dönem oldu. Türkiye’nin ikinci kez bağımsızlık mücadelesine şahitlik ettik. Kitabın adı biraz da buna işaret. Türkiye’ye ayak uydurmak Türkiye’nin kaderini kendi kaderimizden ayrı tutmamak demek.