10 Mayıs 2024 Cuma / 3 Zilkade 1445

Bir gayret ve fedakarlık timsali

Eazım-ı ricâl-ı devletin, akademisyenlerin, muhacirlerin ve milliyetçi geçinenlerin çok azı Bilal Şimşir’i önemsese tarih ve hariciye perspektifimiz çok daha farklı olurdu.

İSMAİL KÜÇÜKKILINÇ4 Kasım 2017 Cumartesi 07:00 - Güncelleme:
Bir gayret  ve fedakarlık timsali
Her TÜYAP Kitap Fuarı’nda hiç tarih malumatı olmayan bazı ekran yüzlerinin imza günlerinde metrelerce kuyruk olurken ismi caddelere, okullara verilecek derecede bu millete ve memlekete hizmet etmiş bir Türk büyüğü olan Bilal Şimşir’in masasına imza için çok az okuyucu gelir. Bu hem muhacirlerin hem de eğitim sisteminin temel bir problemi ve ayıbıdır. Fakir her defasında Şimşir Hoca’ya bir kitap imzalatır. Son fuar ziyaretimde de Bilgi Yayınevi standında Bilal Şimşir hocayı görünce birkaç kelam etmek istedim. Okuyucularla uzun mükâlemeden hazzetmediğini, imtina ettiğini zannettiğim hoca iltifatkâr görünen ama hakikatin bizatihi kendisi olan sitayişkâr sözlerimden memnuniyet duymuş olmalı ki takriben 10 dakika kadar sohbet ettik, fotoğraf çektirdik. Ben kendilerinin Rumeli’den Türk Göçleri unvanlı eserinin parayla, emirle, vazifeyle yazılamayacağını hatta geçmişini unutmayan yaralı bir muhacir olmanın bile böyle ağır bir yükün altına girmeye kifayet etmeyeceğini; bu eseri hazırlamak için bambaşka bir aşkın, endişenin, korkunun, hedefin ve yaranın olması gerektiğini söyledim. Bulgaristan muhaciri oluşundan ve ailesinden yola çıkarak başka tespitlerde de bulunduğum Şimşir soğukkanlılığına rağmen memnuniyetini izhar etmeye mani olamadı. Bilal Şimşir’in muhafazakâr bir aileye mensubiyeti, çocukluğunda dini eğitim almış,  “Müslüman” kimliği sebebiyle katliama maruz kalan Tuna ahalisinden ve anne tarafının ilmiyeden, baba tarafından da şehit torunu oluşu İslâm’a saygısını korumasına yardımcı olmuş, bunu da büyükelçilik yaptığı ülkelerde muhafazakâr vatandaşlara da aynı sıcaklıkta ilgi göstererek ispatlamıştır. Muhtemelen bu veçhesi hocanın kendisini, ait zannettiği muhitin de bihakkın takdir etmesine de mani olmuş.
 
Bilgi Yayınevi’nden çıkmış kitaplarının çoğu bende mevcut, mevcut olmayanlara da merak mefkud olduğu için gidip TTK yayınlarından çıkan Lozan Telgrafları unvanlı kitabını alıp getirerek kendisine imzalattım. O esnada imza günü olan yayınevi yazarları gibi Şimşir de Kemalist veya Atatürkçüdür. Atatürkçülük ve Kemalizme tabiatıyla mesafeli bir İslamcı olarak Şimşir’e olan hürmetim câlî veya ıztırarî değil, samimî, hakikî ve iradîdir. Şimşir gibi insanlar hangi inanç ve görüşe sahip olursa olsun milletin müşterek kıymetlerindendir. 
 
TEK KİŞİLİK ORDU
 
Benim takip ettiğim İslamî ve İslamcı çizgi maalesef Bilal Şimşir ayarında bir insan çıkaramamıştır. Yakın zamana kadar Rumeli muhacirleri alaka sahamıza da girmiyordu. Müstakil ve detaylı bir çalışmayı hak eden Makedonya’da Müslüman Direnişi- Yücelciler 1947 (İstanbul: İnsan Yayınları, 1991) isimli hatıratında da Mehmed Ardıcı Makedonya’daki Türklerin maruz kaldığı mezalime Türklerin duyarsızlığına İslamcı bir Türk olarak isyan etmektedir. İstitrad kabilinden söylemek icap ederse Mehmed Ardıcı başka bir ülkenin ferdi olsaydı herhalde hakkında birkaç araştırma yapılmış, hayatı filme alınmış olurdu. Hazindir, hakkında araştırma yapanlar da dâhil hiçbir Kemalist-ulusalcı-laik de Şimşir’i bihakkın takdir edememiştir. Onlar, Şimşir’in hep Mustafa Kemal hakkındaki çalışmalarını öne çıkarmışlardır. Şimşir, nev’i şahsına münhasır bir gayret ve fedakârlık timsalidir. Eazım-ı ricâl-ı devletin, akademisyenlerin, muhacirlerin ve milliyetçi geçinenlerin çok azı Şimşir’i önemsese tarih ve hariciye perspektifimiz çok daha farklı olurdu. Şimşir, adeta “tek kişilik ordu”dur. 
 
TARİH YAPILIRKEN…
 
Şimşir’in büyükelçilik yaptığı ülkelerdeki gözlemleri de dikkat çekicidir. Bayram Kodaman’ın hazırladığı Bilal N.Şimşir Armağanı- Tarih Yapılırken Uyuyamam (Ankara: TKAE, 2010) unvanlı kitapta yer alan ve Avustralya ve Güney Pasifik Ülkeleri Türkiye Büyükelçisi sıfatıyla yaptığı şu tespitler hayli dikkat çekicidir:  “Avustralyalılar, kendi ülkelerinde dünyanın en yaman çevrecileridir. Kendi ülkeleri Avustralya’nın taşına, toprağına, ağacına çiçeğine, kurduna kuşuna, hatta yılanına çıyanına kanat gererler. Avustralya ağacından, izinsiz bir yaprak koparamazsınız, Avustralya çölünden bir avuç kum alamazsınız. Yararlı böceklere zarar vermemek için, Büyükelçiliğinizin bahçesini zararlı haşarata karşı ilaçlatamazsınız; bahçenizde gördüğünüz bir yılana bile dokunamazsınız, dokunmak için önce çevreci kurula bunu gösterip izin almanız gerekir!...Yabancı ülkelerde ise Avustralya şirketleri, dünyanın en acımasız çevre düşmanıdırlar. Papua Yeni Gine’de ve diğer bazı Güney Pasifik ülkelerinde Avustralya şirketlerinin çevreyi ve en verimli toprakları nasıl mahvetmiş olduklarını gözlerimizle ve hüzünle gördük”. 
Cumhuriyet Tek-Parti Rejimi maalesef Yurtdışı Türkleri hepten unuttuğu gibi eğitim sisteminde de onları yok farz etmiştir. Şimşir’in Türkiye’ye hicret ettikten sonra liseyi okuduğu Çanakkale’de şahit olduğu hadise bu içler acısı durumu net şekilde ortaya koymaktadır: “Gelibolu’dan kalkıp Çanakkale lisesi müdür yardımcısına çıktım. Son sınıfa kaydım yapıldı. Ucu ucuna yetişmişim. Ders başlamış. Müdür yardımcısı beni sınıfına götürdü ve ders yapmakta olan Fransızca hocamız Ruhi Bey’e teslim etti. Sınıfa dönerek ‘Bu göçmen arkadaşınız sizinle, bu sınıfta okuyacak’ deyip çıktı… Zil çalınca bahçeye fırladık. Sınıf arkadaşlarım etrafımı çevirdi. Beni soru yağmuruna tutuyorlar. Biraz ileride, yine bizim sınıftan, üç kız durmuş, uzaktan beni seyrediyorlar. Sonra biri yanıma yaklaştı ve aklı sıra bana iltifatta bulundu: ‘__Dilimizi güzel konuşuyorsunuz, Türkçeyi ne çabuk öğrendiniz?’. Şiddetle sarsıldım. Sanki bir kazan kaynar su başımdan aşağı döküldü. Kendimi salsam oracıkta çökeceğim. Toparlandım: ‘__Türkçeyi siz de fena konuşmuyorsunuz?’ dedim. Kız bir an şaşırdı, etrafına bir göz attı ve biraz övünerek bana cevabını verdi: ‘__Ama biz Türk’üz’. Buyurun cenaze namazına! Lise son sınıfa gelmiş bu kızcağız, Edirne’nin ötesinde de tıpkı kendisi gibi Türkler olabileceğini bilmiyor, düşünemiyordu”.