26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Borges’in arka cebindeki merdiven

HAYATINDA HİÇ BORGES OKUMAMIŞ OLMAK, ÖMÜR BOYU DÜŞ GÖRMEMİŞ OLMAK GİBİ BİR ŞEYDİR. GERÇEĞİN ÇÖLÜNDEN HAYALLERİN VAHASINA BİR KÖPRÜDÜR BORGES KÜLLİYATI. ADEM TURAN’IN ŞİİRLERİ DE KÖPRÜNÜN TAŞLARINA MÜTEVAZI BİR KATKI NİTELİĞİNDE.

ATAKAN YAVUZ14 Ekim 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Borges’in arka cebindeki merdiven

“Borges, hâlâ senden bir şeyler öğreniyoruz.”

Susan Sontag, 1996

1980 yılında Borges (1899-1986), Hispanik dünyanın önemli edebiyat ödülü olan Cervantes ödülünü kazandığında İspanya Kraliçesi Sofya da kendisine bir tebrik mesajı gönderir. Borges ise şaşkındır. İspanya kraliçesinden iltifat gördüğünden değil; bunca meşhur bir ismi tanımadığından dolayı şaşkındır. Bu yabancılığın sebebi de fiziksel körlüğünden ziyade mevcut dile, mevcut gerçekliğe olan uzaklığıdır. Bu yüzden Arjantin’in darbeci generali Peron’un hafiyeleri onu takip ederken bırakın suç unsurunu hayat belirtisi bile göremez, konferanslarını uyuklayarak izlerler. Gözleri görürken sokakların müziğinden beslenen Borges, görmediği zamanlarda ise şiirin en eski anlamını, sesi ve ezgiyi yeniden keşfeder ve bilmediği dillerden de zevkle şiirler dinler. Çünkü şiir ezgidir, müziktir her şeyden önce Borges için. Şu an elimde tuttuğum, Adem Turan’ın biyografi-şiir kitabını hiç bilmediği Türkçeden dinlemiş olsa aynı müziği duyardı sanırım Borges. Turan sekizinci şiir kitabı Borges Borges’le Arjantinli şair ve hikayeci Borges’e Türkçe külliyatının yanında rahatça yer alacak, onu tamamlayacak bir eserle sahih bir selam gönderiyor.

UZUN SÜREN YARENLİK

İz Yayınları’nın şiir serisinden çıkan ve ‘Gün Doğarken Gün Batımı’ alt başlığını taşıyan Borges Borges 20 şiirden oluşuyor. Kitap, Borges’in Türkçedeki günlük, hikâye ve biyografilerinden aşina olduğumuz hayatı, felsefesi ve dünya görüşünün şiirsel bir özeti adeta. Hazırlıklarının, heyecanlarının bir kısmına benim de yakından tanık olduğum bu eser yaklaşık beş yıllık bir çalışmanın, çalışma dışında Borges’le beş yıllık yarenliğin olgunlaşmış bir ürünü. Bu yönüyle Türkçedeki Borges’e yeni bir soluk aldıracak, başka boyutlar katacak ve hafızamızı tazeleyecek pek çok şiiri barındırıyor.

Kitap iki bölümden oluşuyor: ‘Gün Doğarken’ ve ‘Gün Batımı.’ İlk bölüm Borges’in hayatını kuşatan hüzünlü bir alıntıyla açılıyor: “Kaplumbağa hızıyla geçen zaman, bellekte bir an sanki/ Bu dünyanın gözle görünür biçimlerini hep benden kaçırdı.” Hüzünlü çünkü, döneminin en iyi koşucusu ve savaşçısı Akhilleus asla yarıştığı kaplumbağaya -hepimiz gibi- yetişemeyecektir. Borges de bunu bilir, kabul eder. Borges’in Peron darbesine kadar çalıştığı -darbeden sonra kümes hayvanları müfettişliğine atanacaktır- 800 bin kitaplı bir kütüphanenin milyarlarca kelimesi de hakikatin kavranılmasına yetmez. Bunu da bilir. Borges, gerçeğin kelimelerle kuşatılamayacağını hüzünle fark etmiştir. Ama kelimelerin içine doğmuştur. Özgürlüğün de tutsaklığın da kelimelerden başka çaresi yoktur. Ömer Hayyam’ın çevirmeni olan, edebi hayatının düsturlarını öğrendiği babasından kelimeler; hayatı boyunca kendisi ve kadınlarının mağduru olduğu annesinden Arjantinli olmanın asaletini öğrenmiştir Borges. Ama ilerleyen yaşlarında bile akşam yemeğine geç kaldığında ona gönül koyan annesine adamıştır tüm eserlerini. Adem Turan da bu farkındalıkla açılışı ‘Borges’in Annesi’ şiiriyle yapmış. Bu karmaşık, zorlu ilişkinin aynasında, kitabın belki de en lirik ve etkileyici şiirlerinden biridir ‘Borges’in Annesi’ şiiri: “Çocuk ve gül kokusuyla dopdolu/ İşte hep böyledir yüreği annelerin”

‘CENNET BİR KÜTÜPHANE’

İlerleyen şiirlerde Borges’in hayatını kuşatan renkleri, kedileri, kitapları, düşleri, kederi ve dostları karşılar okuru. Onun kaplan sarısında duyduğu tutsaklığa, kedilerindeki devasız hüzne, kitaplarındaki baş döndürücü Babil karmaşasına, düşlerden düşlere açılan sonsuz kapılara, kederindeki zeytin karasına şahitlik ederiz bu bölümdeki şiirlerde. Borges’in karanlığı, der Adem Turan, öyle birden bire değil, akşam üstümüze nasıl çökerse öyle çökmüştür; yavaş yavaş, hissettirmeden. Onun hikâyelerindeki tasvir eksikliğini bu körleşmeye bağlar çoğu eleştirmen. Turan ise bu körleşmenin bir başka dünyaya, başka görme biçimlerine açıldığını söylerken şu soruyu da bir sancı olarak iliştirir okura: Hangimiz gerçekten gördüğümüzü iddia edebiliriz ki? Bir hayali olmayan gerçekten gördüğünü iddia edebilir mi? Gerçeği görmek için gözleri kapatmak gerekmez mi? Peki hakikat,gardiyanları -anneleri- atlatıp,  bütün tehlikeleri göze alarak tavan aralarına ya da mahzenlere kaçmadan nasıl kavranılabilir?  Adem Turan da bu çelişkili soruların eşliğinde kelimenin kapısına dayanır: “Sözcüklerde gizli değilmiş gerçek/ Çünkü Alef Budistçe bir şakaymış.” Oysa Alef’in kahramanını da sözcüklerin kifayetsizliği düşüncesine vardıran sözcüklerin gerçekliği değil midir?

Burada Türk okuru olarak hayıflanmadan edemiyor insan. Oryantalizme teslim olmayacak kadar bağımsız ve zeki bir okur olan Borges’in, Hint düşüncesi üzerinden geldiği tasavvuf fikrinin eşiğinden geri dönmesi onun hikâyeciliğinde ve dünya görüşünde puslu bir alan da bırakıyor. Alef’le Elif arasındaki mesafede ışığın nura dönüşmeden önceki yalnızlığını da görüyoruz. Arayış, kemale ermeden şakaya dönüşüyor. Ganj boylarında dolanıp akşam Borges’e dönen kaplanlar fantastiğin sınırlarında oyalanıyorlar. Ama elimizde dünyanın ağırlığından kurtulup biraz nefes alacak, evrenin üst katlarına tırmanarak varlığımızı sorgulayacak az sayıda merdiven var. Borges’in arka cebinde taşıdığı fantastik merdiven bunlardan biri.

Hayatında hiç Borges okumamış olmak, ömür boyu düş görmemiş olmak gibi bir şeydir. Ömür boyu düş görmemiş olmak gerçeğin çölünde ikamet etmek demektir. Gerçeğin çölünden hayallerin vahasına bir köprüdür Borges külliyatı. Turan’ın şiirleri de köprünün taşlarına mütevazı bir katkı niteliğinde.