26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Doğu ve Batı arasında bir ‘Kara Kitap’

BEDİÜZZAMAN’IN DÜŞÜNCESİNE YÖNELİK BAKIŞI “TECDİD” EDERKEN, EVRİMİ DIŞLAMAK UĞRUNA BİLİMSEL DÜŞÜNCEYLE BAĞINI KOPARAN İSLAMİ DÜŞÜNCE İÇİN DE YENİ BİR YOL HARİTASININ ÖNÜNÜ AÇIYOR.

ORHAN KARA11 Kasım 2016 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Doğu ve Batı arasında bir ‘Kara Kitap’

Bilim ve din, Doğu ve Batı arasındaki karşıtlıkların çokça tartışıldığı, fakat bu tartışmaların artık kalıplaşmış kısır döngülerin ötesine geçemediği günümüzde Esat Arslan’ın Kara Kitap’ı oldukça çarpıcı ve orijinal bir perspektiften bu meseleleri ele alıyor.

Kara Kitap, iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm önce Bediüzzaman’ın yaşantısını ve onu olduğu kişiye dönüştüren tarihsel şartları mercek altına alıyor. Görece kısa olmasına karşın Bediüzzaman’ın insani yönünü belki de bugüne kadar en net kavrayan pasajlar bunlar. Sonrasında “Tabiat Risalesi” gibi kimi metinlerinden yola çıkarak Bediüzzaman’ın doğa felsefesi ile günümüzün bilim felsefesini karşılaştırma yolunu tutuyor Esat Arslan. Bu kıyası yaparken hem Batı felsefe geleneğinin hem de İslam felsefesinin köşe taşlarına bolca atıfta bulunuyor. Bu iki felsefe geleneğinin birbirinden ayrıştırılamaz olduğunu savunan yazar, iki gelenek arasındaki geçişkenlikleri gün yüzüne çıkarıyor. Deleuze’denSuhreverdi’ye, Gadamer’denİbnRüşd’e, Farabi’den Kant’a, Heidegger’denİbn Arabi’ye sıçrıyor. Okuyucusuna tam bir baş dönmesi vadeden bu metin, epistemoloji ve ontolojiye dair tüm arayışların aynı kökenden geldiğini açık ediyor.

TEOLOJİK ÇELİŞKİ

Arslan, güncelde hâkim olan algının aksine, evrim fikrinin İslam açısından teolojik bir çelişki yarattığını düşünmüyor. Evrimin ateizmin entelektüel zemini olduğu düşüncesinin ise tam karşısında yer alıyor. Bu karşı duruş ise oldukça ince planlanmış bir düşünsel zemine yaslanıyor. Zihin felsefesinin ve bilincin oluşumuna dair teorilerin kılcal damarlarına nüfuz eden yazar, bilinci meydana getiren evrimsel sürecin salt mekanik nedenselliğe indirgenemeyeceğine hükmediyor. Bu nedenle amaçsal bir nedenselliğin de gerekli olduğunu iddia ediyor. Bu amaçsal nedenin ilahi kudretle ilintili olduğuna inandığını düşünmek mümkün yazarın. Fakat, doğrudan buna bağlandığı takdirde yapılan şeyin felsefe olamayacağının da farkında. Bu nedenle kuantum dolanıklığını devreye sokuyor. Aslında İslam kelam geleneğinin temel önermelerinden biri olan Tanrı’nın kudret eliyle eşyanın kaim olduğu tezini felsefi bir düzleme mantıksal ve tanıtlayıcı önermeler aracılığıyla aktarıyor. Kitabın ikinci bölümü olan önermeler tam da bunun üzerine kurulu. Arslan ilk bölümde sözel bir şekilde betimlediği ve tarihsel zeminini aktardığı fikirlerini ikinci bölümde geometrik bir tarzda kurguluyor.

Esat Arslan’ın akademik bir üsluptan kaçındığı, sohbet edercesine anlattığı bu çılgınca akan metin, en nihayetinde insan bilgisinin sınırlılığına dair mutlak bir farkındalık içeriyor. İbnTeymiyye’yi modern felsefenin önermeleriyle tartışabilir konuma getiren şey temelde epistemolojik sınırların keşfiyle ilgili. Felsefenin sinir uçlarında gezmesine karşın mütevazı bir zihinsel kavrayış denemesi olarak kalabilmesi “İslami” bir düşünce terbiyesinden nasiplenmesiyle ilgili. Bunda Bediüzzaman’ın da mutlak tesiri var.

Arslan, Bediüzzaman’ın döneminin materyalist tasavvuruna karşı geliştirdiği argümanları modern felsefi tartışmaların tam göbeğine yerleştiriyor ve buradan yeni bir “doğa felsefesi” kurabilmenin imkânlarını araştırmaya girişiyor. Bediüzzaman’ın düşüncesine yönelik bakışı “tecdid” ederken, evrimi dışlamak uğruna bilimsel düşünceyle bağını koparan İslami düşünce için de yeni bir yol haritasının önünü açıyor. Doğu ve Batı arasındaki uçurumun zannedildiği kadar büyük olmadığını, hâlâ en temel varoluşsal meselelerimizin çözümsüz olduğunu salık veriyor.