18 Nisan 2024 Perşembe / 10 Sevval 1445

Dönüşerek direnen ramazan

Ramazan vaktinin şehrin tarihi açısından müstesna bir gösterge olduğunu ileri süren meşhur Osmanlı tarihçisi François Georgeon Osmanlıdan Cumhuriyete İstanbul’da Ramazan kitabında 19. ve 20. yüzyıl İstanbul’undaki siyasi reformlar ve kentsel dönüşümler çerçevesinde Ramazan kültüründeki  değişimi ele alıyor. Kuşaklara ve tarzlara göre Ramazan’ın ne kadar farklı yaşandığını gösteriyor.

ASIM ÖZ9 Mayıs 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Dönüşerek direnen ramazan

Müslüman toplumlar için Ramazan ayı, imanın gözlemleyebileceğimiz en önemli kolektif tezahürü olan orucun tutulduğu bereketli bir zaman dilimidir. Gündelik hayat, İslâmî, toplumsal ve kültürel yanlarıyla aniden daha şevkli, daha zengin ve daha çeşitli bir hâl alır.  Tüm mekânlar başkalaşır, gündelik hayatın ritmi, insanların davranışları ve haletiruhiyesi dönüşür. Bu yönüyle Marcel Mauss’un ünlü nitelemesinden hareketle söylersek, Ramazan ayı rahatlıkla  “total toplumsal olgu” diye nitelenebilir. Mauss’a göre böylesi olgular, “bazen bütün toplumu ve bütün kurumlarını bazen de çok sayıda kurumu seferber eder.” Elbette tüm bunların tadına varmak için bekleyiş düzenini bilmek gerekir;  zira oruç tutulacak ay çok önceden beklenmeye başlanır; iftar vaktinin yaklaşmasıyla beraber heyecan iyice artar. 

Ramazan ve oruçla ilişkisi kurulabilecek hususların zamana, mekâna, dile, kültüre ve insana göre farklı şekillere büründüğü, bilhassa modernleşme sürecinde iniş çıkışlar yaşadığı bir gerçekliktir. Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine ve günümüze uzanan Ramazan kültürü ve edebiyatından, oruç-bayram etrafında oluşmuş hayat tarzından, hatta Ramazan-siyaset alakasından bahsedilebilir.

Ramazan ve oruç kültüründeki dönüşümün hem Türkiye’de hem de İstanbul’da iyiye doğru giden, idealleri yaşanabilir kılan tarafları olduğu gibi tekasür toplumunun getirdiği sorunlardan kaynaklanan bozulmaya yüz tutan yönleri de var. Mesela müminler arasındaki kardeşçe kaynaşmayı sekteye uğratan uygulamalardan lüks otel iftarlarındaki azalma olumlu bir değişime işaret ediyor. Dizginlenemeyen tüketim isteğine karışan gemi azıya almış bir liberalizm etkisi taşıyan, sürekli yeme içme ve bunları sergileme tarzlarından az da olsa kurtulabilmek son derece önemli. Ekrem İmamoğlu’nun, TDV’nin Türkiye Kitap ve Kültür Fuarı’na yer tahsis etmemesi ise herhalde CHP’deki dönüşüm beklentisinin beyhude oluşunun açık işaretlerinden biri olmalı. Böylesi bir başlangıç bile ister istemez “Tek Parti” artığı çıkmazları hatırlatıyor, üstünde durmak bile zihni endişelendiriyor. YSK’nın İstanbul’daki seçimlerin yenilenmesine karar vermesinin ardından, kitap fuarının gecikmeli de olsa açılacak olması önemli bir adım. Ama şurası açık; şehrin zamanında ve ritminde bir değişiklik olacağının göstergesidir Ramazan kültürü. Hiç şüphesiz bir tarihçi açısından İstanbul’da Ramazan’ın serüvenini incelemek değişimin nabzını tutmak için en iyi imkânlar arasında yer alır. Ramazan vaktinin şehrin tarihi açısından müstesna bir gösterge olduğunu ileri süren meşhur Osmanlı tarihçisi François Georgeon Osmanlıdan Cumhuriyete İstanbul’da Ramazan kitabında 19. ve 20. yüzyıl İstanbul’undaki siyasi reformlar ve kentsel dönüşümler çerçevesinde Ramazan kültüründeki  değişimi ele alıyor. Kuşaklara ve tarzlara göre Ramazan’ın ne kadar farklı yaşandığını gösteriyor.  

MEVAİZ-İ DİNİYYE

Müstesna zamanı müstesna bir şehir üzerinden inceleyen François Georgeon, sosyalleşme biçimleri, bağış ekonomisi, toplumsal eğlence ve alışkanlıklar, kültür mevsimini yansıtan gösteriler, gece hayatı, siyasi merasimler, gayrimüslimlerin ve kadınların ay boyunca kamusal alandaki konumları, matbuat, sessizleştirme gibi çok çeşitli konular çerçevesinde Ramazanın İstanbul’daki dönüşümünün izini sürüyor. Ona göre, İstanbul’da Ramazan adeta her yıl yeniden yaşanan bir devrim gibidir. Bu devrimin, gündelik hayattan siyasete, matbuattan gayrimüslimlere kadar uzanan etkileri söz konusudur.  Jean-François Pérouse ise yazdığı kapanış yazısıyla Georgeon’un  Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet Türkiye’sinin radikal uygulamalarına kadar getirdiği bu tarihi 1990’lardan günümüze uzanan  “yeni Ramazan kültürü” ile irtibatlandırıyor. Gazetelerin Ramazan sayfalarında,  belediyelerin kutlama etkinliklerinde karşımıza çıkan manzarayı kuşbakışı yorumluyor.  Bir zanaatkâr titizliğiyle yazılan kitabın öne çıkan bir tarafı da, Ramazan kültürünün dönüşümünü resim, fotoğraf ve karikatürlerle destelemesidir.  

Georgeon,  19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren matbaanın ve basının gelişmesiyle Ramazan’ın çok sayıda yazılı eserin konusu hâlini aldığını kaydeder. Daha evvel sınırlı sayıdaki şiirde işlenen Ramazan artık çok sayıda düzyazı esere de yansır. İlmihal bilgileri, diyet ekonomisi, sağlıklı yaşam kültürü ile orucu bir arada ele alan tıbbi tavsiye mahiyetindeki metinlerle sınırlı değildir matbuat Ramazan’ı. Osmanlı muharrirleri, gazete ve dergilerde Ramazan’a dair şarkiyatçı anlatılardan farklılık arz eden geniş bir literatürün oluşmasına zemin hazırlar. Jön Türk Devrimi ile beraber Ramazan ayının partizan siyasetin tam ortasına yerleştiğini vurgulayan Georgeon, hem Jön Türklerin hem de hasımlarının kendi fikirlerini aktarmak ve kamuoyunu kendi yanlarına çekebilmek için oruç günlerini istismar ettiklerini söyler.  Yeni siyasi rejimi benimseyen Mustafa Sabri Efendi, 1909’da Beyanü’l Hakk’taki bir yazısında, medrese talebelerine halkın gönlünü anayasaya alıştırmak için camilerde verilecek vaazlarda çok dikkatli davranmalarını tavsiye eder. Kahire’deki Menar dergisi müelliflerinden Reşit Rıza ise 1910’da Ramazan vesilesiyle ziyaret ettiği İstanbul camilerinde dinlediği vaazların siyasi boyutu karşısında duyduğu şaşkınlığı hatıralarına yansıtır. İttihat Terakki Cemiyeti Şehzadebaşı Şubesi tarafından Mevaiz-i Diniyye (Dini Vaazlar) gibi yayınlar ise vaazların müthiş bir siyasi oyun hâlini alışının başka bir veçhesidir. Dahası Türk milliyetçisi aydınlar, “Ramazan vaktinden” faydalanıp, kendi fikri cereyanlarını güçlendirmenin peşine düşerler. İstanbul basınının dini bayramları birkaç satırla geçiştirmesini eleştiren Yusuf Akçura’yla sınırlı kalmaz bu faydacılık; milliyetçi akımın başlıca sözcülerinden Ziya Gökalp, Hüseyinzade Ali, Ahmed Ağaoğlu, Mehmet Emin gibi aydınlarda da göze çarpar.

ORUÇSUZ VE NEŞESİZ

Osmanlı’nın son yıllarından itibaren hiç de ender karşılaşmadığımız ya da yapmacık olmayan onca metin, şayet bağlamı göz ardı edilirse Ramazan kültürünün tüm boyutlarının anlaşılması için kaçınılması gereken tuzaklar oluşturur. Bu tür yazılar bilhassa 1990’lardan itibaren pek çok ismi ve her türden düşünceyi tuzağa düşürmüştür.  Hâlbuki bu çerçevede çok sayıda aydın, yazar ve gazetecinin kaleme aldıkları yazıların Jön Türk Devrimi’nin başlangıcıyla iyice “tanınmaz” hâle gelen eski Ramazanları hatırlamaya matuf bir tarafı bulunur.  Harbi Umuminin bitmesiyle birlikte hasret dolu Ramazan yazılarının çoğaldığı görülür. Georgeon, bir kısmı kitaplaştırılan bu yazıların şu ya da bu şekilde hep aynı soruyu yönelttiği kanaatindedir: “Ne oldu eski Ramazanlara? Nerede o eski Ramazanlar?” Bunun sebebi nedir, diye soracak olsak, deneyimin belirli bir dönemin hayal kırıklıklarıyla ilişkilendirilerek kavrandığını görürüz. Yahya Kemal’in “Atikvalde’den İnen Sokakta” şiirinde ‘tenha sokakta oruçsuz ve neşesiz kaldığını’ itiraf edişi de biraz çocukluk sılasından çıkışla belki de “kendilik algısından” uzaklaşmaya ilgilidir. 

Jön Türk Devrimi’nin İstanbul’daki Ramazan üzerinde meydana getirdiği siyasi etkiler, sadece bu dönemle sınırlı kalmaz. Başka bir dönemde daha kendini gösterir: Erken Cumhuriyet devrinin din merkezli radikal inkılaplarının ve katı laiklik uygulamalarının başladığı 1924’ten 1938’e uzanan süreçte yaşananlarda. Ramazanın araçsallaştırılması politikası, sadakalara el konulması ve minareler arasında kurulan mahyalardaki yazılarla başlar.  O zamana kadar din ve ahlak temelli olan mahyalar, yaşanan siyasi değişikliklerle beraber radikal bir şekilde dönüşmüştür. Artık gün geçtikçe yeni yönetimin sloganları olan “Hâkimiyet milletindir”, “Yaşasın cumhuriyet”, “Yaşasın Gazi’miz” veya millî iktisat politikasını destekleme kampanyası çerçevesinde “Tasarruf berekettir”, “İsraftan sakın” gibi deyişler 1924 sonrasında yaygınlık kazanır. 

RASYONELLEŞTİRMEK

François Georgeon, Ramazan kültürü üzerinden sadece mekânların, zamanın değişimini değil aynı zamanda siyasi tutumların dönüşümüne de ışık tutar. 1932 sonrasındaysa başta Türkçe ibadet projesi olmak üzere bir dizi uygulamayla İstanbul’da Ramazan neredeyse görünmez kılınır ve sessizleştirilir.  On bir ayın sultanının tahttan indirilmesini en net biçimde Orhan Okay’ın anılarında görmek mümkündür. François Georgeon, çocukluk yılları 1930’ların Balat ve Fener’inde yani gayrimüslimlerin çoğunlukta bulunduğu mahallerde geçen Okay’dan hareketle şöyle der: “Özetle kibar semtlerden kovulan Ramazan, kenar semtlerde ve sayısız müminin gönlünde yaşamaya devam etmektedir.” Bu cümle, Ramazan’ı rasyonelleştirmek ve yönetmeliklere bağlayarak tanzim etmek isteyen CHP’li yılların karanlık tarafını şekillendiren bağlamlar ışığında anıların ve ilgili metinlerin yeniden değerlendirilmesine yer açıyor. Kaba çizgileriyle verdiğimiz “yeni bir zamanın yeni bir havanın” dayatmalarıyla, müminlerin hislerini ve zihinlerini bulandırmasına yol açan bu dönüşüm, çizgisel olmadı elbette. Öyle ya, eskinin aşağılanarak tahtından indirilmesi mücadelesinde önce bilgi tekeli elinden alınmalıydı. Eskinin yerine geçme iddiasındaki yeninin, bu mücadelesinde Ramazan tam da bu sebeple hayati önemdeydi. Dolayısıyla dönemin uygulamaları Peyami Safa’nın ifadesiyle, “inkılaptaki Ramazanla, Ramazandaki inkılabı” birleştirmiştir.

İstanbul’da Ramazan’ın siyasi, kültürel ve toplumsal bağlamlarda nasıl şekillendiği üzerinde düşünen Georgeon, Ramazan ayını şartlar ne olursa olsun kendini uyarlama ve direnme becerisiyle niteliyor. Ramazan’ın sanılandan çok daha yaygın ve köklü bir olay olduğu bugün artık inkâr edilmiyor. Gündelik hayatta inşa edilen yaşama üsluplarındaki farklılaşmadan da nasibini aldığını görüyoruz Ramazanların.  Bu vurgu, 1990’lardan itibaren bariz hâle gelen Ramazan etkinliklerini, adetlerini ve metalaşmayı ele alan Jean-François Pérouse imzalı yazının bitişinde de karşımıza çıkıyor. Şu satırlar üslubu, adabı ve zevki tam manasıyla teşekkül etmeyen ihya teşebbüslerini gayet güzel özetliyor: “Ramazan direniyor ve büyük şehrin yaşamına kendi mührünü basmaktan geri kalmıyor. Direniyor, direnirken yaygınlaşıyor ve kendini uyarlıyor.”