27 Nisan 2024 Cumartesi / 18 Sevval 1445

‘Efendi’ye karşı savunma hattı oluşturmak

Mukadder Gemici “Dünyayı sadece kendisine ait gören, sömüren, kendisini tek efendi kabul eden kendi içinde çok katmanlı ve çok odalı fikre karşı nasıl bir savunma hattı oluşturmalıyız?”ın cevabını arıyor.

HALE KAPLAN ÖZ14 Aralık 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
‘Efendi’ye karşı savunma hattı oluşturmak

Asla Pes Etme ve Kar Makamı isimli hikaye kitaplarının yazarı Mukadder Gemici Nuh’un Kızı’yla okur karşısında. Usta kalem Mustafa Kutlu’nun hikaye etme biçimi geleneğini devam ettiren Gemici’nin hikayelerinde sosyal doku tüm canlılığıyla mevcut.

l “Her şeyi var hiçbir şeyi yok” kabuk olarak yaşamaya doğru emin adımlarla yürüyen insanlığa Nuh’un Kızı’nın anlatacağı çok şey var… Kitaba bu ismi verme sebebiniz nedir?

Malum, ilahi çağrıyla muhataplık hangi devride yaşarsak yaşayalım aynıdır. Hikaye hangi olaydan nasıl neşet etti, niyeyse hatırlayamıyorum, hemen hepsini tutarım aklımda çünkü. Gücüne inandığım bir hikaye Nuh’un Kızı, bu nedenle wkitaba adını verdi. Hem pişman bir ruh halinin bu duruma düşme nedenlerini anlatayım hem de hikaye etme biçimi ile Mustafa Kutlu geleneğini devam ettirmiş olayım istedim kendimce, artık olmuş mu olmamış mı okur karar verecek. Bir iyi hal, bir iyilik duygusu da geçerse okura ne âlâ.

l ‘Hak Edilmiş Bir Ölüm’ adlı hikaye, dönem Türkiye’sini içinde kıvrandığı acıyla yakalıyor. Kardeşliği temelinden sarsan bir hakikati yazmak, yaşamak kadar zor olmalı…

Yaşamak yazmaktan daha zor çünkü, acısıyla tatlısıyla hayat/hakikat, sanattan/kurgudan her zaman bir adım önde. Biz ancak her şey olup bittikten sonra “taklit” ediyoruz.  Acıyı yakaladıysa, bir okuyucuda bile olsa bu hissi uyandırdıysa ve hikayenin adına, bu ölümün hak edildiğine inanıyorsa bir kişi, maksadım hasıl olmuş demektir. Ama itiraf etmem gerekirse yazması da zor oldu. Doğru yerlere dokunmak ve 20 senelik bir hadiseyi üç beş sayfada anlatmak kolay değil. İlk okuyan kişi, biraz ağır değil mi bu dedi, hikayenin sonu için. Hayır dedim, çünkü bu hakikat. Evet yaşadığımız ihanet çok acıydı ama hikayenin sonu acı değildir, şimdi hepimizin içinde olması gerektiğine inandığım bir büyük bir ideal, bir büyük umut vardır. 

l Bu hikaye kan bağı merkezinden yola çıkıyor ama uzandığı bağ ve kopuşlar zamana yayıldığında daha iyi anlaşılacak. Burada edebiyata düşen görev nedir? 15 Temmuz dirilişin sembolü oldu. Sanatta da benzer etkiyi oluştursun istiyor insan.

Edebiyata düşen görev, görevini hakkıyla yerine getirmektir. Bu şu demek; çok kafa yormak, klişelerden, hamasetten uzak durmak, filmse film, resimse resim, romansa roman, belli bir seviyeyi yakalamanın gereğine inanmak demek. Yoksa kendimizi çok güzel kandırırız ki pek çok örneği piyasaya çıkmıştır, çıkacaktır da. Kolay mı, çok zor. Bu sadece 15 Temmuzla ilgili eserler için değil, her şey için geçerli bir kaide. 

l Sosyolojiyi hikayeler üzerinden okumak bizim ihmal ettiğimiz bir önemli husus aslında. O nedenle ‘Hür Bir İnsan’ gibi hikayelerin işaret ettiklerini görmek değerli. Emre’nin ve daha birçoklarının gidişi bir ‘son dakika gelişmesi’ kj’si hızıyla gider gibi zihinlerden. ‘Reklamlarda, fabrika bacalarında, bayraklar altında, ışıklı panolarda, her yeri gören kameralarda, takım elbiseli adamların imzaladığı kağıtlarda, uçsuz bucaksız tarlalarda gezinen’ göremediğimiz nedir?

Dünyayı sadece kendisine ait gören, sömüren, kendisini tek efendi kabul eden kendi içinde çok katmanlı, çok odalı bir fikir diyelim adına. Bu fikre iktisat gözlüğü ile bakarsanız farklı, vahiy gözüyle bakarsanız farklı, tarihi bakış açısıyla bakarsanız farklı bir ada ulaşırsınız. Sokaktaki kendi halindeki insanlar olarak bizler, sürekli şekil değiştiren, nereden nasıl karşımıza çıkacağı belli olmayan bu fikre karşı nasıl bir savunma hattı oluşturmalıyız ve nihayetinde onun gücünü kırmak için ne yapmalıyız? O hikaye bu soruya bir cevap arıyor aslında.

l Sosyal anksiyete hikayelerdeki ana silüet gibi göründü bana ve ‘Sabır Makamı’na çağrı. Ne dersiniz?

Hikayelerde bir sıkışma anı, sizin ifadenizle “anksiyete”  yaşayan karakterlerim çoktur, ama ben bu tabir yerine “imtihan” demeyi tercih ederim. Biri ölür, bazen paraya sıkışırız, hastalık aniden kapımızı çalar, 15 Temmuz gecesi hayati bir karar vermek zorunda kalırız, plaza katında kendimizi Nuh’un gemisine binemeyen zavallılardan biri gibi hissederiz, bu arada Halep abluka altındadır, nişan yüzüğünü denize fırlatan birinin hikayesini duyarız, canlı bomba dün şakalaştığımız arkadaşımızı alıp götürür, metrobüste biri telefonda kaç gündür adımı bile söylemiyor diye dert yanar, hayat akıp gider, yaşarız işte.  Bu oluşlar içinde yaşadığımız anksiyete haline sabır değil önerim, sabır gerekli yerde gerektiği kadar gösterilmelidir, yoksa otur sabret, bekle, bana göre değil. Ben yerinde durmayarak sabredebilirim ancak.  Gayret birinci şarttır, sabır sonraki iştir.

l Üçüncü sayfalardaki hayatlara mercekle bakmanız, ilk öykülerinizden beri dikkatli okurunuzu heyecanlandıran bir uğraş. Hikayenin sizde başlaması için gerekli olan ne?

Çok feci olanlarını okumamaya çalışıyorum, yaktı, bıçakladı, parçaladı vb yüreğim kaldırmıyor. Ama öyle anlar oluyor ki hikaye bir dünya olarak kendiliğinden kuruluyor zihnimde.  Bana da yazmak kalıyor. Sadece üçüncü sayfa haberleri de değil, her hikayecinin yaşadığını tahmin ettiğim gibi, yanımda öylesine anlatılan hadiseler için de aynı durum geçerli.  Hangi yönetmendi, hatırlayamadım şimdi, senaryo yazarken önce sokaklarda, çarşı pazarda ses kaydı yaparmış günlük dili, duyguyu daha iyi yansıtabilmek için. Bazen sokakta, markette alelacele telefonuna sarılıp unutmamak için not alan birisini görürseniz, o ben olabilirim.