26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

Histeri müptelası kadınlar, ucube şovları, deliler…

1886 yılı sonbaharında yapılan bazı deneylerle kadının “belirli bir ölçüde makine gibi görüleceğini ortaya” koyan çalışmalar, psikiyatri biliminin beslendiği histeri müptelası kadınlar, 1920’lerdeki ucube şovları, aşk, histeri, kıskançlık, delilik… Bilim ve edebiyatı seven okurlar için kaçırılmaması gereken heyecan verici bir yolculuk: Ölümün Mavi Işığı.

HALDUN HÜROĞLU11 Nisan 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Histeri müptelası kadınlar, ucube şovları, deliler…

Per Olov Enquist Türk okurlarının çok fazla tanımadığı bir yazar. İsveçli yazarın Ölümün Mavi Işığı eseri Everest Yayınlarından çıktı. İlginç bir üsluba sahip yazar hem ulusal hem de uluslararası birçok ödül almış. 1968 yılında Nordic Council’s Literature, 1977’de Lagerlöf Ödülü, 2002’de Flaiano Ödülü ve 2010 yılında “küçük Nobel Ödülü” olarak bilinen İsveç Akademi Ödülünü almış. Eserleri 20’den fazla dile çevrilmiş. Çevirmeni Ali Arda ise İsveççe ve Norveççeden 200’e yakın eser çevirmiş başarılı bir çevirmen. Dili ustalıkla uyarlamış, zor kurguyu başarıyla yansıtmış.

Ölümün Mavi Işığı şaşırtıcı bir roman. Aşk ve bilimin iç içe geçtiği, kurgu ile gerçeğin ustalıkla harmanlandığı bir eser. 1800’lerin sonu, 1900’lerin başı, taze 20. yüzyıl. Romanın baş kahramanları Blanche Wittman, Marie Curie ve Jane Avril. 

Paris’te, terk edilmiş bir at arabası garajından bozma köhne bir laboratuvarda “siyah, zifte benzeyen, işlenmiş, ‘kaynamış’, uraninit denilen bir maden cevherinin radyoaktivitesi ilk defa test” ediliyor. Marie, 17 Şubat 1898’de uraninitle ilk başarılı deneyini yapıyor ve güçlü, tuhaf ve o zaman kadar bilinmeyen türden bir radyasyon saptanıyor. “Bu ‘radyasyon’ neydi, nereden geliyordu, araştırılması gereken buydu. Uraninit, diye düşünüyordu Marie Curie, henüz bilinmeyen özel bir madde içeriyor olmalı, bilinmeyen özelliklere sahip bir madde. Bu madde o küçük laboratuvarda keşfedildi.”

Ölümün Mavi Işığı üç kitaptan oluşuyor. “Sarı Kitap” dört bölümden oluşuyor. Oldukça sarsıcı başlamış Per Olov Enquist. Ölümcül radyum ve röntgen ışınları ve roman kahramanlarıyla bu kitapta tanışıyoruz. I. Bölüm, Budanmışın Şarkısı; II. Bölüm, Tavşanın Şarkısı; III. Bölüm, At Arabasının Türküsü; IV. Bölüm, Vagon Ustasının Oğlunun Şarkısı. 

20. YÜZYIL KİBRİ 

Sarı Kitap hemen her ifadesiyle sarsıyor: “Adı Blanche Wittman öldüğünde 102 santim boyunda, 42 kilo ağırlığındaydı. Kolları bacakları yoktu, ama kafası vardı. Sol bacağı dizinin altından, sağ bacağı kalçasından, sol kolu kökünden kesilmişti. Çok kısa olmasının nedeni buydu. Bunların dışında bir anormallik yok. Kolu ve bacakları kesilmeden önce görenler çok güzel bir kadın olduğunu söylüyordu.” 

İkinci kitap “Siyah Kitap”. Bu kitap üç bölümden oluşuyor ve önceki kitabın devamı. V. Bölüm, Kıskançlığın Şarkısı; VI. Bölüm, Kelebeğin Şarkısı; VII. Bölüm, Vahşi Hayvanın Şarkısı.

20. yüzyıl kibrinin anlatıldığı şaşırtıcı bir metin Siyah Kitap.

“1657’de Paris’te dilencilik yasaklandı, dilenciler tutuklanıp Salpêtriere’ye kapatıldılar. Salpêtriere 18. yüzyılda, sekiz bin hasta ve mahkumuyla Avrupa’nın en büyük tımarhanesi oldu. Hiç kimse bu iki kavramı birbirinden ayıramıyordu, hasta ve mahkum. Sonunda “hasta” sözcüğünde karar kıldılar. Yaşlılar, evsizler, dilenciler, zührevi hastalıklı fahişeler, felçliler, kronik hastalar, spastikler, akıl hastaları, vesayet altındaki çocuklar, herkes oraya kapatıldı. Tanımlanamayanlar bu kategorilerden birine gelişigüzel yamandı.”

Üçüncü kitap ise tek bölümden oluşuyor: Mavi Işığın Şarkısı. Kitap boyunca bir günlüğe misafir olduğumuzdan anlatının genel bir değerlendirmesi çarpıcı bir biçimde aktarılıyor:

“Biliyorum. Vaktim azaldı. Kalan elimle yazıyorum, yakında onu da alacaklar benden. Marie sık sık bu hastalığın suçlusu kendisi mi diye soruyor, sebebi radyumdan yayılan radyasyon mu diye; suçluluk duysun ve bu nedenle şefkat göstersin istemiyorum. Bunu bana duyduğu sevgiyle şefkat göstersin istiyorum. Bu nedenle, onunla karşılaşmadan önce, Salpêtriere Hastanesi’nin röntgen bölümünde asistanlık yaptığım iki yıldan bahsediyorum. Kısalmamın suçlusu profesör Röntgen mi yoksa uraninit mi kim bilebilir? Marie benim tek arkadaşım. Ben olmasam ölürdü, yeni yüzyılda aşk üzerine anlattığım, kesip biçilmiş öykülerimle ikimizi de ayakta tutuyorum.”

SON BULUŞMA

Son söz ise anlatıcının bizimle son bağları… “Üç kadın son kez, 1913 ilkbaharında buluştular; Jane Avril, Blanche Wittman ve Marie Curie. Jane ve Marie, Blanche’ın tekerlekli sandığını dışarı çıkarttılar, terasa. Birer sandalye alıp yanına oturdular ve konuştular. Jane, Marie’ye nasılsın diye sordu. Marie hafifçe gülümsedi, yani, dedi, hiç değilse yediklerimi çıkartmıyorum.  Kahkahalar atarak güldüler. Terasta oturdular, Marie, Blanche ve Jane. Sakin ve güzeldi. Birbirlerini çok seviyorlardı. Bir ay sonra Blanche öldü. Teras. Ağaç. Yapraklar.”

Her sayfası şaşırtıcı bilgilerle dolu bu roman eşsiz bir yolculuk sunuyor. 1886 yılı sonbaharında yapılan bazı deneylerle kadının “belirli bir ölçüde makine gibi görüleceğini ortaya” koyan çalışmalar; psikiyatri biliminin beslendiği histeri müptelası kadınlar, 1920’lerdeki ucube şovları; aşk, histeri, kıskançlık, delilik…

Bilim ve edebiyatı seven okurlar için kaçırılmaması gereken heyecan verici bir yolculuk: Ölümün Mavi Işığı.