26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

İnternet çağında aşk ve ızdırap

KEMAL SAYAR VE BERNA YALAZ’IN SANAL AŞK KİTABI BİZE, SOSYAL MEDYA VE ÇEVRİMİÇİ İLİŞKİLERİN ÜZERİMİZDE BIRAKTIĞI İZLERİ BİR ADIM GERİYE ÇEKİLEREK OBJEKTİF BİR BAKIŞLA DEĞERLENDİRME FIRSATINI SUNUYOR.

EMİNE ELİF KOTAN8 Eylül 2016 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
İnternet çağında aşk ve ızdırap

İnsanı ilgilendiren meselelere sessiz kalmayan bir psikiyatrist, aynı zamanda iyi bir şair ve yazar olan Kemal Sayar ve yazar Berna Yalaz, Sanal Aşk isimli, sanal dünyanın günümüz insanına ve topluma yaptıklarını inceleyen kitap yayınladı. İnternet çağında aşk ve ıstırap penceresinden çevrimiçi dünyanın ve sanal ilişkilerin doğasının ve insandaki etkilerinin incelendiği kitap, geçmişten günümüze insani ilişkilerdeki değişime kapsamlı bir şekilde ışık tutuyor. Sanal Aşk kitabı bize, günlük yaşantımızın ayrılmaz bir parçası olan sanal dünya, sosyal medya ve çevrimiçi ilişkilerin bizde bıraktığı izleri bir adım geriye çekilerek objektif bir bakışla değerlendirme fırsatını sunuyor. Kitabın yazarlarından Kemal Sayar ile Sanal Aşk’a dair sorularımızı yanıtladı.

- ‘Sanal aşk’ internet çağında sosyal medya ve akıllı telefonlarla sağladığımız daimi çevrimiçi iletişimle hayatımızda meydana gelen büyük değişimi birçok konu özelinde ama en çok aşk ekseninde mercek altına aldığınız rehber bir kitap olma özelliğini taşıyor.  Böylesine kapsamlı bir konuyu neden özellikle aşk bağlamında incelemeyi tercih ettiniz?

İnsan doğası gereği ilişki arayan bir varlık. Güvenli bağlar kurmak, sevilmek, beğenilmek, aşık olmak isteriz. İlişkilerimizden aldığımız ilham ve güçle hayatımızı daha anlamlı kılarız. Bir başkasının hayatında özel bir yerimiz olduğunu bilmek bizi mutlu eder. Teknoloji ve dijital devrim ilişkilerimizi de değiştiriyor. Sanal alem, ilişkilerimizi derinden etkiliyor. İlişki elle tutulur olmasa bile uyandırdığı duygu ve hayal kırıklığı gerçek ve yakıcı. O halde teknolojinin bizim için ne yaptığına dikkat ederken, bize ne yaptığına da dikkatle bakmalıyız.

- Sosyolojik, pedagojik ve psikolojik bu kadar geniş kapsamlı etkileri olan ve farklı disiplinlerce kapsamlı araştırmalar yapılması gerektiğini ortaya koyduğunuz, çalışılması zor bir alan olan çevrimiçi dünya ve sanal aşklarla ilgili yazma ihtiyacı ne zaman doğdu?

Aslında sanal dünya ve sanal ilişkiler konusu uzun zamandır dikkatimi çeken bir konuydu. Bir psikiyatr olarak sanal dünyada yaşanan ilişkilerin doğası, bireysel ve toplumsal etkileri üzerine yapılan araştırmaları ilgiyle takip ediyordum. Sanal alemdeki ilişkilerin insanlar üzerindeki derin etkilerini, danışanlarımdan dinlediğim hikayelerde anladım. Siberlaemin çöllerinde kaybolan modern zaman Leyla’larının hikayelerinde. İnsanın öznelliği, dünyayı bilme ve anlama biçimi, ilişki kurma biçimi internetle birlikte kökten bir değişime uğradı. Bu değişimin ruhsal izdüşümlerini iyi anlamak zorundayız.    

- Sanal aşkların böylesine anonim ve bağlayıcılığı olmayan bir yapıda olmasının özellikle bütün tecrübe ve ilişkilerini internet üzerinden gerçekleştiren günümüz gençlerini ilişkilerde sorumluluk almaktan kaçınmaya ittiğini söylemek mümkün müdür?

İnternetin bir ruhu varsa o da bolluk ve değiştirme kolaylığıdır. Sanal ilişkileri cazip kılan temel etkenlerden biri de kuşkusuz bu bolluk,  başlama ve bitirme kolaylığıdır. Geleneksel ilişkilerin aksine, sanal ilişkiler bir çaba gerektirmez. Üstelik, içinde bulunduğunuz durumdan bir “tık”la kolayca uzaklaşabilirsiniz. Aslında bu sanal alemin doğasına özgü bir durum. Sanal alem gitgide fiziksel çevremizden, bizi çevreleyen gerçeklikten, kendimizle yüzleşmekten, sorumluluktan kaçmak için sığındığımız bir ilticagah haline gelir. Bir yönüyle, içini istediğimiz gibi doldurabileceğimiz bir çerçeveye benzer, ne olmak istiyorsak, nasıl görünmek istiyorsak, o resmi koyarız ve istediğimiz zaman da zahmetsizce değiştiririz. Bu açıdan bakıldığında sorumluluktan kaçmak için de uygun bir ortamdır.

- Dijital bir hayatın içine doğmuş olan günümüz gençlerini ‘dijital yerliler’, teknolojinin imkanlarıyla sonradan tanışmış olan ebeveyn ve yetişkinleri ise ‘dijital göçmenler’ olarak tanımlıyorsunuz. Bu iki toplumun birbiri ile ilişkisi ve entegrasyonundan (bu entegrasyonun başarılı olup olamayacağından) bahseder misiniz?

Evet, biz ebeveynler dijital göçmenleriz ve daha şimdiden birçok alanda çocuklarımızın gerisine düştük. Dijital çağda doğan dijital yerli çocuklarımızla aramızdaki mesafe gitgide açılıyor. 5 yaşında bir çocuk, annesinin telefonunda her şeyi yapıyor ya da tablette oyun oynuyor ama ayakkabısını bağlayamıyor. Bunlar da yeni neslin gerçekleri. Yeni nesil çok daha az yüz yüze konuşuyor, konuşma giderek kayboluyor. Görünen o ki bu dijital devrimin geriye dönüşü yok, yani eskiye dönüş mümkün değil. Bu şartlar altında, çocuklardan ya da gençlerden tüm bu teknoloji ortada yokmuş gibi davranmalarını beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmaz . Ancak güvenlikle ilgili endişeleri göz ardı edemeyiz. 

Evimizin kapılarını sıkı sıkı kilitlerken, telefon ya da bilgisayarlarımızı tüm dünyaya açıyoruz. Özellikle çocukları ve gençleri olası tehlikelerden ve uygunsuz durumlardan korumamız önemli.         

- Sanal Aşk’ta seçilmiş bir yalnızlığın ve tefekkürün insana kattıkları üzerinde çok duruyorsunuz ve çevrimiçi dünyanın yalnızlığımızı, kendimizle baş başa kalarak düşüncelerimizi toparlayabilme, daha iyi seçimler yapabilme imkanımızı elimizden aldığına işaret ediyorsunuz, bundan biraz bahseder misiniz?

Seçilmiş bir yalnızlık ve içselliğin fethi tek başınalık yeteneğimizi geliştirir. Kendimizle arkadaşlık etmeyi, kendimizi dinlemeyi öğreniriz tek başınalıkta. Yalnızlık, yalnız kalmanın sancısı iken, tek başınalık yalnız olmayı seçmenin zaferidir. Tek başınalık bilinçli ve iradi bir biçimde yalnızlığı yeğlemektir. Tek başınalığın ruha verdiği tatmin hissini yaşayamayan kişi, yalnızlığın verdiği ıstırabı tadar. İnsan kendi başına kalarak kendi içinin seslerini dinleyebilirse akıllı oyuncaklara duyduğu ihtiyaç azalır.               

- Çevrimiçi ilişkilerin daha az hata yapılan ilişkiler, sanal dünyadaki ilk izlenimlerin daha isabetli (ya da isabetsiz) izlenimler olduğunu söylemek mümkün müdür?

Böyle bir genelleme yapamayız. Her iki tür iletişimin de avantajları ve dezavantajları olabilir. Sözlü iletişimde hataları ya da yanlış anlaşılmaları  anında düzeltmek mümkündür. Sözel iletişim bize muhatabımızın yüzüne, ses tonuna, jestlerine dikkat kesilme imkanı verir. İp uçlarını daha iyi okuruz. Böylece yanlış anlama ihtimali azalır. Yazılı iletişim ya da sosyal medyada  bu şansımız olmayabilir. Öte yandan, çevrimiçi iletişimde bireyler bir anonimlik zırhının arkasına sığınıp kendileriyle ilgili daha fazla mahrem bilgiyi ifşa edebilirler. Bu da gönül kırıklığına aralanan bir kapıdır.

- Sosyal medyada beğeni ve sayfa ziyaret tıklama sayıları, kaç arkadaşının olduğu gibi ölçüler bir popülerlik parametresi haline geldi. Neredeyse self-marketing diyebileceğimiz, kendi kendini bir tüketim ürünü olarak pazarlama, sürekli ortak beğeniye hitap edecek içerik üretme zorunluluğu hisseden bu verilere göre mutlu ya da mutsuz olan gençler var. Bu beğenilme açlığını neye bağlıyorsunuz?

“Görünüyorum, öyleyse varım!” diyoruz aslında. Yani kendi varlığımızı, başkalarına onaylatmadan tatmin olamıyoruz. Sosyal medya bu açıdan öyle etkin bir pazar ki, kullanıcılar ürünün hem reklamcısı hem de bizatihi kendisi durumundalar. Beğenilmek, beynimizdeki bazı merkezleri harekete geçiriyor ve bizi mutlu ediyor. Bağımlılığa dönüşmediği müddetçe sorun yok elbette ama bağımlı hale gelirsek, bizdeki olumlu etkisi negatife dönüşüyor. Sosyal medyada geçirilen uzun saatler narsisizm katsayımızın bir ölçüsü haline gelebiliyor.

- Birçok yerde hukuk, sosyoloji, psikoloji, iletişim siyaset bilimi gibi, insanı ilgilendiren bütün alanlarda sosyal medya ve çevrimiçi dünya ile ilgili ciddi bir çalışma yapılması ihtiyacına vurgu yapıyorsunuz. Sanal dünyanın insan ruhu ve toplum üzerindeki etkilerini anlamaya ne kadar yakınız?

Görünen o ki Pandora’nın kutusu artık açıldı. Sanal aleme açılan bu yeni koridor, toplumsal ilişkiler, aile ilişkileri ve aşk koridorunu kapatacak mı henüz bilmiyoruz. Sanal alem, gözümüzü kamaştıran bir illüzyon olabilir mi? Tüm bunların cevaplarını önümüzdeki yıllarda daha iyi göreceğiz. Ancak her geçen yıl bu alandaki bilimsel çalışmalar artıyor. Yeni teknolojilerin beynimize ve şahsiyetimize etkilerini araştıran bilimsel çalışmalar çoğalıyor. İşin felsefi boyutunda da insan olmanın anlamının değişip değişmediğine dair can alıcı sorular gündeme geliyor. Bu hızlı dönüşüm çağında iyiliğimiz için esas ve hayati olan bir şeyi kaçırıp kaçırmadığımız sorusunu daha çok sormalıyız. Dijital hayatlarımız asıl hayatımızı örtmemeli. Teknoloji bizim insan olarak altımızı oymak yerine bizi insan kılan, değer verdiğimiz şeylere hizmet etmeli.