2 Mayıs 2024 Perşembe / 24 Sevval 1445

Kim ne okuyor?

12 Mayıs 2017 Cuma 07:00 - Güncelleme:
Kim ne okuyor?
Mustafa Çiftci
 
Şu an masamda olan kitaplara bakınca bayağı eskilere daldığımı gördüm. Şöyle ki Kabusname, Fuzuli Divanı aynı zamanda Ali Birinci Hoca’nın, Tarihin Kara Kitabı var masamda. Tarih okurken kaybolmak hissi uyanıyor bende. Ama bildiğimiz kaybolmalardan değil de bile isteye kaybolmak. Çıkış arar gibi değil de müze gezer gibi dolaşmak…Tarih okumanın sofrada tuz gibi olduğunu düşünüyorum. Sofra kurulur da tuz olmaz mı? Tuz olmadan kurulan sofra eksik değil midir? Bu açıdan baktığımda okuyan kişinin kendine kurduğu okuma ve yazma sofrasında tuzsuz kalmaması lazım. Tarih bu açıdan sofrada ne olursa olsun yerini korumalıdır. Tarihsiz olmaz gibi geliyor bana. Tarih okuması yanında şiir okumak ikiz çocuk bakmak gibi. İkizleri olan anne babalar bir çocuk gözden kaybolsa hemen hissediyorlar ve yekdiğerini arıyorlar. İşte ben de tarih okuyunca şiir eksikliği yaşıyorum. Ve şiir arıyorum kendime. Okumak üzerine kafa yoranlar bu meseleye bir el atsa. “Neden bizim tarihimiz yanına şiiri alarak yürüyor?”

Bir de kurmacalar var tabi. Artık kendimize iş edindiğimiz, vazife mesuliyeti ile okuduğumuz kurmacalar bazen zevk vermese de devam ediyoruz. Ama benim elimde olan kitap gayet zevkli. Zaten profesyonel değerlendirmeler, tercihler yerine bende şeker yemiş gibi lezzet hissi uyandıran kurmacaları tercih ediyorum ne yalan söyleyeyim.

İşte öyle şeker şerbet bir kitap var elimde, Arzu Kadumi’ye ait Çal Bahtiyar. Kısa hikâyelerden oluşan kitapta benim kadın yazarlarda aradığım iki şey de mevcut. Yani hayata kadın bakışı ve bu toprakların hikayesi. Eline sağlık yazarın. Devamı gelsin böyle işlerin… Şimdilik bu kadar söylemiş olayım. Herkese verimli okumalar dilerim…

MUSTAFA EKİCİ

Sık sık eskiden okuduğum metinlere yeniden dönmeyi seviyorum. Son günlerde bir arkadaşın armağan olarak yolladığı Jorge Luis Borges’in Ficciones Hayaller ve Hikayeler adlı kitabını yeniden okudum. Borges’in yer yer kafa karıştıran, çoğu doğulu metaforlarını, insanı ürküten hayal gücünü, başkasının düşünde varolmak gibi varlığın tanımına dair sarsıcı kurgularını, Tlön/Uqbar/Orbis/Tertius gibi artık kendi evrenini yaratmış olan metinlerini ve muhteşem hikayeciliğini, hikaye etmek ile şiiri mezc eden üslubunu her zaman hayranlıkla karışık bir kıskançlıkla okudum. Okur kardeşlerime Alçaklığın Evrensel Tarihi’ne de mutlaka göz gezdirmelerini tavsiye ederim. Yine bir yazı vesilesi ile bazı parçalarını okumak içine elime aldığım, Meksikalı büyük usta Octavio Paz’ın muhteşem çözümlemesi Yalnızlık Dolambacı, defalarca yaptığı gibi beni sayfaları arasına esir etti yeniden. Meksikalının, adeta ruhunu çırılçıplak orta yere seren, bu ağır sosyolojik/antropolojik/filolojik ve varlıkbilimsel malzemeyi muhteşem bir şiir, doyumsuz bir destana dönüştüren metni her okuduğumda farklı bir ufkun önümde belirdiğini, bir toplumu yaprak yaprak soymanın, adeta ruh köküne inmenin gerçekten şairane bir iş olduğunu fark ediyorum.

NURCAN TOPRAK

Akutagava’nın seçme hikayelerinden oluşan Raşomon’u okuyorum. Japon edebiyatından Türkçeye aktarılmış çok sayıda eser yok maalesef. Çevirisinin iyi olmasına hassaten sevindim bu yüzden. Kurosava’nın Raşomon ve Çalılıklar Arasında hikayelerinden uyarladığı filmi izlediğimde kurgusunu çok etkileyici bulmuştum. Aynı olayı farklı gözlerden anlatma fikri de her zaman için heyecan verici benim için. Elimdeki bir başka heyecan verici eser de Mehmet Akif’in Darülfünun edebiyat derslerinden geçtiğimiz aylarda derlenen Kavâid-i Edebiyye. Edebiyat fakültelerinden edebiyatçı çıkar mı çıkmaz mı bilemem ama Akif, bir edebi metin meydana getirmek isteyenler için paha biçilmez dersler vermiş, bu kesin. Safahat’ından, Kur’an mealinden, vaazlarından, makalelerinden tanıdığım Akif’in hasbelkader yazar olmadığını, sadelikle ortaya koyduğu eserlerin arkasındaki birikimi, malumatı, derin düşünceleri gösteriyor kitap. Plan, mevzu, muhayyileyi işletmek, tasvir gibi bahislerde damıttığı altına okur-yazar olma iddiasındaki herkesin ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bunlardan önce, vaktiyle İbrahim Ethem Paşanın gayretleriyle yayımlanmış olan Usûl-i Mimari-i Osmani vardı elimde. Osmanlı mimarisi için kayda değer metin ve çizimler içeriyordu. Modern İran şiirinin kurucusu sayılan Nima Yuşic’in Ey İnsanlar’ında ise umduğumu bulmadım açıkçası. Şadece birkaç şiiri vardı kitapta, Türkçesini iyi bulduğumu da söyleyemeyeceğim. Necip Tosun’un Öykümüz’ün Sınır Taşları, Mehmet Zahit Kotku’nun Ahlak kitabı ve Upanişadlar da masada bekliyor. Bakalım.