19 Nisan 2024 Cuma / 11 Sevval 1445

Kolonyalizmin edebiyatta izsürümü

Batılıların dünyanın yoksul coğrafyalardaki günah şeceresinin Türk edebiyatındaki izlerini ortaya koyuyor Bilgin Güngör kitabında. Postkolonyal edebiyat eleştirisinde temkinli olunmak gerektiğini de belirtiyor: Kolonyalizm sürecinin “resmiyette” ortadan kalktığını söyleyebiliriz; ama bu durum, Batı’nın ne tahakkümden ne de suç işlemekten vazgeçtiğini gösterir.

HALE KAPLAN ÖZ11 Nisan 2019 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
Kolonyalizmin edebiyatta izsürümü

Kolonyal dönemin estetik atmosferini Türk edebiyatı bağlamında ele alan bir çalışma: Postkolonyalizm ve Edebiyat/ Türk Edebiyatında Sömürgeciliğe Bakış. Bilgin Güngör imzalı çalışmada, Abdülhak Hamid, Mehmet Akif, Falih Rıfkı Atay, Refik Halid Karay, Nazım Hikmet, Fazıl Hüsnü Dağlarca, İlhan Berk, Cemal Süreya, Akif İnan, Sevinç Çokum, Cahit Koytak, Markar Eseyan, Cemal Şakar ve daha birçok şair ve yazarın eserlerinde kolonyalizm ve ilgili olgulara bakışı irdeleniyor. Güngör’ün titizlikle yaptığı çözümleme çabasının sonunda nitelikli bir yekûnun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Çalışma sırasında hemen hemen bütün yazarların/şairlerin etkisinden kolay kolay çıkamadığını söylüyor Güngör. Ancak onu her yönüyle saran, Rachel Corrie’un trajedisini ele aldığı Cemal Şakar’ın “Cennet Güzeli” hikayesi olmuş. 

Postkolonyal edebiyat eleştirisinin bir ekol olarak dünya edebiyatında bugünkü değeri nedir? 

Batı’da Frantz Fanon, Edward Said, Homi K. Bhabha, Gayatri C. Spivak gibi eleştirmenlerin ve sosyal bilimcilerin öncülük ettiği postkolonyal (sömürgecilik-sonrası) edebiyat eleştirisi;   Batı’da özellikle 1980’lerden sonra ivme kazanan, kolonyalizm ve ilgili olguları edebî eserler üzerinden ele almayı hedefleyen bir eleştiri ekolüdür. Peki -sorudaki anlamıyla- bir “değer”i var mıdır? Temkinli bir şekilde yaklaşılırsa, fazlasıyla! Şöyle ki; sömürgecilerin (kolonyalistlerin) dünyanın hemen hemen tamamına dönük tahribatlarının, daha açık bir ifadeyle, Batılıların bütün yoksul coğrafyalardaki günah şeceresinin edebiyattaki izlerini ortaya koymada önemli bir misyon üstlenir; kolonyalizm sürecinin salt siyasi söylem üzerinden anlamlandırılmayacağını, edebî söylemin de söz konusu süreçle pek çok noktada iç içe girebildiğini göstermede oldukça faydalıdır. Bu hususu daha kısa ve özlü bir şekilde şöyle de belirtebiliriz: Kolonyalizmin edebiyatta izsürümünü yapıp Batı’ya edebiyat eleştirisi bağlamında hesap sormanın adı, postkolonyal edebiyat eleştirisidir. 

Neden “temkinli” olunmak gerek postkolonyal edebiyat eleştirisinde?

Şöyle belirteyim: Postkolonyal edebiyat eleştirisi, diğer postkolonyal çalışmalar gibi, Batı’nın tahakkümünü sadece kolonyalizm üzerinden okumaya meyillidir. Bu, söz konusu tahakkümü eksik okumaya yol açabileceği gibi bu bağlamdaki suçların sadece bir kısmını görmeye, geri kalanına körlükle yaklaşmaya sevk edebilir bizi. Eğer siz, Batı’nın Doğu –ve hatta bütün dünya- üzerindeki zulmünü salt kolonyalizmle sınırlandırırsanız, onun dışına çıkmazsanız, o zaman şu gerçeği de kabul etmiş olursunuz: “Kolonyalizm çoktan bitti, dolayısıyla artık Batı, Doğu’ya zulmetmiyor; suç da işlemiyor.” Doğru, kolonyalizm bitti; en azından Raymond F. Betts’in Decolonization kitabındaki açıklamaları baz alırsak, Hong Kong’un Çin hükûmetine teslimi ile kolonyalizm sürecinin “resmiyette” ortadan kalktığını söyleyebiliriz; ama bu durum, Batı’nın ne tahakkümden ne de suç işlemekten vazgeçtiğini gösterir. Batı’nın tahakkümü de suçu da bugün özellikle emperyalizm, küreselleşme gibi mekanizmalar aracılığıyla devam ediyor (Mai Volkov gibi araştırmacıların, emperyalizmi “yeni-kolonyalizm” olarak kodlaması bu bağlamda pek doğru!). Hâliyle postkolonyal eleştirmen, her ne kadar kolonyalizm ve ilgili olguları öne alsa da, eğer tek tahakküm mekanizması olarak kolonyalizmi görürse, onun edebî eser incelemesinden çıkaracağı sonuç, “çarpık bir sonuç” olmaktan öteye gitmez.   

Türk edebiyatında bu ekolun seyri nasıl olmuş? 

Türk edebiyatı çerçevesinde bu ekol, özellikle 2000 sonrasında, sadece belli kavramlar ekseninde, yani “kısmî” olarak öne çıkmaya başladı. Sevim Kebeli’nin Sömürgecilik Karşısında Abdülhak Hâmid Tiyatrosu, Öykü Terzioğlu’nun Nâzım Hikmet ve Sömürgecilik-Karşıtlığının Poetikası başlıklı çalışmaları bu bağlamda zikredilebilir. Fakat Türk edebiyatı çerçevesinde postkolonyal eleştirinin net şekilde kullanıldığı ve ayrıca söz konusu ekol doğrultusunda modern Türk edebiyatının bütününe yönelen bir çalışma yoktu bizde. Postkolonyalizm ve Edebiyat: Türk Edebiyatında Kolonyalizme Bakış çalışmasını da bu boşluğu doldurmak hedefiyle kaleme aldık. (Bu çalışma, Marmara Üniversitesi’nde Doç. Dr. Mehmet Güneş’in danışmanlığında hazırladığımız Türk Edebiyatında Sömürgeciliğe Bakış: 1876-2014 başlıklı doktora tezine dayanıyor.) Ne derece başarılı olduk? En büyük eleştirmen olan “zaman” karar verecektir. Bu arada ekleyeyim müsaadenizle: Ülkemizde sadece edebiyat alanında değil, diğer alanlarda da postkolonyal çalışmaların ivme kazanması adına, görev yaptığımız Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi bünyesinde “Sömürgecilik Sonrası Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi”ni kurduk kısa bir süre evvel. Bu merkez, kısa zamanda hedefine ulaşacaktır umarız.  

Antikolonyalist mücadele içinde edebiyatın büyük bir güç olduğu söylenebilir mi?

Elbette. Aimé Cesaire’ın sürrealist ve Batı-karşıtı şiirlerinin Afrika coğrafyasındaki milletlerin uyanışındaki etkisi bu durumun en çarpıcı kanıtıdır aslında. Belki de Cesaire’ın Söylev’inden, siyasi mücadelesinden daha da etkili oldu o şiirler. Zaten edebiyat, sanıldığının aksine, sadece “boş vakitler uğraşısı” olarak görülebilecek bir olgu değil. Toplumların özellikle bazı kader anlarında -İstiklâl Marşı’nın misyonunu aklımızda bulunduralım mesela- duygusal devinimi sağlayan en etkili enstrüman da edebiyattır. 

 

İslam’ın Dirilişi

“Batılılar içimize girmiş, İslam olan inanç ve özgüvenimizi yıkmışlardır. Bu güven ve inanç çözüldükçe biz de bütün kurtuluşu Batılılaşmakta görmeye başlamışız. Böylece artan, çok kökleşen bir kültür emperyalizminin, otokolonizasyonun kurbanı olmuşuz. Yeni yetişen kadro tam anlamıyla Batı’ya adapte olmuş bir kadrodur. İslam dünyasının her tarafında böyle bir adaptasyon nesli köşe başlarını tutmuştur.”

Sezai Karakoç

 

Estetik antikolonyalizm söyleminin nasıl bir sosyolojik arka planı var? 

Bir edebî eseri ortaya çıkaran sosyolojik şartlar ne ise estetik antikolonyalizm söylemini ortaya çıkaran şartlar da odur. Nâzım Hikmet’in Benerci Kendini Niçin Öldürdü? eserini ele alalım mesela. Burada, o dönemin Türk aydınının da duyarsız kalamadığı bir İngiltere-Hindistan çatışması var. Tabii Nâzım bu çatışmayı, sosyalist ideolojinin enternasyonalist bakışıyla ele alarak antikolonyalist bir tutum sergiliyor. Bunu nasıl yapıyor? Benerci, Roy Dranat gibi karakterlerle, naratif öğelerle, metaforlarla vs… Ve ortaya, özgül bir estetik antikolonyalizm söylemi çıkıyor.

Otokolonyalizm ne yoğunlukta kendini gösteriyor peki?

Kolonyalizmin olduğu her yerde otokolonyalizm vardır. Zaten kolonyalizmin hükmü, Antoni Gramsci’nin kavramlarından hareketle konuşursak, her zaman “kuvvet”e, yani Batılı askerlerin silahlarına dayanmaz. Kolonize edilerek tahribata uğrayan ülkelerin özellikle aydın kesiminde görülen “rıza”cı tutum da kolonyalizmi var eder. Hatta Batılı; askerini, şirketini geri çektiği zaman, yani kolonyalizm son bulduğu zaman dahi bu “rıza” tutumu etkisini sürdürür.  

Efendi-yazar ile köle-okur ilişkisi bağlamında Osmanlı aydınını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhuriyet dönemi ve bugünün fotoğrafını da ortaya koymakta fayda var tabii...

Osmanlı’nın son dönemindeki aydınlar, söylenilegelenin aksine, “aşırı saf”  değildi. Seçiciydi ve –bir nebze de olsa- yeniden-oluşturucuydu. Ama buna rağmen, dönemin bazı aydınları Batı’yı yeterince iyi tanıyamadı. Hâliyle bu dönemdeki aydınların bir kısmı “efendi-yazar”ların, yani Batılı koloni savunucusu yazarların tezlerini aştı ama bir kısmı söz konusu tezleri “olduğu gibi” gibi kabul eden birer “köle-okur”a dönüştü. Mesela; Abdülhak Hâmid, Duhter-i Hindû piyesinde İngilizlerin Hindistan’daki tahribatlarını öne çıkarmasını bildi. Ahmet Midhat ise Rikalda romanında Aztek kalıntısı yerlilere İngilizlerin yaptığı zulmü yer yer, ucundan kıyısından eleştirse de onu genel bağlamda ve “medeniyet” namına “gerekli” gördü. Bugünün, daha doğrusu Cumhuriyet dönemi aydınlarının, hangi ideolojiye yaslanırsa yaslansın, kolonyalizme karşı her daim cephe aldığını söyleyebiliriz. Cumhuriyet döneminde ilgili konuda yazılan edebî eserlerin herhangi birine bakıldığında dahi bu durum net bir şekilde anlaşılabilir. Birinci Dünya Savaşı’nı, Mütareke’yi, Millî Mücadele’yi yaşamış bir toplumun aydınının, bu konuda “net” ve “doğru” olması da tabii ki pek normal… 

Nazım Hikmet’in Piyer Loti şiirinde gerçekleştirdiği ‘büyübozumu’, Refik Halit’in sürgün gözlemlerinin çarpıcılığı, Sezai Karakoç’taki güçlü çağrışım alanı... Kitapta bahsi geçen tüm edebiyatçılar estetik ya da ideolojik düzlemde bu alana katkı sunmuş ama sizde en güçlü etkiyi bırakanları merak ediyorum...

Bunu tayin etmek güç. Çünkü, çalışma sırasında hemen hemen bütün yazarların/şairlerin etkisinden kolay kolay çıkamadığımı söyleyebilirim. Ancak burada özellikle Cemal Şakar’ın, Rachel Corrie’un trajedisini ele aldığı “Cennet Güzeli” hikâyesini zikretmem gerek. Hikâyeyi hem okurken hem de çalışma sırasında ele alırken gerçekten duygulandım. Çünkü Şakar, sadece anlatmıyor; yaşatıyor da söz konusu trajediyi.  

 

Yafa’dan Kudüs’e kadar Yahudi Filistin’i birkaç defa dolaştım. Filistin’in yeni kasabaları ve köyleri Yahudi eseridir. Bu yeni değil yepyeni bir Filistin’dir. Köylerinde akşamları smokin giyen İngiliz Yahudisi muhtarlık eder. Kırmızı yanaklı Alman Yahudi kızları dilijanslar üstünde şarkı söyleyerek bağdan köye döner. Müslüman Araplar ise, bu efendilerin hizmetindedirler: Üzümü Arap gündelikçi sıkar ve şarabını semiz Yahudi içer.

Falih Rıfkı Atay

 

Sizin, ulu ülkeler boyu zenginliğiniz:

Almak, vermeden. 

Onlar böcekli, onlar, pis onlar çirkin,

Onların karanlığı 

Vermek, almadan.

Fazıl Hüsnü Dağlarca

 

Bir kişi durur. Elinde megafon, boynunda poşu, sırtında kırmızı ikaz yeleği, çapraz astığı çantası, atkuyruğu yaptığı sarı saçlarıyla. 

Sürücüye güvenir. O da bilir çeliğe karşı durulamayacağını. Hala insana inanıyordur.

Cemal Şakar

 

Yakıp yıktıklarını gördük senin,

Söndürdün ocakları, dağladığın yürekleri, 

Evsiz barksız, anasız babasız 

Bıraktığın çocukları gördük 

Ve gücünü gördük, böylece, 

Gücünü gördük, Jozef,

Bilgini, erdemini ve sanatını gördük;

Ama yüzünü göremedik senin, 

Yüzünü göremedik; nerede o,

Ne oldu ona, yok mu senin yüzün?

Cahit Koytak

 

Gel 

Anne ol

Çünkü anne 

Bir çocuktan bir Kudüs yapar 

Adam baba olunca 

İçinde bir Kudüs canlanır 

Nuri Pakdil

 

Çünkü biz savaşmazsak 

Uzak Asya’dan çekik gözlerimiz

Küba’dan kıvırcık sakallarımızla

Savaşmazsak 

Güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu’da 

Ke San’da, Kandehar’da ümüğüne basılır mı vahşetin

İsmet Özel

 

O duvarın ilk temel taşı,

emperyalizmin ilk adımından geliyor.

O duvarın dibinde 

bizimkilerin Eyfeller gibi kemikleri yükseliyor.

Nazım Hikmet