26 Nisan 2024 Cuma / 18 Sevval 1445

''Küçük Yayıncı'' doymayan tacire karşı!

“Küçük Yayıncıya Dair 7 Ölümcül Sevap”ı Osmanlı Sefiri’nin son sayfalarında gördüm ve okudum. Uzun uzun düşündüm yazılanlar üstüne. Ütopik düşünceler çoğunluğun kanaatince ve yaşadığımız çağ gerçekliğince. Bana göre de ütopik olanları var. Yine de dikkate şayan “sevap”lar sayılır çoğu.

TURAN KARATAŞ13 Nisan 2017 Perşembe 07:00 - Güncelleme:
''Küçük Yayıncı'' doymayan tacire karşı!
Son çeyrek asırda, sadece marketler bakkalların hayat hakkının önünü kesmedi, bütün dünyada her üretim ve pazarlama kolunda büyük-küçük mücadelesi devam ediyor. Kitap yayıncılığında da böyle. İzleyebildiğim kadarıyla küçük yayınevleri nice zamandır can çekişiyor. Daha yakın bilgiye sahip olduğum bir örnek vereyim. Binbir hevesle birbirinden kıymetli kitaplar neşreden Büyüyenay Yayınları’nın işleri istediği gibi gitmiyor. Neden? Sebepleri çok da ben birini fısıldayayım, hazindir, değerli kitapların takipçisi çok az ülkemizde. Kuşkusuz elâlem bizden farklı değildir. Hele inceleme, araştırma türünden kitaplara neredeyse rağbet yok. O alanın araştırmacıları bile pek az ilgi duyuyor sahalarıyla ilgili yeni yayınlara. Alanlar varsa da okuyanlar pek az. Bu söylediklerimden büyük yayınevleri değersiz kitaplar neşrediyor gibi bir hüküm çıkarılmasın. Onlar da çok kıymetli kitaplar çıkarıyor. Fakat şu kadarcığı bilinsin, sırf para kazanmak için değersiz kitap basan büyük yayınevleri az değil ve işleri tıkırında! Bunların hangileri olduğunu açıklamakla vazifeli değilim. Merak edenler, kitap eklerine konan “çok satanlar” listelerinin üst sıralarına bakabilir.

Bunca sözü, yenilerde yayımlanan bir kitap vesilesiyle söyledim. Hikmet Temel Akarsu’nun Osmanlı Sefiri, Küçük Yayıncı isimli yeni bir yayınevinden çıkan üç perdelik bir oyun. Eserin ilk perdesinden sonrasını okuyamadım. Tat vermedi. Tiyatro metni okuma bahsinde yetkin bir beğeniye sahip olmayışımın da payı var mıdır, bilemiyorum, beğenmedim eseri. Yazarın olayları sulandırışını sevmedim. İlk Osmanlı sefiri Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin ve heyetinin 1721’de Paris’te yaşadıkları “oyunlaştırıl”mış. Bu uğraşı, nedense hep “oyuncaklaştırmak” gibi düşündük ve yaptık sanki. (Bu kasıtlı abartma, sulu komikleştirme ameliyesi, başka tabir yokmuş gibi, “egzajere edilerek” ifadesiyle karşılanmış. Zahir anlaşılmasın diye!) O günün söyleyişine uyduracağım diye, yazarın, kişilerin konuşmalarında dili fazla yormasını doğru bulmadım. Kitabı kapatıp tiyatro kitapları rafına koyacaktım, son sayfalarına da göz atıverdim. “Küçük Yayıncıya Dair 7 Ölümcül Sevap”ı orada gördüm ve okudum. Uzun uzun düşündüm yazılanlar üstüne. Ütopik düşünceler çoğunluğun kanaatince ve yaşadığımız çağ gerçekliğince. Bana göre de ütopik olanları var. Yine de dikkate şayan “sevap”lar sayılır çoğu. Ne var, bu kadar incelikli ve erdemli ilkeleri benimseyen, biçimsel özellikleri bu kadar zarif bir kitap basan yayınevi, edebî kıymeti daha yüksek bir eserle çıksaydı okurun karşısına, dedim. Buradaki yedi “sevap”tan beşini paylaşayım da okuyanlar dahi bu bahiste birazcık düşünsün istedim:

l… “İyi bir eserin doğru bir fiyatı olamaz. Hatta hatta herhangi bir fiyatı da olamaz.”

lVe Küçük Yayıncı inanır ki: “İyi bir yazınsal yapıt gerçek bir sanat eseri formunda çoğaltılmazsa milyonlarca melek gökyüzünde ağlar.

lVe Küçük Yayıncı hüzünle bakar: “Niteliksiz insanlara kitap satmaya çabalayan iştahlı tacirlere.”

lVe Küçük Yayıncı; “Karanlık gecelerde her yıldız kaydığında bir değerli yazarın endüstriyel edebiyat tarafından ehlileştirildiğine inanır.”

lVe Küçük Yayıncı; “Nitelikli okurdan başkasıyla muhatap olmayı sevmez. Nitelikli okurunsa iyi kitabın kokusunu bin mil öteden alabilen sofistike bir mutant olduğuna inanır. O yüzden reklam ve “pr” kampanyaları ile alâkadar olmaz.”

İyi niyetli, sevimli ve idealist bu yayınevine küçük bir tavsiye: Türkçeden gayrı dilimiz yok; üstelik bu dil pek güzel, ahenkli, zengin ve yeterli. Bu nedenle egzajere etmek, mutant, sofistike, pr gibi yanlış kurulmuş, sevimsiz “tilcik”lerden uzak durmak gerekir bilhassa bildirgelerde, tanıtım yazılarında.

Şiir yazılmıyor mu, okunmuyor mu?

Geçenlerde bir televizyon kanalında konuşan bir siyaset adamı, “Bu ülkede 30 yıldır şiir yazılmıyor” dedi. Sesimi duyurabileceğimi bilseydim, o zata şunları sual etmek isterdim: Son bir yılda, iki hatta üç sene içinde, kaç siyasetçimiz bir kitapçıya uğrayıp da yeni çıkan bir şiir kitabı sormuştur? Böyle bir kaygıları var mıdır? 2016 yılı içinde Türkiye’de yaklaşık kaç şiir kitabının çıktığını bilen siyasetçimiz var mıdır? Hadi diyelim geçen yıl çok muhataralı geçti, tamam; bir önceki sene çıkan şiir kitapları sayısını tahmin edebiliyor musunuz?

Ben bildiğimi söyleyeyim. Bu memlekette şiir yazılıyor, söyleniyor, yayımlanıyor. Her yıl yüzden fazla şiir kitabı çıkıyor. Yazanların kendi yayınladıkları hariç. Şunu biliyoruz ki, hemen her asırda, iyi şiir pek fazla değildir. Başka bir deyişle üretilen çoktur da ibda edilen azdır, bir anlık görüneni çok olur ama uzun ömürlüsü azdır. Her çağda şiir adına kötü örneklerin çoğaldığı dönemler olmuştur. Son çeyrek asırda da ülkemizde böyle bir dönem yaşanmaktadır. Beri yanda, belki bu değersiz “ürün” bolluğuna bağlı olarak, şiirin itibar kaybettiğini, diğer edebî türler kadar rağbet görmediğini inkâr edemeyiz. Yalnız bunun biricik nedeni kötü örneklerin çok oluşu ve piyasayı tutmuş olması değildir. Genel okuyucunun, şiirin aradığı duyarlığı kaybetmiş olması da mühim bir sebep. Şiirin imalarını, çağrışımlarını, üst dilini, gizil dilini, simgelerini, telmihlerini, uzak işmarlarını anlayacak, algılayacak idrakimiz, bilincimiz azaldı, azalıyor. Şiir; duyarlı, zarif ve zarafetli, hakperest, güzel insanlar arıyor. Aşk deyince şehveti hatırlayan; kıymet yerine para/ mülk biriktiren; diriltmeyi değil mahvetmeyi, bütünlemeyi değil bölmeyi, söyleşmeyi değil didişmeyi, erliği değil kahpeliği şiar edinen; özden ziyade şekle bakan; azimle değil hırsla hareket eden insandan kaçar şiir. Dikkat ediyor musunuz, toplum olarak daha çok sayılara başvuruyoruz konuşurken. Şiir, kemiyet heveslisi değildir ve yaşamaz böyle bir cemiyette. Okunmaz da!

Söylediklerimin özü şudur; bu memlekette, pek az da olsa, iyi şiir yazılıyor, lâkin okunduğunu sanmıyorum.